Ömür Tektir. Dinis Bülekov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ömür Tektir - Dinis Bülekov страница 10
Arınbasarov ahizeyi bıraktı ve yavaşça kalkıp, Gülşan’ın odasına yöneldi. Bunu gören Feyrüze, kâğıt gibi bembeyaz olup fırladı, hatta kocasına birden bağırdı:
– Arıslan!… Şey yani… Kızımız… dönmedi… Feyrüze tekrar ağlamaklı oldu ama bu sefer dayandı. Dün o İlğuca’sı ile sinemaya gitmişlerdi. Gece boyunca bekledim, gözümü kırpmadım. Gece boyunca şimşek çaktı, gök gürledi… Yıldırım düştüğü zamanlar da oldu… Korkuyorum. Dönerken, yoksa… yıldırım falan mı çarptı ki? Arkadaşlarına telefon etmeye de çekindim. Adı çıkmasın, dedim. Böyle bir alışkanlığı olmayınca yani… Ondan sonra ümitlenerek konuştu. Belki, buraya şimdi dönüp gelir… Çok yağdı yağmur, kovalarca…
Arınbasarov ne yapacağını bilemedi, bir uçtan bir uca yürüdü. Karısını nasıl avutacağını da bilemedi. Pencerenin önünde biraz düşündükten sonra sordu:
– Ya, telefon kiminle ortak? Telefon etmedi mi?
Mutfakta, çay hazırlamakta olduğu yerden gelen Feyrüze, kocasından gözlerini kaçırdı, sanki, bu durumdan o suçlu.
– Telefon etmedi ki.
– İşte gördün mü, karıcığım, – Arıslan’ın yüzünde bir sertlik oluştu. – Hep söylüyorum sana, fazla şımartma diye. Yok… – Ondan sonra ayakkabıları kutusuna koyup masanın üstüne bıraktı ve şöyle dedi:
– O delikanlıyı biliyorum, benim öğrencim. Onunla olsa, daha ne istersin.
Feyrüze o anda, son samana tutunmaya çalışan boğulan biri gibi bir nefeste:
– Biri, iki kez telefon etti, – dedi.– Ama sesi duyulmuyordu…
Bu haberden sonra Arınbasarov sakinleşir gibi oldu:
– Onlar bozuk bir telefon kulübesinden aramışlardır. – Kapının önünde, kısa bir araba kornası duyuldu. Arınbasarov acele ederek masaya çay içmeye oturdu. – Tamam karıcığım, iyiye yoralım. Sen şimdi işe gitme, telefon edip konuş da… Dönmesini bekle… E, kalanını da akşam konuşuruz.
Çok geçmeden, profesör Arınbasarov arabada hastanesine gidiyordu.
Üçüncü bölüm, yani hayale doğru bir adım
Cerrahi bölümü ülkenin en büyük kliniklerinden sayılıyor. E, bu en büyük kliniğin başhekimi kim? Kaznabayev, ilim doktoru. Profesör, Başkurdistan’ın ünlü doktoru… Çalışma odasındaki aynanın önünde kravatını düzeltirken Geyniyar Geynulloviç bunları aklından geçirdi. Düşüncelerinden memnundu o, gayriihtiyari gülümsedi. E, niye gülmesin, Kaznabayev bir yerlerde devrilmiş duran biri değil. İşte böyle. Kaznabayev’i artık, Yüksek Şurâ yöneticilerinden başlayıp ücra köylerdeki sıradan bir kolhozcuya38 kadar herkes biliyor. Hatta geçenlerde siyasi eğitim binasında yapılan cumhuriyet etkinliğinde Bakanlar Kurulu Başkanının birinci vekili elini sıkıp gitti.
– Gerekirse, Geyniyar Geynulloviç, gelin, biz yabancı değiliz, – dedi.
Tabi, Kaznabayev hiç şüphesiz gidecek. Boşuna mı o, birinci vekilin kız kardeşini, yok yerden kadro açarak, işe aldı. Evet, evet… E, işte birinci vekilin yanındaki kimdi ki? Niyeyse birden aklından çıktı gitti. Kalın kaşlı, mülayim yüzlü bir Rus’tu. E, evet, yanılmıyorsa sendikalarının İl Sovyetinin yeni başkanı idi. Evet, evet o! Burada onunla arayı sıkı tutmak gerek… Bütün izin belgeleri, diğer kolaylıklar onun elinde. Geçenlerde bir adam müsveddesini işten çıkarmak istediğinde ne kadar sıkıntı çekti. Sendika karşı çıkıyor… Kanun onların lehinde…
Kaznabayev memnun bir hâlde, parlayan simsiyah saçlarını arkaya taradı. Artık o, kırk sekiz yaşında. Onun için hayat yeni başlıyor. Mevki sahibi, yakışıklı, dört dörtlük.
Gerçekten de Kaznabayev’in dış görünüşü çok erkeksi, her kadını âşık edebilecek kadardı. Birleşerek yükselen kara kaşlar, düz sivri bir burun, toparlak dudaklı bir ağız, biraz kibir belirtisi ortaya çıkaran kare bir çene ve keskin bakışlar… Bunlara onun insanın içine işleyen yumuşak konuşmasını, sohbet edişini, sevgi göstererek güvenilir ağır yürüyüşünü de eklersen, Kaznabayev’in doğuştan insanlarla çalışmak için, yönetici olmak için yaratıldığına inanmaktan başka bir çaren de yok. Ağzı altın diş dolu. Öğrencilik yıllarının hatası işte. Birinin dolaştığı bir kızı almak istemişti ama kızın sevgilisi boksör çıktı. “Eh, yakışıklı delikanlı, al sana!” deyip altı dişini vurup kırdı. O düşüncesizce davrandı. Bu zamana kadar hep kızlar onun önünde “ah” ettiği için şimdi de öyle olur diye niyetlenmişti. Küçük bir öğrenci kutlaması idi galiba… Şimdi unutulmaya başladı. Birinin bir odalı dairesi vardı. Mutfağa çıktı ve güzel kızı görür görmez kucakladı. Sanki, onların evlenme çağları gelmiş…
Kaznabayev şimdi bunları hatırlayıp, mahzun mahzun gülümsedi. Bırak artık, olanlar unutulmuş. Ona göre, altın dişler işte onun sahip olduğu bu mevkiye güzellik katıyordu.
Başhekim, özenli siyah takımın üstüne kar gibi beyaz bir önlük giydi ve odasının kapısının açıldığını duyunca, çalışma odasından çıkmak için acele etti. Sekreteri Roza olsa gerek. Genelde kendisi görünmüyorsa, kimseyi geçirmez. Şimdi de tam böyle oldu. Odanın kapısını yarı açıp onun çıkmasını bekleyen Roza, o görününce içi eriyerek gülümsedi.
– Geyniyar Geynulloviç, size Arınbasarov gelmişti, – dedi. Zarif yüzlü, boyu posu güzel, gerektiği zaman sert de olabilen Roza, böyle anlarda yarım adım içeriye yürür ve arkasından kapıyı kapatır, ondan sonra daha kısık bir sese geçip konuya devam eder. – Onu, anladığım kadarıyla, telgraf çekip çağırtmışlar. Keyfi yok. – Böyle anlarda yan tarafı ile kapıya dayanır, sanki, birisi gelip açacak; kesinlikle, bu yarı ciddi yarı güvenilir tonu başhekimin beğendiğini iyi biliyor kız, bunun için, çok sadık bir köpek gibi, günler boyunca siyah suni deri ile kaplanan, iki parçadan oluşan yüksek kapıları göz bebeği gibi koruyor. Onun hakkında hastanede şöyle bir haber dolaşıyor. “Kaznabayev’in kara kapılarını alıp git, o zaman Roza da onlara takılıp gidecek.”
Şu anda, başhekim, sekreterinin yüzünü, üstünü başını detaylı olarak gözden geçirdi ve onun güzelliğine, özenine denilecek bir laf olmadığına inandığından (e, bunu kızın kendisi de fark ediyor), yumuşak bir sesle sordu.
– Akıllım, e… profesör Arınbasarov’un Moskova’da sempozyumda olması gerekmiyor muydu? Çok gitmek istediği için göndermiştim galiba, yanılmıyorsam…
– Evet, Geyniyar Geynulloviç. Onun daha bir haftalık izni vardı. Ama… dönmüş.
– Tuhaf,
38
Zirai işlerin yapılması adına sosyalist esaslar çerçevesinde kurulan devlet çiftliklerinde yaşayan kişi.