Şafak Sancısı. Cengiz Aytmatov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Şafak Sancısı - Cengiz Aytmatov страница 7
Görüşme sırasında Küncamal Apa Ğabit Nusrepov’a;
– “Kampın koyunlarını gütmeyi kendim istedim. Sabahtan akşama demir kafes içinde kıpırdamaksızın oturacağıma, içimdeki hasreti dışarı atayım; en azından bağırp ağlayarak hafifleyeyim diye düşündüm”, demiş.
ALJİR’de hapsolunan “halk düşmanı” hanımlarının sayısının 22 bine yakın olduğunu belgelerden öğreniyoruz. Şayet köye gidip barınmasaymış, sizin ananızın da hali nice olurdu?
Aytmatov: Tabii her şey olabilirdi… Ortaokuldayken öğretmenimizin daha önce kimseden duymadığım bir nasihati vardı. Şöyle demişti bana: “Oğlum birisi babanın ismini söylerse, ‘halk düşmanının çocuğuyum’ diye sakın yere bakma!”
Öğretmenimin bu sözü, her darda kaldığımda bana destek olmuştu. Bu sözler anamın, “Konuşulanların hepsi yalan, iftira. Senin baban halk düşmanı olamaz” dediği gerçekle bağdaşıyordu. O zamandan itibaren babam hakkında bir haber, bir ipucu bulmayı can-ı gönülden dilemeye başladım.
Şahanov: Yine kız kardeşiniz Roza’dan dinlediğim bir olayı anlatmadan edemeyeceğim.
Yıl 1975. İşim gereği Talas şehrine gitmiştim. Gittiğim yerde bir kadın “Siz Cengiz Aytmatov’un kardeşi değil misiniz?” diye güler yüzle karşılamıştır. “Evet”, dedim ben.
– Sizin buraya geldiğinizi tanıdık birisinden duydum. Allah duamı kabul etmiş. Yoksa sizlerle görüşmek için Frunze’ye gitmeyi düşünüyordum…
O zamanlar Cengiz’e dünyanın dört bucağından, Sovyetler Birliği’nin her tarafından gelen mektupların sayısı bilinmezdi. Herkes derdine deva arar, ağabeyimden yardımcı olmasını rica ederdi. Kimisi ev almasına yardım isterdi; kimisi çok pahalı ve ancak yurt dışında bulunan ilaçları almaya, bazıları da idareden gördüğü adaletsizlikleri anlatarak yardım etmesini isterdi. Büyük bir adaletsizliğin kurbanı olduğu için mi bilemem, Cengiz, gelen mektuplara vaktini ayırır, elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışırdı. Böylece bir talebi olanlar bazen beni arayıp bulur, mektuplarını, isteklerini ağabeyime ulaştırmamı rica ederlerdi. Bazen zaten işi gücü başını aşkın olan ağabeyime acıyor, geçiştirmeye çalışıyordum. Talas’ta karşıma çıkan kadını da ilk başta onlardan biri zannettim.
“Hayır, hayır” dedi o, sanki içimi okurcasına. Benim sizi aramam babanız Törekulla alakalı. Benim ağabeyim hapiste babanızla aynı koğuşta kalmış.
Babamın ismini duyduğumda tüylerim diken diken oldu.
– “Nerede ağabeyiniz? Yaşıyor mu?” demişim.
– Evet yaşıyor. Fakat şu anda hastanede, durumu pekiyi değil. Doktorlar sayılı gününün kaldığını söylüyorlar. Eğer mümkünse, ağabeyiniz Cengiz Aytmatov’la görüşmek istiyor. Ama gazetelerden o kişinin şu anda Amerika’da olduğunu okuyunca, sizi arıyordum.
Kadınla birlikte hastaneye gittim. Hastaların dinlenme saatine denk gelmişiz. Hastanın kardeşi olan hanım, nöbetçi hemşireden izin alarak içeri girdi. Abisinin kolundan tutarak koridora çıktılar.
Hastanın sabırlı birisi olduğu yüzünden okunuyordu. Ama hastalık iyice yıpratmış olacak ki, nefes alıp vermekte zorlanıyordu. Selâmlaşıp hal hatır sorduktan sonra adam yüzüme incelercesine baktı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.
– “Siman Törekul’u andırıyor… Artık ölsem de razıyım. Allah bana yardım etti” dedi ve duraksadı. Kendisinin Tanrıverdi Alapayev olduğunu söyleyen aksakal, konuşmaya başladı.
– Komsomol Kuruluşunda çalışıyordum. Ağabeyim Uzak-bay “Akjar” kolhozunun idarecisiydi. İdarede olanların çoğu, olur olmaz bahaneyle, “halk düşmanı” diye adlandırılıp hapse atılıyordu. Sıra ağabeyime de geldi. Kaşla göz arasında ağabeyimi tutuklayıp götürdüler. Tabii çok geçmeden aynı olayı ben de yaşadım.
– “Ağabeyin “halk düşmanı”. Kimlerle irtibatı vardı? Ne gibi zararlı davranışlarda bulundu? Nasıl bir şeyin propagandasını yapıyordu? Söyle, yoksa bu günlerini arayacak duruma düşersin”, deyip her gün sorguya çekiyor; yüz göz ayırt etmeden dövüyor, tekmeliyorlardı.
İnadım tuttu. Sesimi çıkarmadım. Bir gün sorgu yargıcı, tavırlarımdan tepesi atmış olsa gerek, silahının namlusuyla, olanca kuvvetiyle ağzıma vurdu. Dişlerimin neredeyse yarısı dökülmüş ve bayılmışım.
Aradan ne kadar süre geçtiğini bilemiyorum. Ayıldığımda kendimi koğuşun taş döşemelerinde buldum. Etrafıma bakındım. Her günkü dayaktan yüzü gözü şişmiş, perişan halde altı yedi kişi vardı. Köşede bir tane demir karyola duruyordu. Başucumda oturan adam, yüzümden, dudaklarımdan akan kanı siliyordu. Merhametli birisi olduğu gözlerinden belliydi.
“Kalk, canım, benim yerime yat”, deyip kalkmama yardım eden adam beni karyolaya yatırdı. Cezalılar, koğuştaki tek karyolaya sırayla yatıp dinleniyorlarmış. O gün sıra o adamınmış. Taş döşeme o kadar soğuktu ki, soğuk iliklerine kadar işliyordu. Diğerlerinden çıt çıkmadı. Hatta birbirlerine bir kelime etmekten bile korkuyorlar gibiydi.
Ertesi gün iyice tanış olduk. Bana yardım eden kişinin adı Törekul Aytmatovmuş. Talas’tan geldiğimi duyunca çok heyecanlandı. Gittikçe daha çok yakınlaşıp ağabey- kardeş gibi olduk. Durumumun teferruatını öğrenince;
“Senin herhangi bir suçun yok. Hem gençsin. Sadece ağabeyinden dolayı buradasın. Yargıçlar seni suçlu çıkarmak için bin dereden su getirirler. Çok dikkatli ol, kimseye ihanet etme, cesaretini ve metanetini korudukça işin kolaylaşacaktır. Eninde sonunda serbest bırakılırsın. Fakat bizim durumumuz farklı… Beklenmedik bir anda idama götürebilirler”, deyip derin bir of çekti.
Törekul, hapisteki yastığının beyazımsı kılıfından küçük bir el torbası dikmişmiş kendisine. Beyazımsı dediğim sadece sözde, torba o kadar kirlenmiş ki siyaha çalan gri renkteydi. Torbaya, Cengiz ve İlgiz diye iki oğlunun ismini işlemiş. Yanına bir de Talaş diye yazmak istemiş ancak, ipi bitmiş, son “s” harfini yazamamış. “Tala” yazısı net okunuyordu. Kendisinin ferasetli, bilgili, tertemiz; aynı zamanda çok zevkli olduğu her halinden belliydi. El torbasında her zaman bez parçasına sarılmış sabun, tarak ve diş fırçası bulundururdu.
Bir gece yanımızdakilere işittirmeden kulağıma fısıldadı:
– Benim günüm yaklaştı. 58. maddeye göre ceza kesmişler. “Halk Düşmanı” olarak mektup yazmam ve dışarıdan herhangi bir haber almam yasaklandı. Senden ahretlik bir isteğim var. Şu hapisten kurtulursan Şeker’e git, hanımımla, çocuklarımla görüş. Ben “Halk Düşmanı” filan değilim. Bunun bir iftira olduğunu anlat onlara. “Halk Düşmanının akrabası diye ağabeylerimi, kardeşlerimi de tutuklayacaklarından korkuyorum. Çocuklarımın en büyüğü Cengiz hayatta. Zorluk, insanın insana üstünlüğü nedir bilmeden büyüyordu. Tabiatı çok hassas idi. Moskova’dayken bir gün avluda iki kişinin dövüştüğünü görmüş. Taşı sıksa suyunu çıkaran bir delikanlının yaşlı bir adamı dövmüş.