Şakarim. Yerlan Sıdıkov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Şakarim - Yerlan Sıdıkov страница 12
Şehrin, seyahat eden genci hayretlere düşüren görünüşü, tüccar sülalenin dindar kurucusuyla yapılan sohbetler esnasındaki talebelik saatleri, Şakarim’i kendi içindeki bir sese kulak vermeye zorluyordu. Şakarim’in zihninde Tinıbay’ın Uruğun her bireyinin hayat hikâyesi üzerinde durmak suretiyle atalarının adlarını saygıyla sıralayarak şeceresini nasıl oluşturduğunu anlatırken aslında onun olaylara derinleşerek akrabalarını sadece titiz bir biçimde sıralamakla kalmayıp göçebeliğin ezeli yapısını çok iyi idrak etmiş biri olarak tüm Kazakların tarihini dokuduğu yönünde bir fikir oluştu.
Genç adam hemen çantasından kâğıt kalem çıkarıp ilgisini çeken bazı bilgileri kayda geçirmek istedi, fakat bilgilerin geleneksel, yani sözlü bir şekilde korunmasına alışık olan ihtiyarın onun bu fikrini hoş karşılamayacağını düşünüp muhatabının sözünü kesmeye cesaret edemedi. Ancak akşamleyin kendisine ayrılan odaya geçince aklında kalan bilgileri kaydetmeye başladı. Semipalatinskli Aksakalın anlattığı Kazak uruklarının tarihi yazıya geçirilmiş oldu.
Bu halkın genel tarihinin sadece bir kısmıydı fakat Şakarim bilgisizliğin karanlığında gizli asırların meçhul yükünü hissediyordu. O aşırı derecede esrarengiz sis perdesini kaldırmayı, geniş bozkırda sabırlı ve cesur bir şekilde asırlarca yaşayan halkın sırrını saklayan örtüyü bakışıyla delip geçmeyi arzuluyordu. Gerçeklerin hangi şekilde sunulması gerektiğini Şakarim henüz bilmiyordu fakat ileride de halkın tarihiyle ilgili bilgileri toplayacağına ve kayda geçireceğine dair bir karar aldı çünkü geri dönüşü olmayan değişimlerin kaçınılmaz olduğu göçebe dünyasında yazılı metnin sözlü bilgiden daha sağlam olacağı kesindi. Delikanlı obasına dönünce bu düşüncelerini Abay’la paylaşmaya karar verdi.
Ertesi gün ilk iş olarak Tinıbay’ın hakkında çok şey duyduğu camisine girdi. Evin tam yanında bulunan taş bir temel üzerine inşa edilmiş caminin duvarlarından minare ve kubbesine kadar her şey ahşaptan yapılmıştı. Kubbeyle dış duvarlarının bir kısmı oymalarla süslüydü. Alçak alımsız ahşap evlerin yanında 1834 yılında Tinıbay Kaukenov’un şahsi birikimiyle inşa ettirdiği cami çok gösterişli duruyordu.
Binanın dışını hayranlıkla seyrettikten sonra Şakarim içeri girdi. Üst taraftan çatıyla ayrılan geniş oda erkekler için ayrılmış bölümdü. Ön duvarın arkasında da odalar vardı, onların üstündeyse, Şakarim’in tahminine göre, ufak bir bayanlar odası yer alıyordu. Bu kadar sıra dışı mimari yapıyı daha önce hiç görmediğinden o, odaların güzel dekorunu uzun süre hayretle izledi.
Gündüz Şakarim İrtış’ın sağ kıyısına gitmek üzere yola çıktı. Sallanan feribota korka korka bindi. Büyük nehrin suları belirsiz tecrübeler vaat ediyordu fakat seyahatin ortasında Şakarim korkusunu tamamen yendi. Serin rüzgâr başını döndürüyordu ve delikanlı, zapt edilemez akıntıdan gözlerini ayıramıyordu. Akıntının gücü bir duvar gibi yaklaşarak hafif bir çağıltıyla ahşap salın gövdesine çarpan su kütlesinin yaman ilerleyişi aracılığıyla anlaşılıyordu. Feribotu varış noktasına ulaştırmak ümidiyle birkaç kişi ipi elleriyle çekiyordu. Başka biri de elindeki uzun sırığı nehrin mümkün olduğu kadar dibine dayama çalışıyordu, fakat karşı kıyı yaklaşmayı hiç düşünmüyor gibiydi.
Şakarim şiddetli akıntıyı hayranlıkla izliyordu. Acaba bu nehir yüz yıllar, bin yıllar önce de, yani ağabeyleri, ablaları, babası, dedesi ve ataları daha dünyaya gelmeden önce de akmaya devam ediyor muydu? Bu devasa seli devamlı hayata döndüren güç nedir? Onun hiç azalmadan kasvetli, zapt olunmaz ve ciddi bir şekilde kuzeye yönelmesinin sebebi nedir? Doğanın bu fevkalade yaratığının sürekli yaşamıyla kıyaslandığında çok kısa olan insan yaşamı hakkında düşünmemek mümkün müdür böyle anlarda?
Şakarim birden Şıngıstav’ı, doğduğu köyü ve evini çok özlediğini fark etti. O birden nehrin onda bıraktığı izlenimleri, hayatın hızlı akışı hakkındaki düşüncelerini ve Aksakal Tinıbay’ın verdiği bilgilere ilave etmek üzere kendi Tobıktı Uruğu konusunda büyüklerden, bilhassa da dedesi Kunanbay’dan duyduğu hikâyeyi yazıya geçirmek için çadırındaki alçak masanın başında olmak istedi. Neden bilinmez ama Şakarim’e atalarıyla ilgili anıları hemen o an yazarak ebedîleştirmek gerektiği çok önemli gibi geldi. Tükenmek bilmeyen su kitlesine bakarken o, bu akıntının belirli bir kısmında kendi hayatının da aktığını ve nehrin milyonlarca hayatın timsali olduğunu düşünüyordu. Onu nehirle birleştiren ne olabilir? İnsanoğlu hakkındaki anılardan başka bir şey olamaz. Gerçi onların da doğruluğuna her zaman şüpheyle bakılmalıdır.
Sağ kıyıdaki şehir Şakarim’i büyüledi. Delikanlı nehir üzerinden başka bir dünyaya adım atmış gibiydi. O, bu kadar farklı insanı bir arada daha önce hiç görmemişti. O, yanından geçen Ruslara dönüp dönüp bakıyor, medrese talebelerini ilgiyle izliyordu. Köyden geldiklerinden bozkırlıya has biçimde giyinmiş insanlara ise akrabalarını görmüş gibi gülümsüyordu. Sokaklarda çok sayıda Rusça konuşanın olması onu şaşırttı. Bu dilde tüccarlar, Rus Kazakları, Rus görevlileri, Tatarların dışında bazı Kazaklar da konuşuyorlardı.
Yüksek duvarlar arkasındaki ahşap binalar artık ilgisini çekmiyor, tüccarların müstakil evleriniyse Şakarim hayranlıkla izliyordu. O özellikle tüccar Stepanov’un evini çok uzun süre inceledi, bu saray yavrusunda kimin yaşadığınıysa yoldan geçenlere sordu. En fazla hoşuna giden askerî valinin evi oldu. Tuğla duvarın üzerinde binanın inşa edildiği yıl olan 1856 yazıyordu.
Şakarim askerî valinin daha sade binada bulunan ofisine geçti. Memur onu nazik bir şekilde karşıladı ve aslen Tatar olan tercümanını çağırdı. Şakarim ilk defa bir Rus memuruyla konuştuğundan pek heyecanlıydı fakat iş çabuk halledildi. Genel valinin sekreteri Kunanbay’ın mektubunu alarak bir ay içinde cevabı hazırlayacağına dair söz verdi.
İlçe idare ofisine ziyaret pekiyi geçmemişti. Şakarim mahkeme görevlisini üçgen çatılı binada buldu. Orada ilçe idare ofisleri buna dâhil olmak üzere, Semipalatinsk bölgesinin çeşitli resmi kurumlar yer alıyordu. Mahkeme görevlisi orta yaşlı, zayıf, kel bir Rus’tu. O, işin bir an önce çözülmesi gerektiğinden İbrahim (Abay) Kunanbayev efendinin tetkik için bizzat kendisinin gelmesi gerektiğini Şakarim’e sert bir şekilde anlattı. Memur, tercüman aracılığıyla Kunanbayev’e karşı bugüne kadar yazılan tüm şikâyet dilekçelerinin devlete ihanet de dâhil olmak üzere onu birçok konuda suçlayan Uzukbay Boribayev adlı mollanın yazdığı dilekçenin yanında bir hiç olduğunu söyledi. Bu yüzden Kunanbayev efendinin güze kadar kendisinin gelmesi gerekiyordu aksi takdirde onu tutuklayarak hapse atacaklardı. Memur bunu söyledikten sonra Abay’la ilgili kararı delikanlıya uzatarak onunla vedalaştı. Şakarim, Abay’ın hapse atılabileceği haberiyle öyle sarsılmıştı ki şehrin sokaklarında kaybolup Makiş teyzenin evini uzun bir süre bulamadı.
Sonraki birkaç gün o dükkânları dolaşarak evin ihtiyacını temin etmeye çalıştı. Dükkânların birinde piyano, armonika, davul, trompet, çeşitli laternaların yanı sıra dombıranın da aralarında bulunduğu müzik aletlerini gördü. Laternayı büyük bir ilgiyle eline aldı, tüm dombıraları eleştirel bir bakışla inceledi ve Rus tüccara dükkânda kemanın mevcut olup olmadığını sordu. Şaşırmış olan satıcı, Kazak asıllı tercüman aracılığıyla Şakarim’in keman çalıp çalamadığını merak etti. Delikanlı keman çalmayı hayal ettiğini söyledi. Satıcı kendisinin müzisyen olduğunu, piyano