Anayurt - I. Zordun Sabir
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Anayurt - I - Zordun Sabir страница 17
“Neden herkes seni hedef alıyor!”
“Şahane bir ziyafet ver de lâkabını değiştir.” dedi Rozi Tambur. Esmer yüzlü, ince bıyıklı adam yavaşça konuşup:
“Öyle değil mi Hocam, yoksa siz mi buna bir lâkap takarsınız?” dedi.
“Sana mı?” dedi Hocam, yumuşak ve ince sesiyle gülerek:
“Lâkap takmak Hızır’ın işi değil mi?”
“Hızır, acı çeken adama uğrarmış.” dedi şişman bir şakacı, yana doğru yatarak:
“Bu arkadaş dilenci mahallesinde sadece üç gün âmin diyerek otursa, Hızır Aleyhisselam ona mutlaka uğrar.”
“Uğrayacak olsa üç ay bile oturmaya razıyım.” dedi Muhtar Bay, hüzünlenerek:
“Acılar içime sığmıyor Hocam ağa, bu Alaca Kısrak’ın zulmü!”
“Yabandomuzu nasıl olur da kısraktan korkar?” dedi öbür latifeci, bu sözü şakaya çevirip:
“İki mızrağınla karnını yarsan olmaz mı?”
Ama bu kez Hocam gülmedi. O da Muhtar Bay’ın hüzünlü yüzüne bakıp başını salladı.
Narından28 sonra çay getirildi. Muhtar Bay, Hocam’a şikâyet etmeye başladı. Hocam “doğru” diye başını sallayarak dinledi. Muhtar Bay sonunda:
“Bu Kaşgarlı ve Rusların yüzünden hayatımız karardı Hocam, bize sahip çıkmazsanız işimiz zor!” dedi.
Hocam başını salladı.
“Onlardan daha kötüsü var!” dedi.
“Hep Kaşgarlı, Rus demeyin, onlar da bizden değil mi?” Muhtar Bay geceleyerek mahallesine döndü. Mahallesinin bir ucuna geldiğinde tan ağarmıştı. Mahallesinin dışındaki kabristana geldi. “Elhamdü” diyerek attan inip ağır adımlarla yürüyerek yeni kabrinin başına gelip diz çöktü:
“Kardeşim!” dedi, Reyhangül’ün kabrinden bir avuç toprak alıp gözlerine sürterek: “Çocuklarına sahip çıkacağım, emin ol! Günahımdan arınıp kendimi temizleyeceğim. Yaptıklarımı sır kutusu gibi saklayıp ağzını bıçak açmadan öbür dünyaya gittin. Dünyaya gelip de senin gibi güzel insan görmedim. Ziyek için ailenden vazgeçtin, benim için canını kurban ettin! Başkası için kendini ateşe sokan adamın varlığına beni inandırdın. Hayret şey! Kurban olmak nedir diyordum, anlasam da inanmamıştım, sen beni inandırdın!” O, avucunda toprağı sakız gibi ezerek hıçkıra hıçkıra ağladı.
Hayalinde başka birisi için can veren güzel bir kadın belirdiği için vücudu titreyip yüreği oynadı.
“Kadın ha kadın!” dedi kendi kendine:
“Nice kadının koynuna girdim, kapılarını bozup evlerine girdiğimde benim Muhtar Bay olduğumu bilip sessizce bana boyun eğen o kadınları küçümsemiştim. Tavanlarının penceresinden kuşağımı bağlayarak indiğimde “Size bir zahmet.” diye beni sımsıkı kucaklayan genç gelinleri cariye gibi azarlıyordum. Ruslar Zeynidin Şanyo’yu Mesut Bey’in neslindensin diye idam ettiğinde hatunu koşarak çıkıp “Oğlumu vurdunuz, kocamı vurdunuz, vay gâvurlar beni de vurun!” diye kurşunlara kendini verdiğinde halk ona kahraman ana dedi. Ben içimden güldüm, “Yavrusu için dişi köpek de âdemoğullarına atılır, tavuklar da civcivleri için köpeklere atılır. Dişi köpek ile tavuk da batur mu?” demiştim. Kendi başına gelmedikçe bilmiyormuş insan. “Âşık olmak kolay değil, aziz canı vermeyince.” denen şarkıyı Abduveli ile Zikri’nin hüzünle söylediklerini defalarca duysam da etkilenmemiştim. Bu kez Kasim Mirab’ın evinde bu şarkıyı duyduğumda neden hüzünlenip ağladım? Hocam duyarlı insan, ‘Hey Muhtar Bay, derdin var değil mi?’ diyor. Masum Şanyo, Baham Şanyo’lar hocamın neyi kastettiğini anladı da kahkaha attılar. Oh, bizim baylarımızın eğlenceleri ne denli harika! Hocam bile paşşap29 beyine riayet ederek diz çöküp oturuyormuş! Ben de yüzbaşı olmazsam olmazmış. Her biri birer idareci, bey, falan bay, filan bey oğlu, bir tek ben Muhtar Bay. Ben ne kadar bayım? Yetmiş seksen ho tarla ne kadar varlık? Bir ho tarla bir koyun demektir. İki yüz koyuna seksen koyun katılırsa iki yüz seksen koyun. At, öküz, bağ bahçelerim katılırsa beş yüz koyun da olsun! Hey Tarancılar, böbürleniriz ama durumumuz bu!” O, pelin yığını üzerine yaslandı, gökteki dolun aya bakmaya başladı. Ay uçsuz bucaksız göğün egemenidir. Göğü gezer dolaşır ne düşmanı ne rakipleri ne ölüm korkusu ne baylık ne güç vesveseleri vardır. Gamsız, dertsiz, korkusuz bir şeydir. Âdemoğulları da öyle olsaydı, dünyada ağlama, sızlama, gözyaşları, ayrılık gibi şeyler olmasaydı, her yerde sadece hür periler ile atılgan erkekler aşk yaşasaydı…”
Uykusunda horlamaya başladı. Atı ise kabirler arasında pelin, kara yoncaları aç gözlülükle yiyerek sabahı karşıladı.
Bu sabah Reyhangül’ün annesi kızının kabrine gelip bu tuhaf manzarayı gördü. Muhtar Bay Reyhan’ın kabrini kucaklayıp yüz üstü yatıyordu. Issız kabristanda horultusundan başka ses yoktu. Horlama, çok ağlamaktan sesi boğulmuş adamın feryadı ve derdiyle ahenkliydi. Anne, hırıldayan sesiyle kızının kabrine yüzünü sürüp ağladı:
“Canım yavrum, yüreğimin bir parçası kızım, Reyhan-gül…”
Yağız at, sahibinin etrafında otlayıp, arada bir ayakta duramadan kişneyip sahibini korumaktaydı. Bu at, bu sene dokuz yaşındaydı. Dört yaşındayken ilginç olaylara şahit olmuştu. O sene, yani 1933 yılının sonbahar günlerinin birinde, şehirden kütük arabaya katılan alaca kısrağı bırakıp kaçıp çıkan Zulya Kaska isimli adam “Tungan kargaşası olmuş” haberini evlere girip herkese duyurdu. O vakitte yalnız “Tungan Olayı”nı bilen çiftçiler sonra bu işin manasını anladılar.
İli’nin “hanı” Cang Peyyuan, Şeng Duben’in askerleriyle savaşıp onları Sanduhezi’ya kadar sıkıştırdığında, Sovyet askerleri Şeng Şisey’e yardım edip Cang Peyyuan’in askerlerine top, tanklarla saldırıp fena püskürttü. Cang Peyyuan’ın askerleri dağılıp kaçtı, bir kısmı Muzdavan’dan geçiş sırasında donarak öldü. Diğer bir kısmı Nilka’nın yukarısında dağdan aşarak kaçmak istedi. Cang Peyyuan, o seferde, uzaktaki yılkı kalabalığını görünce onları asker diye düşünüp korkup kendini vurarak intihar etti. O sırada Cang Peyyuan’in Tunganlardan oluşan bir taburu Vang Kadir, Zazaza, Livir, Teysahun isimli Tungan baylarıyla iş birliği yapıp
28
Narın—et, soğan ve makarna ile yapılan bir çeşit yemek.
29
Paşşap—sokak gözetici bey, toy teşrifatçısı.