Anayurt - I. Zordun Sabir
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Anayurt - I - Zordun Sabir страница 18
Muhtar Bay kaçmayı başaramadı. Öküz ahırına girip yağız atını bir çift saban öküzünün ortasına bağladı, sonra atı sırtından örtüp başına sahte boynuz giydirip öküz yaptı ve kendisi bir kürk giyip hizmetçi kıyafetine büründü. Tunganlar evlerin kapıları ve çitlerini bozup girip “Sağlam at, ekmek, et çıkar!” diye bağırdılar. Uzun tüfeklerden korkan çiftçiler onların dediğini yaptılar. Küçücük mahallenin ortasındaki mescit önünde birden iyi atlar, un, et, ekmek yüklü at, öküz sürüsü oluştu. Başına tilki derisinden şapka, üzerine yalın kürk giyen üç Tungan genç, Muhtar Bay’ın öküze ot vermekte olduğu ahıra baskın yaptı:
“At var mı?”
“Öküz var.”
Derken yağız at ürküp yerinde duramadan kişnedi. “Öküz at!” dedi Tungan, yağız atın oluğu önüne gelip.
Birisi Muhtar Bay’a tüfeğini doğrulttu. Muhtar Bay:
“Ben hizmetçiyim, ben at bakıcıyım!” dedi korkup.
“Yürü!”dedi Tungan ona tüfeğini dayatıp.
Muhtar Bay yağız atın arkasından mescit önüne çık tı, sonra Tungan askerlerinin azık, yem kervanına katılıp Yamatu’ya, doğuya doğru yol aldı. İli Nehri’nin buz yığını gibi akıp duran akınından ata binerek geçip Şaryoca (Saruçin), Temte Köyleri’ni gasp eden kalabalıktan ayrılmadan, bazen yayan, bazen öküze binip, keçi dağının karlı, çamlı tepelerinden aşıp Tikes pazarına geldi. Tikes’teki soygunun şahidi, Tunganların at bakıcısı oluvermişti. Kürk ve deri şapka giymiş Muhtar Bay yağız atı için bu zorluklara katlandı. Onun atı şu anda Tungan kaçak komutanının altındaydı. Atın eyer, çul, üzengi bağı, dizginlerindeki değerli taşları da şimdi o komutanındı. Muhtar Bay sadece geceleri ata yem verdiğinde atının yanaklarına yüzünü sürebiliyor; atın yelesi, örgü kıllarını parmaklarıyla tarayıp, sırtı, budu ve boyunlarını sevgiyle okşuyor, kaşıyordu. At da sahibini daima kokluyordu.
Onlar uzun yolculukta günleri öylece geçirdi. Moğolküre’nin Şota Köyü’ndeki soygun sona erdikten sonra, Şota adındaki ana yoldan güneye, Muzart’a doğru yol aldı. Tunganların neler dediklerini Muhtar Bay nereden bilsin! O sadece at bakmayı, ateş yakmayı, odun toplamayı biliyordu. Kaçabilirdi ama yağız atını bırakamıyordu işte! Atı alıp kaçmak imkânsızdı. Tungan askerler saksağandan daha dikkatliydi. Böylece o nice zahmetlere katlanıp balçık, kar ve suları geçip Muzdavan’a kadar vardı. Karlı dik doruklar, bakınca tüyleri ürperten derin vadiler, atlıların boyu kadar yüksek kar yığınları… Böyle korkunç yeri Muhtar Bay hayatta görmemişti. Yükseldikçe yol daraldı, engeller çoğaldı. Tutsaklar arasında Muhtar Bay’ın yol arkadaşı, Tunganlar’ın Şota’dan rehber olarak getirdiği Aksulu bir kumaşçı vardı. O, bu yolda eşek veya katırla çok defa sefer yaptığından her yeri iyi biliyordu. Üstelik arkadan kovalamakta olan Rus askerleri de uzaktaydı, belki Şota Yolu’na girmemişlerdi ve belki de giremeyeceklerdi. Kovalanmaktan kurtulan Tunganlar şimdi acele etmiyordu. Çam ağacı altında koyun kesip kazanda et pişirip doyana kadar yiyip içip namazlarını kılıp telaşsız yürüyorlardı. Muzdavan’a yaklaştılar. Bu yerde ne çam, ne düzlük vardı. Her yer kar, buzla kaplanmış doruklar idi. Yolda yalnızca tek sıra yürümek mümkündü. Atlar da adamların arasında yürüyordu. Eğer birisi dikkatsizlikle yanlış bir adım atarsa dipsiz uçuruma düşecekti. Rehber, Allah’ın fırtınasız bir gününü seçip Muzdavan’dan aşmak önerisinde bulunmuştu ki Tungan komutan, kara sakal, somurtkan adam:
“Yürü, ölen ölür, kalan kalır!” dedi Uygurca.
Birbirini takip ederek yürüyen kervan, bu tehlikeli yol ile Muzdavan’dan aşarken sık sık tüfek sesi duyuluyordu. Bu, adam veya hayvan uçuruma düştü diye verilen işaret idi. Kara sakal komutanın emriyle, her bir kayıp için bir defa tüfek atılıyordu. Kara sakal, yağız atın önünde yürüyordu. En önde kumaşçı ile iki muhafız, kara sakalın arkasında da iki muhafız vardı. Onları Muhtar Bay takip ediyordu. Onun aklı fikri kara yorgadaydı. Yolcular bazen yerlerde sürünerek ilerliyordu. Bazı yerlerde rehber, elindeki kürek ile kardan yol açıyordu. Uçsuz bucaksız katmanlı karlı doruklar, sayısız dik uçurumlar… Muhtar Bay hayatında böyle zorluklar görmemişti. Ömrünü at oynatıp hatun kızları avlayarak geçirmiş bu beyzade, dünyada böyle çetin zorluklarla karşılaşacağını hiç düşünmemişti! Ne yediklerinin, ne dinlenmesinin, ne de uykusunun tadı vardı. Tek düşüncesi hayatta kalmaktı. Geceleri bir kaç defa atının boynuna sarılıp hıçkırarak ağladı. Fakat atını bırakıp kaçmayı hainlik diye düşünmüş ölürse atıyla beraber ölmeye yemin etmişti.
Bir kuş “kak-kak-kak” diye korkunç bir sesle öttü.
Rehber hemen durup:
“Aman Allah’ım! Fırtına kopacak!” diye bağırdı. “Ne?” Kara sakal onu sıkıştırdı.
“Kuşlar öttü, fırtına kopacak dotey30!”
“Nasıl fırtına?”
“Büyük fırtına, göz açmak mümkün değil, yürümek daha zor!”
“Durursak ne olur?”
“Kara gömülüp buz oluruz!”
“Peki, ne yapalım?”
“Biz şimdi Ağrııaldı’ya31 geldik.” dedi rehber zorlukla konuşup:
“Bir yemek pişinceye kadar sürünürsek dorukları aşabiliriz!”
“Sürün!”
Sağ taraftan güçlü boran vurmaya başladı. Kimse ayakta kalamadı, sürünmeye başladılar. Muhtar Bay âdemoğlunun kudretini orada gördü. İnsanlar göz açtırmaz fırtınada sürünerek ilerledi. Hatalı adım atanlar uçuruma düştü. At ve eşekler de bu vakitte akıllı olabiliyordu. Rehberin her bir izi onların hayat yoluydu. Herkes hayatı için doğru ilerlemeliydi. Bu buyruğu hayvanlar da anlayarak yerine getirdi. Kara sakal komutan yağız aygırı Muhtar Bay’a teslim edip:
“Çento32, atı sağ salim götür, yoksa kellen gider!” dedi.
“Sen demesen de bilirim!” dedi Muhtar Bay, gözyaşlarını kürkünün koluyla silip atın dizginini beline bağlayarak:
“Hadi kaplanım! İzimi takip et!”
Sürünenler Muzdavan’dan aşıp kırk iki basamağı olan aşağıya doğru yöneldi. Şimdi uylukla sıyrılıp inmek başlamıştı. Rehber sonunda, sık sık nezir verilen, “Şifalı” adıyla tanınmış düzlüğe inip bir tepeye çıktı ve iki kulağını tutup:
“Allahu Ekber, Allahu Ekber!” diye ezan okudu.
İki muhafız ile
30
Dotey—Çince kelime, vali anlamına gelir.
31
Aygır aldı—yani soğuk, aygırı da öldürecek yer anlamına gelmektedir.
32
Çento—Çince kelime, sarıklı baş anlamındadır. Genellikle Çinliler veya Çinli Müslümanlar sayılan Tunganlar(Huiler) Uygurları küçümsemek amacıyla bu sözü kullanmıştır.