Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik. Cemile Kınacı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik - Cemile Kınacı страница 15

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik - Cemile Kınacı

Скачать книгу

yoluyla kişi, dış grup hakkındaki inançlarının yanlış olduğunu öğrenebilmektedir. Kişinin tanıdığı dış grup üyelerinin, grubun tipik üyeleri olduğuna inanması gerekir, aksi takdirde bir dış grup üyesinin istisna olarak görülmesi stereotip ve önyargılar üzerinde hiçbir değişiklik yapmayacaktır. Son olarak temas sonucunda stereotip ve önyargının azalması için, gruplar arası eşitliği teşvik eden ve destekleyen sosyal değerlerin de olması gereklidir. Sosyal değerler güçlüdür ve içgrup ile dışgrup üyeleri arasında temas kurulmasında onlardan faydalanılabilir (Aronson, Wilson, Akert 2012: 803-804; Taylor, Peplau, Sears 2007: 206-207).

      Önyargılar adeta nesilden nesile bir miras gibi aktarılır. Bunlar kültürün bir parçasıdırlar. Önyargılardan kaçınmak oldukça zordur. Rasyonel düşünebilen toplumlarda önyargılar azalmış olsa da önyargı bütün toplumlarda sıkça görülmektedir. Çünkü insanlar, çevrelerini ve “ötekileri” değerlendirirken her zaman nesnel davranmayıp, duygularıyla, sempati ve antipatilerinin etkisiyle düşünmektedirler. Bu sebeple önyargıların evrensel ve her çağda eskimeyen bir yanı vardır (Tezcan 1974: 10).

      Kültürel Kimlik ve Etnik Sınırlar

      Kültürel kimliğin oluşumunda temel unsur olarak kültür esas alınır. Kültürün toplumlar arasındaki farkları derinleştirdiği düşünülür. Larrain de insana kimlik duygusunu veren şeyin, esas olarak paylaşılan bir dilin açığa çıkardığı, paylaşılan bir kültür olduğu fikrindedir (1995: 45). “Kültürümüz bize bir kimlik ve bir dizi vasıf sağlar. Kültür neyi düşüneceğimizi, nasıl hissedeceğimizi, nasıl giyineceğimizi, neleri nasıl yiyeceğimizi, nasıl konuşacağımızı, …, birbirimizle kuracağımız iletişimi ve çevremizi nasıl anlayacağımızı etkiler.” (Hogg ve Vaughan 2007: 671) İnsanların deneyim ve davranışlarını içinde doğdukları gelenek biçimlendirir. Konuşabileceği zamana kadar insanoğlu kültürünün küçük bir varlığıdır. Büyüdüğündeyse kültürün faaliyetlerine etkin bir şekilde katılır. Artık kültürünün alışkanlıkları onun alışkanlıkları, inançları onun inançları ve imkânsızlıkları onun imkânsızlıkları olmuştur (Benedict 1998: 25).

      Kolektif kimliğin ortak aidiyetin bilince çıkarılması olduğu gibi, kültürel kimlik de bir kültüre katılımın bilince çıkarılması ya da o kültüre ait olduğunun ilan edilmesidir (Assman 2001: 134). “Ortak bir coğrafyada, ortak idealler etrafında toplanmış, ortak tarihe ve ortak geleceğe yönelik birliktelikte oluşan ortak kültür, o ulusun kültürel kimliğini oluşturur.” (Mora 2008: 5) Bu tanımdan hareketle kültürel kimlik bir bakıma bir millete özgü olan millî kimlik olarak da değerlendirilebilir. Smith millî kimliğin temel özelliklerini şu şekilde sıralar:

      1. Tarihî bir toprak/ülke, ya da yurt

      2. Ortak mitler ve tarihî bellek

      3. Ortak bir kitlesel kamu kültürü

      4. Topluluğun bütün fertleri için geçerli ortak yasal hak ve görevler

      5. Topluluk fertlerinin ülke üzerinde serbest hareket imkânına sahip oldukları ortak bir ekonomi. (Smith 2009: 31-32)

      Görüldüğü gibi kültür, millî kimliğin temel unsurlarından birisidir. “Toplumlar, kültürel aidiyetlerine göre düşünür, davranır, yer, içer, kutlamaları, yasları, bayramları ait oldukları kültürün kodlarına göre tanımlanır ve paylaşılır.” (Mora 2008: 5) Kimlik kavramı en yalın şekliyle bir “aynılık” olarak kabul edilirse, özel bir grubun mensupları, sadece grubun dışındakilerle farklılıkları bakımından benzerlik gösterirler. Grup mensupları benzer şekillerde giyinir, yerler, aynı dili konuşurlar; bütün bu bakımlardan, kendilerine mensup olmayan, farklı biçimlerde giyinen, yiyen ve konuşan fertlerden farklılık gösterirler. İşte bu benzerlik-benzemezlik paradoksu, “millî kimliğin” anlamlarından birisidir (Smith 2009: 122-123). Buradan hareketle bir toplumun kültürel kimliği ile yeme içmesi, giyim kuşamı, konuştuğu dili, davranışı, düşüncesi, inancı kısacası o toplumu “ötekilerden” farklılaştıran millî karakteri kasdedilir. Millî karakter ise, toplumları birbirinden ayıran farklılıklar veya bir arada tutan benzerliklerdir. Herder de ırksal farklılıkları önemsizleştirirken kültürel farklılığa fazlasıyla vurgu yapar. Ona göre farklı bir dil konuşan herkes farklı bir ulustandır, kendi kimliğini ve devletini oluşturma hakkı vardır. Bu bağlamda Herder, diğer uluslarla yaşanacak çelişkilerin pozitif açıdan iç birliği sağlayacağını düşünür ve bunun kendi içinde olumlu bir durum olacağına işaret eder. Hatta Herder, mikromilliyetçiliğe ve önyargılara da karşı çıkmaz. Ona göre, önyargı yerinde ve zamanında ortaya çıktığında iyi bir şeydir, çünkü mutluluğun kaynağı olabilir. Önyargı, ulusları merkezde birleşmeye yönlendirir, köklerine daha sıkı sarılmalarına, kendi türlerini geliştirmelerine yol açar (Larrain 1995: 45-46). Herder’e göre, her milletin kendine özgü bir “deha”sı, düşünme, davranma ve iletişim tarzı vardır ve bu biricik deha, bu özgül kimlik, hasıraltı edildiği ya da yitirildiği her noktada yeniden keşfedilmelidir. Herder, “Haydi iş başına… bütün insanlar milletimizden, edebiyatımızdan, dilimizden söz etsinler; onlar bizimdir, onlar bizizdir, bu kadarı da kafidir zaten” der (Smith 2009: 123). Bu anlayışla milletler kendi özlerine, kültürel zenginliklerine dönerek “kolektif kendi”yi keşfetmeye çalışırlar. Grup içinde kültür bir yandan kimlik yaratırken, dışa karşı yabancılık duygusu verir. Kültürel temelli yabancılık bazen yabancı düşmanlığı, başka halklara karşı nefret ve yok etme savaşına kadar gidebilir. Bu noktada sevgi ve nefret adeta bir madalyonun iki yüzü gibi grup oluştururken aynı temel işlevlerin iki yönüdür (Assman 2001: 150-151). Kültürel farklılığın büyüklüğü kültürler arası teması etkileyebilir. Bir kültürün bizim kendi kültürümüzle benzemezlik derecesi kültürler arası etkileşimi etkileyebilir. Bir kültür ne denli farklı olarak algılanıyorsa, o denli çok sayıda insanın o kültür grubunun üyeleriyle kendileri arasına mesafe koydukları görülür. Bu durumda kültürlerarası temasın gelişme ihtimali azalır (Hogg ve Vaughan 2007: 672).

      Etnolojik ve sosyal antropolojik çalışmalar, kimlik sorununu çeşitli kültürlerin birbirleriyle çatışması çerçevesinde ele alır. Connolly’ye göre de hiçbir tanrı çeşitli kimlikleri uyumlu bir biçimde yaratmamıştır; “herhangi bir grup kimliğin hegemonyası onlardan farklı olana boyun eğdirilmesini ya da onun dışlanmasını gerektirir.” (Connolly 1995: 205).

      Yapılan etnolojik ve antropolojik çalışmalarda kimlik bir insan topluluğunun (etnisite) kolektif kimliği olarak görülmektedir (Bilgin 1999: 59). “Etnik bir grup, soya ait mitlerin rolünü ve tarihî anıları vurgulayan, din, gelenek, dil ya da kurumlar gibi bir veya birden fazla kültürel farklılığa göre tanınan ve ayırt edilen bir kültürel kollektif tiptir.” (Smith 2009: 41) Wimmer etnisiteyi, paylaşılan bir kültür ve ortak bir geçmiş inancına dayanan aidiyet hissi olarak tanımlar (Wimmer 2008: 973). Etni, bazı kültürel nitelikler bakımından ortak bir insan topluluğunu, özellikle bir dil ve kültür birliği olan topluluğu ifade eder (Bilgin 1999: 63). Dolayısıyla kültürel kimlik söz konusu olduğunda, bir etnisitenin kimliğine gönderme yapılır. Ulus ve etnisite tanımları her ne kadar birbiriyle benzerlik gösterse de aralarında farklar da vardır. Smith bu farklılık noktalarını vatan, ortak bir ekonomi, ortak yasal hak ve görevler olarak belirler. Ulus, sahip olduğu vatan toprağında, ortak bir ekonomi, ortak yasal hak ve görevleri paylaşan insan topluluğudur. Ancak etninin bir ülke ile olan bağı sadece tarihî ya da sembolik olabilir. Etnilerin kendi vatanlarında ikamet etmeleri gerekmez. Aynı şekilde etnilerin ortak bir iş bölümü ya da ekonomik birlik göstermeleri

Скачать книгу