Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat. Babahan Muhammed Şerif
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat - Babahan Muhammed Şerif страница 16
Görüyoruz ki, kahraman basıt bir iş için ona aziyet çektiren dünyadan ümidini keserek, güzel bildiği dünyaya – internete yüz çevirir. Öykünün asıl anlamı şurada: yaşadığı ortamdan, dünyasından insanların havesi kırılmaması gerekir, bunun için her bir kişi, ilk önce devlet adamları mesul. Binayenaleyh, devletin yöneticileri iş başina helal, görevine munasıp kişileri tayin etmeleri gerekir ki, iş yürütmek de kolay olsun, halkın sevgisini de kazansınlar. Zaten, görev sorumluluktur, yükünü mesuliyetli, helal profesyönel kişi taşısın.
“Kutsal Mülkiyet Hakkı”, “Haciz” öykülerinde de insanların kismetine lakayt görevliler, savsaklamak tenkit edilmiştir.
“Kuzu Tüccarları” ve “Hacıpavlo’nun Okulu ve Rüzgara Çare” hikayelerini yaratmakta İsmail Bozkurt’a milletvekili tecrübesi yararlı olmuştur. Tabii, İsmail Bey kendini halktan ayırdetmeyen, fedakar milletvekillerini de, tesadüfi, kendi çıkarından başkasını düşünmeyen şahısları da görmüştür. İkinci öyküde seçimi kazanıncaya kadar halka çuval çuval vaadlar verip kandıran yalancılar, birincisinda ise halkın arzu umitlerinden uzak milletvekilleri ifşa edilir.
“İngiliz Kuralcılığı” hikayesinda Türk toplumsal karakterinin milli menfaatlara aykırı sıfatları kaleme alınmıştır. Görünürde yazar İngilizlerin kuralcılığını hiciv etmiş gibi, ama hikayenin esas anlamı başkadır. Bu anlam sonuçta bellı olur. Hikaye başkişisinin sözlerine dikkat edin: “Arkadaşımla gülüşürüz hep! Gülüşürüz, gülüşürüz ama ülkemizdeki kuralsızlığı, daha doğrusu kuralların duruma ve kişiye göre uygulanmasını anımsadıkça, İngiliz kuralcılığı hoşumuza da gitmiyor değil”. Nekadar tanıdık bir manzara. Bu tüm Türk ülkelerinde o ve ya bu derecede yaşamakta olan ve yok edilmesi gereken bir illet. Kanun üstünlüğü temin edilmedikçe suiistimallara yol açıktır.
İsmail Bozkurt edebiyatın çeşit türlerinde kendini deneyen ve başarılı olan bir yazardır. Dostumu 2011 yılında meşhür Evliya Çelebinin talebesi, yani seyahatçı olarak keşfettim. O kendini edebiyatın “gezi türü”nü da güzel yazabilecek yazar olarak gösterdi – 756 sahfalık “Kuzey Kıbrıs Seyahatnamesi”ni Ankaranın “Bengü” yayınlarında bastırdı. Türk dünyasının başka tanınmış yazar ve teşkilatçıları – Yakup Deliömeroğlu ile Ali Akbaş ona bu seyahatnameyı yazma önerisinde bulunmuşlar, İsmail Bey önce tereddüt etmiş, ama sonra kabul etmiş. Zaten kendisinin dediği gibi, İsmail Bey’in yaşamı “böyle bir seyahatname için “biçilmiş kaftan”dı. Ücra bir köyünde doğduğum Kıbrıs’ı, yaşamım süresince dolaşıp durmuştum”. Yazar, Evliya Çeledi gibi, gördüklerini ve duyduklarını ustalıkla yazmıştır. O Kuzey Kıbrıs şehir, kasaba, köylerinin tarihi ve kültürel zenginlikleri, fiziksel özellikleri, tabiatı, ekonomisi, yöneticileri ve ünlü kişileri, örf adetler hakkında ilgi çekici bir şekilde yazmayı başarmıştır. Ager bu kitapı Kuzey Kıbrıs Ansiklopedisi desek hiç mubalağa olmıyor.
İsmail Bey’in çok çalişma yeteneğine, trudogolikliğine ben daim hayretlenmişimdir. Bunun kökleri nerede acaba, diye düşünüyorum. Halka bir şeyler vermek isteği çok önemlidir. Ama aile ortamı, muhitinin yeri ve rolü de vardır tabii. Ayakta durabilmesi, bin çeşit çetinlikleri yenebilmesinde aile ortamı, güzel, anlayışlı Yenge Rahme Hanım’ın destegi onun en önemli, inançlı direği olmuştur. Hayatta anlayışlı ömür yoldaşının varolması – çok büyük nimetdir. Bir görüştüğümüzde Yenge Hanım’a espri olarak “İsmail ağa sizin bir nimet olduğunuzu biliyor mu?” diye sordum. “Biliyor, biliyor, ama aslında İsmail Bey’in kendisi benim için büyük nimettir” demişti.
Bu sözleri daha da geniş kapsamda kullanarak diyebilirimki, İsmail Bozkurt sadece ailesi, dostları veya hatta Kıbrıs için değil, belki Çin seddinden Adriatik denizine kadar tüm Türk dünyası için büyük nimettir. İsmail Bey’in teşkilatçılık faaliyeti da, yazar, bilim adamı olarak Türk dünyasına ettiği hizmetleri da bu hulasa için yeterli esas olabilir.
TARİH GERÇEKLİĞİ VE BEDİİ GERÇEKLİK
Ana Yurdun aman olsa, rengin de saman olmaz, der halkımız. Hakikaten, ana toprak şefkati, Vatan aşkı, vatanperverlik insanın en güzel ve onu yücelten faziletlerden biridir. Vatan sevdası, vatanperverlik, milletseverlik hissi birbirine sımsıkı bağlı olduğu gibi, kendi ülkesine, halkına olan sevgi duygusu da ulusalcılıkla birbirine sımsıkı bağlıdır. Edebiyatta yaratılan karakterlerin güzel özellikleri, öncelikle işte bu büyük duyguların ifadesiyle aydınlanır. Zira Vatan, yurdun istiklali, revnakı için mücadele etmek en hümanist, ulusal ideallerin kazanması için mücadele etmekten ayrı tasavvur edilemez. Dünya edebiyatında yaratılan en iyi eserlerin olumlu kahramanlarına da vatanperverlik, Vatanı sevmek, onu yüceltmek gibi duygu ve özellikler hasdır. Vatanı sevmek imandan olduğu gibi onun bağımsızlığı için savaşmak, mücadele etmek ve onu korumak da imandandır. Ünlü yazar Yavuz Bahadıroğlu’nun birçok eseri, özellikle “Buhara Yanıyor”, “Elveda Buhara”, “Malazgirt’te Bir Cuma Sabahı”, “Selahddin Eyyubi” gibi romanları kahramanları için de vatan duygusundan daha yüce, daha değerli duygu yoktur. Romanların kahramanları Celaleddin Harezmşah, Timur Melik, Sarı Lağot, Sultan Alpaslan, Abdurrahman Bey, onun oğlu Tekin, Sultan Selahaddin, Osman ve Bilal’e özgü bu yüce özelliği tarihi döneme, belli bir duruma bağlayıp gerçekçilikle tasvir etmesi yazarın edebi başarısıdır.
Tarihi roman yazan edip karakter yaratırken bedii dokulardan yararlanmanın yanı sıra kaleme aldığı dönemin olay ve hadiselerinin silsilesini, o dönemde yaşayan belli başlı tarihi şahsiyetlerin faaliyetlerini tasvir ederken gerçekliklerden kaçınmaması gerekir. Burada yazardan tarihi hakikatle bedii hakikat arasında bir uyum bulup öyle yansıtması, tasvirden bugün ve gelecek gün için önemli anlamlar çıkarması talep edilir. Tarihi romanlar, eserler halk ruhunu yükseltmeye hizmet etmesi lazım. Yavuz Bahadıroğlu bu görevin üstesinden gelmiştir. O roman kahramanlarının kaderi tasviri vasıtasıyla vatanın bağımsızlığı, el yurdun huzuru için savaşta manevi ve ruhsal birliğin ne kadar önemli olduğunu, azimli ve kararlı, itikatlı, bir tek gayeye inanan ve gerçek bir yol göstericinin etrafında birleşen insanların nelere kadir olduğunu gösterebilmiştir.
“Buhara Yanıyor” ve “Elveda Buhara” romanlarının merkezinde Sultan Celaleddin Harezmşah yer almıştır. Romanlarda Celaleddin kendi ruhi dünyasına, kendi görüşlerine sahip insan olarak betimlenmiştir. Celaleddin’in büyük komandan, devlat adamı olarak siyasi faaliyeti, aynı zamanda bir insan olarak duyguları, ruhi alami gerçek tasvir edilmiştir. Celaleddin karakterindeki değişimler tarihi hadiselere uygun olarak tasvirlenmiştir. Yazar Mengüberdi şahsiyetiyle onun zamanı vaka hadiseleri arasındaki bağlılığı doğru teşhir etmiştir. O günün realitesi ile kahramanın hareketleri, düşünceleri arasındaki uymazlık, ziddiyet giderek derinleşir ve sonuçta kahramanı halekete götürdüğü gerçek tasvirlenmiştir.
Vatan, millet hürlüğünü korumak duyğusu, mesuliyet hissi kahramanı faal harekete yönlendirir, ama şah hanedanına mansup kişiler, özellikle babaannesi Türkan Hatun, küçük kardeşlerinin, saraydaki bazı yüksek görevliler, komutanların burnunun uçudan uzagı göremediği, bilhassa vatan ve millet kismetini değil, kendi çıkarlarını düşünüşü, ihaneti, aşağılığı Celaleddin Harezmşah’a, devlete zarar verdi. Rezaletlere dolu hayatı değiştirmek için amansız mücadelede Celaleddin eşitsiz iradesi ve cesaretine rağman kaybetti. Bunun sonuçları nelere getirdiği besbellidir: ülke özgürlüğünü kaybetti, tüm Türk ve İslam dünyası Moğol istibdatı