Şakarim. Yerlan Sıdıkov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Şakarim - Yerlan Sıdıkov страница 9
“Babamın ölümü, bastonlara dayanan erkeklerin monoton sesleri, kadınların evdeki ağıtları, kalpte ağırlık yapıyor, canımı yakıyordu. Yaratan’ın yarattığı her şey İlkbahara uygun olarak çiçek açıyordu, benim düşüncelerimiyse sanki biri çok ağır bir şeyle ezmiş gibiydi. Kadınların olduğu evin yanından geçerken onların ağlamalarını duyuyordum. Onların tüm ağıtlarını ezberlemiş gibiydim. Kadınların yürek parçalayan hıçkırıklarını duyunca ben de ağlamaya başlıyordum. Kendimi Alpamıs-Batır’ın oğlu Jadıger’e benzeterek uzun bir süre yalnızken ağladım. Babamın beni şımarttığı anları, bana söylediği sözleri hatırlayarak gözyaşlarımı durduramadığım anlar da oldu. Tölegen’in kazlarla veda anı geliyordu gözlerimin önüne ve onun acıklı şarkısını hatırlarken sanki ben de kendi efkârlı şarkımı söylüyor gibiydim, “ sözleriyle hatırlıyordu o anı Şakarim.
Kudayberdi 1866 yılının Nisan ayında, 37 yaşındayken, ardında beş erkek evlat bırakarak hayatına veda etti. Amir 14, Murtaza 11, Şahmardan 9, Şakarim 8 yaşlarında olup Irzıkbay ise henüz kırkından bile çıkarılmamıştı. İlk eşi Tölebike 36, ikinci eşi Botantay da 33 yaşında dul kaldı.
Abay, ölmek üzere olan Kudayberdi’nin başucunda onun tüm babalık vazifelerini kendi üzerine aldı. O, sevgili ağabeysine çocuklara bakacağını, onlara iyi bir gelecek hazırlayacağına dair söz verdi.
Kudayberdi’nin ailesiyle ilgili tüm sorumluluğu Kunanbay sessizce üstlendi. Bu yüzden nüfuzlu sülalenin ilgisi sayesinde Kudayberdi’nin eşleriyle çocukları, herkesin telaşının artmış olmasına rağmen, onun vefatından sonra da maddi anlamda kayda değer hiçbir zorluk çekmediler.
Şakarim’i babasının ölümü öyle derinden etkilemişti ki onu büyükler, özellikle de annesi sürekli teselli etmek zorunda kalıyordu. Hassas çocuğun bilinci sevdiği kişinin yokluğuna uzun bir süre alışamıyordu. Büyüklerin sözleriyse babasının artık geri gelmeyeceğine dair hissi daha da güçlendiriyordu. O hep yalnız kalmak istiyordu ve bunun bir çocuk için alışılagelmişin dışında bir durum olmasına rağmen büyükler, onun söz konusu davranışını yaşamış olduğu acıya bağlayarak tuhaf karşılamıyorlardı.
Çayır kuşunun ötüşü, ocak çekirgesinin çıtırtısı, bitkilerin hışırtısı, geceleriyse ayın dostane sessizliğiyle yıldızların esrarengiz parıltısı eşliğinde bozkırda sıkça kayıplara karışan Şakarim yalnızlığın hikmetlerini öğrenme konusunda aile içinde daha o zamanlarda emsalsizdi, fakat insanlarla iletişim konusunda biraz daha özgüven kazanmalıydı.
Şakarim zamanla, Kudayberdi’nin çocuklarıyla ilgilenmeyi kendisine borç bilen dedesi Kunanabay’ın kendisine tıpkı babası gibi ilgili olmaya başladığının farkına vardı. Dede, torunlarını kendi obasında misafir etmeyi severdi. Bazen kendisinin de gelinlerine uğradığı olurdu. Şakarim’i yanına oturtarak onun bilgisini ölçmek amacıyla okuduğu kitaplar, aklında kalmış şiirler hakkında sorular sorardı. Yanında büyük çocukların da olduğu zamanlarda Kunanbay onlara ibret olacak bir şekilde faziletli olmayı öğretmeye koyulurdu. Bu onun en sevdiği konuydu.
– Eğer dürüst bir şekilde çalışırsanız ve dürüst olursanız muhakkak itibar sahibi insanlar haline gelirsiniz, diyordu o çocuklara. Başkalarına karşı saygılı olun ki onlar da size saygılı olsunlar. İnsan ancak halkıyla birlikte güzelleşir, gelişir. İnsanların hoşuna gitmeye çalışın, işte o zaman Allah’ın da hoşuna gidersiniz.
– Dede, sen Allah’ı gördün mü? Diye Kunanbay’ın sesini kesiyordu çocukların büyüğü olan Amir.
– Vay, afacan! Diyordu Kunanbay. Bu tür sorular hiç sorulur mu?
– Onun Karabatır obasındaki Jumır’a benzediğini söylüyorlar.
– Bunu sana kim söyledi, yaramaz? Allah korkusu yok onların. Çocuklara neler öğrettiklerine bakar mısınız?
Dedesini en hassas yerinden yaralamayı başardığına sevinen afacan işine bakmaya giderdi.
Kunanbay kendi bildiğini okuyan torununa fazla öfkelenmez, tüm ilgisini hemen duyarlı ve hassas olan Şakarim’e çevirirdi. Kunanbay onun özellikle akşamları çok üzgün olduğunu fark etmiş olmalı ki sıkça beraberinde kendi obasına götürmeye başladı. Torun, acısını hafifletmek için her yolu deneyen dedesinde aylarca kalırdı.
Torununu aşırı derecede şımartan güçlü Kunanbay’ın himayesini Şakarim çocukça bir içtenlikle kullanırdı. Daha sonraları o “Şecere…” kitabında şöyle diyecekti:
“Babamın vefatından sonra yetim kalınca Hacı dedemin himayesinde büyüdüm, fakat eskiden obamız ve kışlağımız ayrı durduğundan ve Hacı, öksüz olmam sebebiyle acıdığı için okuma konusunda beni zorlamak istemediğinden eğitimden uzak kaldım.
Öksüz oluşumu da kullanarak aklıma gelen her şeyi yaptım, bilgisizce büyüdüm, fakat Türkçe okuma yazmayı ve Rus alfabesini öğrendim.”
Şakarim kendisini “Şecere”yi yazdığı ileri yaşlarda eleştirmiştir. Aslında ilk gençlik çağını dünyayı tanımaya adamakla Şakarim’in çok şey kaybettiği söylenemez. Neler yapıyordu o yıllarda? Büyürken ecdatların ve başta Kunanbay olmak üzere Uruğun hayatta olan ileri gelenlerinin bilgeliğini, onların Kazakça bilgisini, çok anlamlı kelime labirentlerinde doğru sözü kullanma kabiliyetini, Kazakların sözlü sanata olan büyük tutkusunu ve ebediyet dilinde konuşma arzusunu yavaş yavaş benimsiyordu. Manevi güç seviyesine yükselen, atasözleriyle deyimlerle dolu, en iyi hatiplerce kafiyeler oluşturulan ahenkli, canlı ve renkli Kazak konuşma dilini can kulağıyla dinliyordu.
Bilge bir dede olan Kunanbay’ın nüfuzu, zeki ve dikkatli Abay’dan aldığı dersler, romantik destanlar ve ayın değişken çehresinin ışığı şiir yazmaya başlayan yeni yetme çocuğun iç dünyasının oluşmasına tesir eden değerlerdir. Şakarim, ilk şiirini Kudayberdi’nin cenaze töreni esnasında obayı dolduran kalabalıktan ve koşum atlarından uzaklaşarak evin önündeki tepenin üstünde otururken babasının anısına yazdı. Şakarim, taşın üzerinde giden tırtılı ayağıyla ezmiş ve birden ona acıyarak kendi öksüzlüğünü de hatırlayıp ağlamıştı. Düşünce karışıklığı içinde hassas çocuğun ağzından tırtılın adından yazmış olduğu şu mısralar dökülmüştü:
Öldürerek beni sen ne elde ettin?
Kendi halimde yaşıyordum yazın derede.
Oysa ölümün ne olduğunu gördün kendin;
Baban, sönen bir ışığa dönüştü.
Benim de çocuklarım öksüz kaldı,
Onlar da bu taşlara bakınıp ağlayacak,
Sen yetimsin, ama yetimlere acımıyorsun;
Bilinçten mahrum kafan ve dünya.
Akşam Şakarim, çocukların yazamayacağı bir ciddiyette olan bu şiiri okuduğunda kadınlar ağlamaya ve onun artık bu kadar efkârlı şiirler yazmaması gerektiğini söylemeye başladılar. Ertesi gün Tölebike, oğlunun şiirini Abay’a göstererek