Kalabalık. Afak Mesut

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kalabalık - Afak Mesut страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kalabalık - Afak Mesut

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Yemek boğazına takıldı, gözleri doldu:

      “Annem de, babam da öldüler.”

      Küçük adamın da gözleri doldu, acıdan dudakları buruştu:

      “Kurban olurum sana, ağlama. Yemeğini ye.”

      Hissetti nasıl kaşlarının altı göz yaşlarıyla doldu, yaş gözünden akarak önce yanağına, oradan da yediği yemeğin içine damladı.

      Küçük adamın da gözleri dolup dolup boşaldı, ağlıyarak:

      “Kurban olurum..”, kelimesini tekrar etti.

      Sonra oluğun karanlık köşesine kadar gidip oradan yün kumaşa benzeyen rengi solmuş battaniye getirdi ve onu battaniyeye sardı. Küçük elleriyle saçını okşadı, ağlamaktan akan burnunu gömleğinin kollarıyla sildi ve ona göz kırptı:

      “Uyu, uyu, küçük kız, uyu. Yarın güneş çıkacak, mantarlar bitecek.”, dedi.

      Sonra küçük adam yine onunla karşılıklı oturarak aynı kelimeyi tekrarladı:

      “Kurban olurum.”

      … Battaniyenin altında ısınarak, mumun ışığını seyrederek uyudu. Rüyasında yine insanlarla dolu gök kubbesi yerlere iniyordu, insanlar yine söyleniyorlardı, rahatsız edici seslerle ona saldırmaya hazırlanıyorlardı.

      Rüyadan uyanarak etrafına bakındı.

      Artık sabah olmuştu. Oluğun içi bomboştu. Ne küçük adam vardı, ne sandalye, ne de tava.

      Kafasını oyuktan dışarı çıkararak etrafa baktı. Orman sis kaplıydı. Ara sıra kuş sesleri duyuluyordu.

      Bir sürü mantar vardı. Bağırarak küçük adamı seslemek istedi, fakat ansızın onun ismini bilmediğini hatırladı. O yüzden elini ağzına götürerek aynen küçük adamın yaptığı gibi sesini uzatarak:

      “Kurb a a n olurum!”, diye bağırdı.

      Sesi ormanın içinde yankılandı. Ağaçların arasında dolaştı. Ağaçlar sallanarak yapraklarını kıpırdatıp: “Kurbannnn olurrruum!”, sözünü tüm ormana yaydılar.

      Üşüdü, oluğun bir tarafına sığındı, güçsüzlüğünü farkederek çenesini dizlerine yaslayarak ağladı.

      Ağaçlar bir süre daha sallanarak:

      “Kurbannn olurumm!”, diyerek fısıldaşmayı sürdürdüler. Sonra rüzgar esti. Uzaklardan bir yerlerden yine o korkunç gürültünün sesi duyuluyordu.

      Kafasını oyuktan çıkararak dizleri boşalırcasına aşağıya baktı.

      Siyah kalabalık kuru yaprakları çiğneyerek ormanın sessizliğini bozarak palamutun altından geçiyorlardı. Rüzgar estikçe tabutta siyah giysiyle yatmış babasının saçları dağılıyor du.

      Siyah giysili insanlar uzun çehreleriyle onu aşağıdan yukarıya seyrediyorlardı:

      “Ayıptır, in aşağıya!”, diyorlardı.

      Oyuktan çıkarak bir bir güçlükle aşağıya indi. Elbisesi bir kaç kez dallara takılmıştı. Birisi onu kalabalığın içine itti ve:

      “Allah belanı versin!”, diye ekledi.

      Sonra uzun süre baykuşlar uluyarak siyah giysili uzun adamların arasıyla babasının cesedine refakat ettiler.

      … Yine bir yerlerden ağlamak sesi duyuluyordu. Sesin geldiği yöne doğru yürüdü.

      Annesi bezdeydi, ağzında biberon, yuvarlak gözleriyle durmadan onu izliyordu.

      Sonra nasıl olduysa annesi biberonu yere tükürerek bayılacakmışcasına ağladı. Gelip annesini kucağına götürdü, biberonu ağzına tıkadı ve sallamaya başladı. Annesi susmadı, yine biberonu yere tükürdü ve soluk bile almadan ağladı.

      Aceleyle gömleğinin düğmelerini açtı, göğsünü annesinin ağlamaktan soğumuş ağzına tıkadı. Annesi göğsünü açgözlükle emdikçe onun gözleri karardı, başı dönmeye başladı.

      Sonra bir baktı ki, annesinin ağzının kenarından kan damlıyor…

      Göğsünü annesinin ağzından çıkarmak istedi, fakat annesi bırakmadı, elini bezden çıkararak eliyle onun kan damlıyan göğsünü kavradı.

      Annesinin elinden böyle bir süre soluk bile almadan kurtulmaya çalıştı, fakat nafile. Göğsü annesinin ağzında yine uyudu.

      Annesinin iniltisine uyandı.

      Annesi sırtını eğerek, arkası onu dönük oturmuştu. “Vah, canım”, diye inliyordu.

      Vücudu titriyerek gelip annesiyle karşı karşıya oturdu.

      Annesi sarı elleriyle insanda şişirilmiş balon etkisi yaratan karnını tutarak oturmuştu.

      … Eliyle annesinin karnına dokundu. Annesinin karnında kocaman taşlar vardı sanki.

      Dizlerinin üzerinde oturarak annesinin karnını ovdu, içindeki taşları usul usul ezdi. Taşlar ezilip yumuşadıkça annesi zevkten gözlerini kapayarak:

      “Ohhh be!”, diye inliyordu.

      Sonra teyzesi geldi. Şişman vücudunu estirerek gelip annesiyle karşılıklı oturdu, onunla beraber annesinin karnını ovdu. Sıksık yanındaki leğenden un alarak annesinin karnına serpti ve annesinin karnını hamur misali yoğurdu. Yoğurdu, küçük hamur parçaları kesti, eteğine toplayıp ayağa kalktı, annesinin sessizçe bir noktaya bakan gözlerini kapadı, üzerine beyaz bir örtü örttü ve sakin bir biçimde:

      “Öldü”, dedi.

      Sonra ensesine dağılan saçlarını unlu elleriyle özenle düzeltti, onun ellerini çekiştirerek:

      “Gidelim”, dedi.

      “Ya o?”

      “O, öldü artık.”, teyzesi çok sakin konuşuyordu.

      Eli teyzesinin elinde annesinin yatağından uzaklaştıkça baktı ki, annesi üzerine kapatılan beyaz örtüyü kaldırarak onların gidişini seyrediyor.

      Teyzesinin evi onların eviyle karşı karşıyaydı.

      Teyzesi onu avlularına getirip tandırın kenarına oturttu, eline bir hamur parçası vererek:

      “Oyna bakalım.”, dedi. Kendisiyse tandırın bir kenarında oturup ekmek pişirmek için hamur hazırlanmaya başladı.

      Hamur parçası beyaz ve yumuşaktı, eline yapışıyordu. İstenilen hale getirmek mümkündü. Hamurdan küçük adamlar hazırladı, onları karşı karşıya dizerek dövüştürdü bir süre, sonra bıktı, hepsini tandıra attı. Eğilip simsiyah olan hamurlara baktı. Sonra hamurlardan birkaç

Скачать книгу