Danabaş Köyü. Celil Memmedguluzade
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Danabaş Köyü - Celil Memmedguluzade страница 8
Hudayar Bey, öğlen vakti şehre vardı.
Hudayar Bey, Muhammethasan emmiden eşeği isterken, “Beni reis istemiş.” dedi. Fakat yalan söylüyordu, reis istememişti, başka bir niyeti vardı. Muhtar Hudayar, eğer reis için şehre gitseydi, biraz erken gitmesi gerekirdi. Kaza reisinin ancak öğlene kadar mahkemede olduğunu, öğlen olunca mahkemenin kapandığını kendisi de biliyordu. Hayır, Huda-yar Bey’in başka bir maksadı vardı.
Hudayar Bey, eşeği kervansaraya bırakıp, pazara yöneldi. Yedi girvenkelik4 şekerlerden bir kalıp alıp, yeleğin altına soktu. Pazardan çıkıp, Buzhane Mahallesine doğru yürümeye başladı. Biraz gidip, soldaki sokağa döndü. Bu sokağın başına kadar ilerleyip, yine sol tarafa döndü. Bir dar sokaktan gidip, arkı atladı. Alçak bir kapının yanında durup, şekeri yere bıraktı. Üstünün başının, tozunu toprağını temizlemeye başladı. Sol ayağını kaldırıp, sağ eliyle, sağ ayağını kaldırıp, sol eliyle şalvarının paçalarını sildi ve kalpağını çıkarıp sol eline geçirdi, sağ eliyle de o tarafını bu tarafını çırpıp, başına koydu. Şekeri koltuğunun altına alıp, bir kez öksürdü ve kapıyı çaldı. Avludan bir kadın sesi geldi.
–Kim o?
Hudayar Bey, bir daha kapıyı çaldı. Biraz sonra, dört beş yaşlarında bir kız çocuğu kapıyı açtı, Hudayar Bey’i görünce kapıyı örterek, avluya kaçtı. Avludan kızın sesi duyuldu.
–Ay ana, kapıda kocaman biri duruyor.
Hudayar Bey, kızın sözlerine biraz gülüp, seslendi:
–Kız, Kadı Ağa evde mi?
Kız, Hudayar Bey’den o kadar korktu ki, cevap vermeye cesaret edemedi. Bu sırada kapı açıldı, genç bir delikanlı kapıyı aralayarak, merakla gözlerini Hudayar Bey’in gözlerine dikti.
–Kadı Ağa evde mi?
–Evde, ne istiyorsun?
–Kadı Ağa’yı görmek istiyorum.
Delikanlı, bir şey söylemeden kapıyı örtüp, gitti ve sonra geldi, kapıyı açtı.
–Buyur, dedi.
Hudayar Bey, başını eğerek, kapıdan içeri girdi, avluya iki basamakla indi. Herhalde, Kadı’nın karısı avluda çamaşır yıkıyordu; çünkü delikanlı kapıyı açmadan haber verdi:
–Hanım, çekil, adam geliyor.
Avlunun bir tarafında çamaşır teknesi vardı, yanına çokça yıkanmış çamaşır yığılmıştı. Pis su, yani çamaşırın kirli suyu akmış, kapının yanında göl oluşturmuştu. Huda-yar Bey’in girdiği yer, avluya hiç benzemiyordu; çünkü, burada dört duvardan başka bir şey yoktu. Avlunun eni on adım, boyu on beş adım ancak gelirdi. Sol tarafa duvara doğru, pişmemiş kerpiçler yığılmıştı. Sözün kısası, burası belki Kadı’nın arka avlusudur; çünkü, bu şehirde bahçesi olmayan ev yoktu. Hasılı, Kadı’nın bağı bahçesi varsa bile Hudayar Bey, bu girdiği arka avludan başka bir şey görmedi.
Delikanlı, avlunun sağ tarafından dar bir yola girip, kayboldu. Biraz sonra, beli bükülmüş, ihtiyar bir adam, bu dar yoldan çıktı, sol eli cebinde, sağ eli gözlerinin üstünde biraz yaklaşıp, Hudayar Bey’e;
–Ne diyeceksin, dadaş?
–Emmi, Kadı Ağa’yı göreceğim, işim var.
–Nerelisin, azizim?
–Ben Danabaş muhtarı, Hudayar Bey’im, Kadı Ağa’yı görmek istiyorum.
–Yeleğinin altındaki nedir, gadasını aldığım?
–Şeker, Kadı Ağa’ya getirdim. Onunla hayırlı bir işimiz var, bu da ağız tadı.
İhtiyar adam, geldiği yolla dönüp gitti. Birkaç dakika sonra genç delikanlı, dar yoldan çıkıp, Hudayar’a eliyle gelmesini işaret etti. Hudayar Bey, delikanlının ardından dar bir yoldan ilerleyip, kahve odasına girdi. Ayakkabılarını çıkardı, oğlanın ardı sıra Kadı’nın odasına geçti.
Hudayar Bey, içeri girince öyle afalladı ki, selâm vermeyi de unuttu. Biraz evvel gördüğü ihtiyar adamın, döşeğin baş köşesinde oturmasına çok şaşırdı. Elbette, o yaşlı adamın, Kadı’nın ta kendisi olduğunu hemen anladı. Kadı, bu adamın hata yaptığını çoktan fark etmişti. Bu sebeple, Hu-dayar Bey’in selam vermeyişinden incinmedi, aksine belki de bu yüzden, üstelik ayağa kalkarak, selâm verdi, beye baş köşede yer gösterdi.
Hudayar Bey, tekrar selam verip, baş köşeye geçti, oturdu, şekeri yere bıraktı.
Kadı’nın odası büyük, yüksekçe, temiz bir odaydı. Bu odada otuz yedi terek ve göz vardı. Hiçbiri boş değildi. Gözlere pek çok kavanoz ve sayısız çini kap dizilmişti. Tereklere birkaç semaver, küçük sandık, nargile, dört beş kalıp Rus şekeri ve hırdavat şeylerden sıralanmıştı. Beş on sandık, bohça ve elbise ile, iki raf kitapla doluydu. Büyük ve küçük pek çok değerli halı, kilim serilmişti.
Odanın baş tarafına, üç büyük demir sandık konmuştu. Sandıkların üstüne adam boyunca halılar, kilim ve keçeler, palazlar yığılmıştı. Bir tarafa da çarşafa sarılmış dört beş kat yorgan, döşek sırayla dizilmişti.
Kadı, kadife minder üstüne oturmuş, çift yastığa dayanmıştı.
Hudayar Bey, şekeri çıkarıp öylece koydu. Kadı, gülerek Hudayar Bey’e bakıp, dedi ki:
–Bey, bu şeker ne, bu ne iş?
Hudayar Bey, gülerek cevap verdi;
–Kadı Ağa, hayırlı bir işimiz var. Bu şekeri ağız tatlılığı olsun, diye getirdim.
–Tatlı arzuna ulaşasın, gardaşım. Herhalde nikâh kıydıracaksın.
–Hayır, Kadı Ağa, nikâh değil, imam nikâhı.
–Ne zararı var, imam nikâhı daha iyi… Çok güzel, çok güzel. Allah mübarek etsin. İmam nikâhını sen kendine mi kıydıracaksın, başkası mı kıydıracak?
–Hayır, Kadı Ağa, kendime kıydıracağım, eğer iş yoluna girerse.
–Ne buyurdun, iş yoluna girerse mi?
–Evet, Kadı Ağa, işi bir şekilde yoluna koyarsanız, size duacı oluruz.
–Daha ne şekli var ki! İmam nikâhı, okurum biter, gider ya.
–Güzel buyuruyorsunuz, Kadı Ağa, ama hanım tarafından bir vekil olması lâzım.
–Elbette, vekil olmasın demiyorum ki, vekil de olmalı, şahit de olmalı. Vekilsiz, şahitsiz imam nikâhı kıyılmaz ki.
Hudayar, başını aşağı indirdi, biraz düşünüp cevap verdi.
–Evet,
4
400 gr. ağırlığında tartı taşı.