Bir Pişmanlık Bir Ümit. Beksultan Nurjekeuli
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Bir Pişmanlık Bir Ümit - Beksultan Nurjekeuli страница 8
Şegen, gece yarısına kadar birkaç defa hem kendisi korktu, hem evdekileri korkuttu. Sonunda iyice yorularak dedesinin kucağında uyuyakaldı. Mamet, torununu uyandırmaktan korkarak derin uykuya dalana kadar yerinden kıpırdamadı. Şegen’i rahat yatağa yatırdıktan sonra bile uyanıp uyanmadığını kontrol etmek için yüzüne bakarak epey bekledi. Atların başında bekçilik yapan Taybek’le ancak sabaha doğru yer değiştirdi.
Şegen, o gece derin derin uyudu ve öğleye doğru ancak kalktı. Korkmadan, fırtına sonrası açan güneş gibi sakin sakin gözlerini açtı. Çadırın güneşliği daha açılmamıştı, içi gölgeli ve serindi. Dışarıdan duyulur, duyulmaz insan sesleri geliyordu. Nasıl olup da kendisini yalnız bıraktıklarına şaşırmıştı. Başkası bırakmış olabilir ama babaanesi kesin yakınlardaydı. Burnuna ekşimsi bir koku geldi. Bu koku kımız kokusu değildi. Çok acıktığını fark etti. Yorganı üzerinden atarak kalktığında eli sopsoğuk ışgına değdi. Yanına bir demet soyulmuş ışgın koymuşlardı. Hiç düşünmeden bir tanesini ağzına atıverdi. Yumuşacık ve tazeydi. “Kurnaz Marat’tır bunu getiren!” diye geçti aklından. O sırada kapı ardından ayak sesleri duyuldu. Yorganını kafasına geçirdi. Ancak babaannesi fark etmişti.
“Gözünü seveyin, esmer kuzum!” diye sevmeye başladı. Dinç uyanmasına sevinerek yorganı açıp saçını kokladı. “Geceyi korkuyla geçirdik. Baş ağrın geçti mi? Babannesinin yavrusu! Kuzum! Sevinç kaynağım! İyice acıkmışsındır, kalk da bir şeyler ye! Hiçbir şey yemedin.”
“Işgınları kim getirdi?”
“Kim getirecek? Deden tabi. Sabah sağılacak kısrakları getirdiğinde bırakmıştı. Seni sevindirmek istemiştir. Canı çıktı adamın. Hepimizin canı çıktı. Babanın hayatta olup olmadığını öğrenemezken senin böyle hastalandığını görünce bizde can kalır mı?”
Taze koçanı memnuniyetle yiyen Şegen, bir an babaannesine şaşkınlıkla baktı.
“Eyvah, yoksa o bütün gece atları orada mı otlattı?”
Batjan, torununun ne demek istediğini anlamadığı hâlde, onu memnun etmek niyetiyle:
– Evet, orada otlattı yavrum, orada otlattı.” diye teyit etti.
Bunları duyan Şegen yerinden fırladı ve giyinmeden yalın ayak dışarı koştu.
“Dur! Dur, nereye gidiyorsun çırılçıplak?”
“Dede! Dede!” Şegen’in bağıran sesi, dışarıdakilerin hepsini kendisine baktırdı. Endişelenen babaannesi de evden çıktı. Atların yanında duran Mamet de Şegen’i görerek şaşkınlıkla ona doğru yürüdü. Gelip boynuna sarılacağını düşünürken, torunu yanına gelip durdu. Rengi atmıştı. Kucaklamak üzere elini uzattığında izin vermeyip geri çekildi. İhtiyarın kalbi cız etti. Sara hastalığına yakalandığını düşündü. Çocuğun bir şeyler söylediğini de geç fark etti.
“Atları nerede otlattın?”
Dedesi bir şey anlamamıştı. Onu niye soruyordu ki?
“Güney tepede.” dedi. “Allahım ne işine yarayacak bu?”
“Tamam işte. Tahmin ettiğim gibi. Atlar ışgınların hepsini mahvetmiştir.”
Sorduğu soruya ancak şimdi anlam verebilmişti Mamet.
“Şimdi anladım demek istediğini esmer yaramaz. Atlar onları yemez. Atları kendin mi zannettin, onları yesin?”
“Yemez ama üzerine basarlar ve ezerler.”
Mamet buna hemen karşılık veremedi.
“Ezmez. Gece gece ışgınları görür mü ki onlar?”
“Görür müymüş, görmezlerse nasıl otlanırlar? Mahvoldu hepsi.”
Şegen hemen döndü ve eve doğru koştu. Eve gelip kendini yatağa attı.
“Allah iyiliğini veresi, ne demiştin yine?” dedi Batjan, kocasına kızgın bir şekilde. Bu sefer Mamet eşinin suçlamasına sadece gülümsemeyle cevap verdi.
“Yaramaz yavrum benim!”dedi torununa yalvararak. “Hadi kalk, yemeğini ye! Sonra kula aygıra binip gidelim güney tepeye. Işgınların bıraktığın gibi durduğunu göstereyim sana. Atlar çam ağaçlarının olduğu kısımda otladılar, ışgınların bulunduğu tarafa geçmediler.”
Çocuk kafasını kaldırdı. Ağlamamıştı ama ağlamak üzere olduğunu belirterek burnunu çekmişti.
“Yalan söylüyorsun. Götürmezsin!”
“Götürürüm. Neden götürmeyeyim? Sen istersen güney tepeye değil, yerin dibine götürürüm. Deden senin için hayattadır.”
Dedesi dediğini yaptı. Kazak usulü eyere kalın minder döşeyip Şegen’i önüne oturttu. Eyerin gümüş kaplamalı ön kısmı kaplumbağanın burnu gibi minderin altından zor gözüküyordu. Şegen soğuk demire dokundu ve dedesinin kucağına girerek arkaya doğru oturdu. Dedesi de dizgini tuttuğu sol eliyle arada bir sıkı sıkı sarılıyordu koltuğunun altından. Herhâlde “Korkma, iyice tutuyorum!” demek istiyordu. “Geçen sefer bizim gittiğimiz yerden gidersek…” diye düşündü Şegen, gittikleri yolun at için çok tehlikeli olduğunu düşünerek. Ne yapacağını bilemeyip keyfi kaçmaya başlamıştı. Dedesi o an atın kafasını farklı bir yöne çevirdi.
“Nereye?” dedi Şegen, dedesinin kandırmış olabileceğini düşünerek.
“Nasıl nereye?” dedi dedesi de, onun sorusundan kuşkulanarak. “Siz geçen sefer hangi yoldan gitmiştiniz?”
“Şey, biz…” Demek babaannesi Marat’tan duyduklarını dedesine anlatmamıştı. Babaannesinin sır saklayabilmesinden büyük memnuniyet duydu Şegen. “Biz çayırın bitiş kısmından yukarı çıkmıştık.”
“Deli misiniz siz? Çok tehlikeli bir yoldur orası. Dik eğimden nasıl gittiniz? Evin dibinde düzgün yol varken.”
“Herşeyi biliyorsa, bu yolu neden bilmiyormuş ki?” diye, kafasında Marat’ı suçladı Şegen. Dedesi onu Koyunlu köye göndermeseydi o da gelirdi. Tüh!”
Kula at, genelde hızlı yürürdü. Belki de sürekli yukarı çıktığından bu sefer üzerindekileri sarsmadan dikkatli ve yavaş gidiyordu. Ayrıca çok korkuyor gibiydi, hep kulağını dikerek etrafta kendisini korkutacak bir şeyler arıyordu sanki. Ardıç ağaçlarının, taşların arasından uçan serçelerin bile sesi onu ürkütmeye ve o yönden kendini çekmeye yetiyordu. Atın o anlarda ki vücut titremesini hem ata değen dizleriyle hissediyor, hem de dedesinin dizgini çekişinden anlıyordu. Keşke kula ata bindiğini Marat görseydi.
Uzaktan bakılınca dağın üst tarafı bıçağın sırtı gibi incecik gözükür. Gidip baktığında ise oldukça geniş