Aşağılananlar. Zeyneb Biişeva
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Aşağılananlar - Zeyneb Biişeva страница 3
“– Orak vururken Baygilde’nin elinin hızına göz yetişmez, bir tutamına güç yetmez. Orakta önüne insan değil, şeytan bile çıkamaz” diye nam saldın. Ama bahtın olmadı. Nerede o baht denen şey? Tek atımıza kadar malımızın hepsi öldü. Atsız erkek kanatsız kuştur…”
Baygilde… Belli ki merhum kaynanam oğlu zengin olsun diye böyle bir isim koymuş, zavallı. Ey Allah’ım, fakirden zengin doğduğunu kim görmüş?
Düşüncesinin bu kısmına gelince bir sıkıntı hissetti. Bu kederli sessizliğe artık dayanacak hâli kalmadı.
“– Kocacığım” dedi narin ve yumuşak bir ses ile. “Evet, anlat artık gidip konuştun mu?”
Baygilde ağabey biraz daha oturduktan sonra ümitsiz şekilde elini sallayarak:
“– Sadece konuşmadım, işe de girdim” dedi. “Yarın onlarda çalışmaya başlıyorum” diye ekledi.
“– Öyleyse” dedi Seğüre yenge kendine gelerek. “Niye üzülüyorsun, niye böyle endişelisin kocacığım?”
“– Endişelenmiyorum. Ama endişelenecek yeri, endişelenecek tarafı var bu işin karıcığım… Dört çocuk babası olunca ırgatlığa gitmek kolay değilmiş karıcığım. Kolay değil. Üstelik kime! Karamış Zengin'e! Halk onun Karamış adını boşuna Kormoş ile değiştirmemiş! Biliyorsun açgözlülük, gözü doymazlık, cimrilik ile Kormoş’a dönüşmüş ya! İşte o Kormoş’a gidip işe kiralanma vakti bile geldi şimdi. Sonu nasıl bitecekse…”
“Bir yıl boyunca iyi çalışırsan bir tay veririm. Tayın at olması uzun mu sürer? İşte, kısmetinde varsa atın da olur” demiş.
Seğüre yenge çocuklar gibi sevindi.
“– Doğru söyle kocacığım. Ey, Allah’ın izniyle atlı eyerli olsak biz de insan gibi yaşar mıyız acaba? Ben acaba hüsrana uğrar mısın diye endişelenmiştim. Öyleyse Allah’a şükür…”
Baygilde ağabey sabırsızca elini sallayarak hanımının sözünü kesti.
“– Evet, sürüyle yılkısı olan Zengin Kormoş bir tayının at olduğu bilmez bile. Ama bizim bunun için bir yıl öküz gibi sabana koşulup çalışmamız sonra tekrar bir yıl tayın aygır olmasını beklememiz gerek. Aygır değil kısrak olunca da sabana koşulacak bir at olmuyor.”
“Bekleriz kocacığım bekleriz, Allah’ın izniyle sadece bir tayımız olsun” diye söyleyesi geldi Seğüre yengenin. Lakin az önce kocasının tartışmadan hoşlanmadığını ve yersiz bir laf ederse konuşmasını tümüyle kesip, kendi kendine düşünceye daldığını hatırlayarak sessiz kaldı.
“– En azından, sen eskisi gibi sağlıklı olsaydın her şey bambaşka olurdu. Birine kilim dokuyup keçe basar, gündeliğinle çocuklarına bakardın. Tayın büyümesini bekleyerek bir yıl yemeden içmeden yaşanılmaz. Üstelik sıcaklık ve kuraklık gelecek. Kıtlık da olursa…”
“– Yağar kocacığım yağmur da yağar, böyle ümitsiz olunmaz” dedi Seğüre yenge. Daha ümitli olmaya çalıştı. Yoksa bu gece ona daha da kötü gelmeye başlıyordu.
Baygilde ağabey derin bir of çekti.
“– Yağar da… Ne zaman yağar? Bak, Haziran geldi daha doğru düzgün bir çiğ tanesi düştüğü yok. Eğer yine on, on beş gün böyle olursa ekin güvesi başlayacak. O zaman da…”
Seğüre yenge güçsüz, hâlsiz kollarını kocasının geniş, güçlü göğsüne koyarak yumuşakça sıvazladı.
“– Kocacığım, dinlen. Az uyu. Sabah işe gideceksin.”
Baygilde ağabey sessizleşti. Ama Seğüre yengenin onu teselli edesi azıcık da olsa ümitlendiresi geldi. Kendinin de çocuklarının da dünyada en dürüst gördüğü, en güvendiği ve tek dayanakları olan bu çocuk gibi güleç, iyi, kocaman adamın ümitsizliğe kapılması ona durmaksızın yüreğine düşen elinin ve ayağının sızlamasından daha ağır geliyordu. Bu yüzden o her zamanki gibi yumuşak, hoş şekilde:
“– Kocacığım” dedi. “Ey, kocacığım bugün Sıvakay yengem gelmişti.” “Seğüre gelin senin elin ayağın kötü kandan sızlıyor. Kanı aldırmak lazım. Kan aldırırsan sapasağlam olursun” dedi.
Baygilde ağabey onun sözünü bıçak gibi kesip:
“– Boş konuşmasın. Elimden gelse, ben sana kan verirdim ben! Anlıyor musun, ne kan aldırması!”
Seğüre yenge hiç konuşmadı. Eve daha da ağır, kaygı dolu bir sessizlik çöktü. Uzun süre sadece çocukların ardı ardına mırıldanmaları, fırın arasına yuvalanmış çekirgelerin bıkkınlık veren cır cır etmeleri duyuldu. Sonra Baygilde ağabey derin bir of çekerek:
“– Hey, Seğüre, Seğüre bizim gördüğümüzü Zengin Kormoş’un köpeği görmedi” dedi ve çizmesini, kazağını kahırla çıkarıp fırlatarak karısının yanına yığıldı. Dar, ince tahtalardan dizilerek yapılmış divan onun büyük, ağır gövdesine dayanamayıp birazcık sallandı. Kulaklı şapka gibi duran mindere yüzünü tümüyle gömüp örtünen Baygilde ağabey belki ağlıyor belki de gözü yaşsız inliyordu. Üzüntüden çökmüş kaygılı gözlerini şimdi ay ışığına kaldırıp, karamsı gözeneklerine bakarak daha kötü düşüncelere dalan Seğüre yenge kocasıyla konuşmadı, onu teselli etmedi.
Gece. Ev bunlu, karanlık. Ama yarınları daha da karanlık. Asıl şimdi teselli olacak sözleri bulmak mümkün mü?
II
Köyde herkes onu sevip komik bulduğundan Sıvakay nine diye çağırıyordu. Sonbahardaki güneş ışığı gibi parlak ve güler yüzlü, yumuşak, hoş sözlü, insanlara iyilik gösteren bu iyi nineye Sıvakay ismi tuhaf şekilde çok uygundu. Bu yüzden ismini, sonuna mollanın ekleme yaptığı şekliyle Sıvakbike diyerek söyleyesi gelmiyordu.
Sıvakay nine köyde hem usta ebe hem kocakarı ilaççısı hem de her ev için kıymetli bir misafirdi. İstediği bir eve istediği zaman gidip, kocakarı ilacını yapıp, konuşup, çay içip, ne verirseler onu da alarak çıkar giderdi. Sinirlerden oluşan küçük zayıf bir gövdesi olan ufak, güleç, kırışıklıklar basmış ince yüzüyle bu nine, ayağına yün çorabını geçirip, üstüne belinden kıvrımlı dikilen dokuma entari giyip, kış günlerinde başına yırtık bir şal örterek sokağın bir ucundan diğer ucuna yürüyordu. Üstünden bir dakika düşmeyen sıkıntı, açlık, çıplaklık hissi değil de her şeyi bilmeye, duymaya, anlamaya acele eden huzursuz gönlü onu böyle kovalıyordu. Kendince herkesin hayatını, üzüntüsünü, mutluluğunu bilmeyi, gerektiğinde herkese elinden geldiğince yardım etmeyi istiyor ve bu yüzden kaderinin ona kolaylıklar sunmasını diliyordu. Ama hayatına çok kanaatkârdı.