Bir Pişmanlık Bir Ümit. Beksultan Nurjekeuli
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Bir Pişmanlık Bir Ümit - Beksultan Nurjekeuli страница 5
“Şegen aşağıya bir baksana! Dimdik, kayarsak işimiz biter.”
Peşinden tırmanan esmer çocuk, ensesinde çıban varmış gibi boynunu azıcık döndürüp arkasına baktı. Bir demet yumak otundan destek alan ayağı aniden kayıp yerinden oynadı. Kafasından soğuk su dökülmüş gibi bedenini titreme sardı. Sıkıca yere yapıştı. Dağ sanki gökyüzüne bağlanmış salıncak gibi dönmeye başladı. Elini azıcık serbest bırakırsa aşağıya yuvarlanacak gibiydi.
“Hey, ne oldu?” diyen Marat’ın, korkudan ödü kopmuştu. Sürüklenerek geldi ve Şegen’i kucaklayıverdi.
“Gözlerini aç! Yoksa başın dönmeye devam eder!” diye akıl öğretti. “Dağın tepesine bak! Yukarıya bak!”
Şegen, gözlerini zar zor açarak yukarıya baktı. Tepeye ulaşmalarına çok az kalmıştı. Tam ulaşmışken korktuğundan utandı ve bir an önce devam etmek istedi. Sesini çıkarırsa korktuğu belli olacağından, Marat’a gözleriyle “Devam edelim.” işareti yaptı. Deminki zayıflığını telafi etmek isteyerek tepeye onunla yanyana tırmandı.
“Nihayet!” dedi ve yüzüstü uzanıverdi tepede. İkinci defa, “Nihayet!” diyerek sırtının üstüne uzandı. “Tepeye çıkmak ne güzel!” Demin bembeyaz olan yüzüne kan gelmeye başlamıştı.
“Böyle bir güzellik olmaz olsun! Tepeye çıkana kadar canımız da çıkıyordu neredeyse.” Dedi, kötü bir şey olursa büyüğün suçlu tutulacağını bilen Marat. Neyse ki kötü bir şey olmamıştı. Bu fırsattan yararlanarak, “Demin aşağı yuvarlanacaksın diye nasıl korktuğumu bilsen! Jet hızıyla yanına geldim. Düz yerde bile öyle hızlı gidemem,” diye, puan kazanmaya çalıştı. Şegen ise daha alçak bir sesle konuştu:
“Ayağım kaydı. Kendimi dağın eteğinde bulacağımı düşünmüştüm. Yere yapışmasaydım gitmiştim!” diye kendisinin pek korkmadığını hissettirmeye çalıştı.
Bunların bulunduğu kısımda dağ ikiye ayrılıyormuş. Çatallaşan iki tepenin arası ise güneşli, taşsız ve dümdüz imiş. Dağın güneşe bakan alnı gibiydi. Sülün’ün kuyruk tüyüne benzeyen sarımsı beyaz çiçekli ışgınlar göz kamaştırıyor. Güney taraf süslene, püslene düğüne giden güzel kadınlarla dolmuştu sanki.
“Işgın, dağın sadece bu ensesinde güneşli tarafta yetişir.” dedi Marat, bildiklerini başkasından önce söylemeye çalışma alışkanlığıyla nefes nefese kalarak, “Diğer taraflarda daha çok kuzey kısmında, taşların arasında yetişir.”
Konuşmayı uzatmayıp öne doğru koştular. Açgözlülükle kopardıklarını soymadan ağızlarına koydular. Işgının yaprakları kuzukulağı, daha taze olan koçanları ise kuzu eti gibi idi. Tadınca tadı damağında kalıyordu. Sadece ikisi büyük bir servete kavuşmuş gibi rahat rahat yiyor, rahat rahat topluyordu. Tam bir cennetti. Olmamış koçanların biri diğerinden lezzetli, biri diğerinden yumuşaktı.
Biraz sonra Şegen’in kulağı çınlayıverdi. Uğultuya veya ıslığa benzer zayıf bir ses duyuldu. Arkasından üzerine korkunç bir şey çullandı. Daha bakmasına fırsat bırakmadan başına bir şey sarıldı. Korkudan gözlerini kapattı. Uzun ve dağınık tüylü bir hayvan mıydı, yoksa ince ve yumuşak bir kumaş mıydı, anlamamıştı? Serin ve nemli bir şey yüzüne, boynuna değmiş, dokunmuştu. Derhal boğacak, ısıracak diye bekledi, yapmadı. İnanmakta güçlük çekerek şaşkınlıkla yavaşça gözlerini açtı. Etrafı zifiri karanlık kaplamış, hiçbir şey gözükmüyordu. İki üç defa gözlerini açıp kapattı. Ayağının altını seçmekte zorlanıyordu. Deminki korkusu bir şey değilmiş meğer korkudan tir tir titredi. Dünyanın sonu gelmişti herhâlde. Zifiri karanlıktı. Hareket etmek istedi. Ancak uçurumun ne tarafta, düzlüğün ne tarafta olduğunu hatırlayamadı. Adım atarsa yerin deliğine düşecekmiş gibi geliyordu.
“Şegen neredesin?”
“Marrat!”
Kurt görmüş kuzu gibi meledi. Güzelim şerefin sınırını nasıl aştığını fark etmedi bile. –
“Korkuyorum, yanıma gelsene!” Topladığı ışgınları bir daha ihtiyacı olmayacakmış gibi yere attı.
“Korkma, ben yanındayım zaten.”
Marat’ı görünce dünyaya bir kötülük gelmediğini anladı.
“Tüh, sis mi bu, Marat?”
“Ne sisi. Bulut. Gezgin bulut. Şimdi geçer. Sis olursa kötü olur, uzun süre geçmez.” Dedi Marat. Onun da sesinde korku veya şüphe gibi güvensizlik hissediliyordu. Şegen: “Marat beni kandırıyor!” diye kuşkulandı.
O an güneş parladı ve hemen tekrar kayboldu. Dünyanın yerinde olduğuna emin olunca Şegen çok sevindi. Hava bir süre arka arkaya bir açtı, bir kapandı ve sonunda Marat’ın söylediği gibi bulut geçti gitti. Az önce korkmasına neden olan şey artık Şegen’in ilgisini çekmeye başlamıştı. Öbek öbek olarak yavaşça geçmekte olan bulut, o an ürkmüş koyunu andırıyordu. Kıvır kıvır beyaz bulutlar kesilmiş ineğin işkembesine de benziyordu. Biri alıp sürüklüyordu sanki, karnı kâh yere değiyor, kâh değmiyordu.
“Dönelim mi?” dedi Marat daha kendine gelememiş bir sesle. “Hava kararacak. Biraz aşağıya inip çam ağaçlarının içinden geçersek pek tehlikeli olmaz; ağaçların arasında ağaçlar ne kadar dik olursa olsun insanın başı dönmez.”
Eve hava iyice karardıktan sonra gelebildiler. Büyükler endişelenmiş, bunları aramaya başlamıştı. Dedeler atla aramak üzereymişler. Nineler bunları görür görmez konuşmaya, sorular sormaya başladılar. Neyi kızarak, neyi sevinerek söylediklerini ayırt etmek mümkün değildi. Yeni kurulmuş çadıra eşyalarını toplarken dışarıya çıkan Şegen’in babaannesi Batjan çocukları ilk gören olduğundan kızma ve azarlama payı daha çok ona düştü:
“Allah koruyasılar, neredeydiniz? Üzerinize titrerken ailelerinizi ne kadar endişelendirdiğinizin farkında mısınız siz? Dağ dağdır. İki ayaklı insan şöyle dursun, dört ayaklı hayvan bile kayar düşer o dağda.”
Onların sağ salim dönmelerine sevinen dedeleri ise pek kızmadı.
“Işgın için onca zahmete girmişsiniz!” dedi, Şegen’in dedesi Mamet biraz kızarak, “Allah bilir güney tepeye de gitmişsinizdir?” diye devam etti ve “Nasıl bildim!” der gibi kendinden memnun bir şekilde gülümseyerek kızıl kahve renkli sakalını sıvazladı.
“Evet!” dedi Marat ile Şegen övünerek. Eli boş dönmediklerini göstermek için koltuklarına sıkıştırdıkları ışgınları düşürmek içinkollarını hareket ettirip yukarı çektiler.
“Gevezeliğin babana çekmiş, maşallah!” diyerek arkaya bakıp yere tükürdü Şegen’in dedesi, torununa değil, başka birine söylüyormuş gibi. Sesi azarlıyor gibi değil, seviyor gibi çıkmıştı.
Bir