Sovyet Öykü Seçkisi. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sovyet Öykü Seçkisi - Анонимный автор страница 21
Andrey’in, kendi babasıyla arasında büyük bir husumet vardı. Somurtkan ve düşünceli biri olup çıkmıştı. Tatyana’yı görmeye nadir gidiyordu. Grigoriy’le de kavga etmişti ve ondan da kaçıyordu. Babası ve Grigoriy, Andrey’e yükleniyorlardı:
“Kızla kilise huzurunda gerektiği gibi evlen.”
“Sovyet kararnamesine göre yaşamak istiyorum, yeni kanunlara saygı duymak gerekiyor,” dedi Andrey.
“Senin kararnamen ise gıcırtı yapan çizmeleri giymek gibi gözüküyor…”
“İşte senin kararnamen,” diye hırıltılı bir sesle bağırdı Grigoriy, gözleri öfkeyle fal taşı gibi açılmıştı. Andrey ise kızardı.
Günlerden bir gün Grigoriy evde yoktu ve Darya Nine ise çamaşır yıkamaya gitmişti. Kocakarı döndüğünde torunu ortalarda yoktu. Tatyana oturma odasındaydı ve kapı kilitliydi.
“Aç kapıyı!”
Kapı açılmadı. Nineyi bir titreme almıştı. Kapıya vurdu da vurdu, kapının arkasından gelen inilti duyuluyordu yalnızca. Nine bostandan pencereye bir merdiven dayadı ve cama tırmandı.
Tatyana karnını tutmuş, yastığını kemiriyor ve inliyordu.
“Oy sen, mahzun kuzum! O, alçak, kapıyı da sürgülemiş. Mayası bozuk, bebeği boğmayı düşünüyordu. Oy, günah… günah…” diye bağırmaya başladı kocakarı ve topallaya topallaya ellerini yıkamak için dışarı çıktı.
Kapı eşiğinden Nastasya’nın çizmeleri gıcırdadı:
“Merhaba, Darya Nine … Tavuğum sizin bahçeye kaçmış mı acaba? Kimi boğmak istiyorsunuz? Ha?”
“Sarı şallı seni! Seni aşağılık kadın! Köyün erkekleri sana yetmedi mi? Defol, defol!”
Kocakarı ellerini yıkadı, doğum kolay olsun diye oturma odasından, Tatyana’nın yatağının başına eski bir ikon getirdi ve kutsal oruç sonrası yaktıkları mumu yaktı, avlu kapısını sonuna kadar açtı. Kilisedeki altın kapılar açılsa daha iyiydi ama vakit yoktu. Yeni bebeği doğurtmak için torununun yanına koştu tekrar.
Bu sırada Andrey, şapkasını çıkarmış, çingene gözlerini kısmış, Grigoriy’in önünde duruyordu. Dedi ki:
“Grigoriy dayı, babalık, karar verdim kararnameyi bozacağım. Kilise istiyorsanız kilise olsun… Razıyım ben… Evdekiler artık başımın etini yiyor.”
Grigoriy karasabana demir harman sapı takıyordu. Sert bir ifadeyle Andrey’i dinliyordu.
“İşim var,” diye cevapladı.
Oturdular ve sigara içtiler.
“Ne yapacaksın şimdi?”
“Ormana gideceğim, odunumuz az,” dedi Andrey.
Bu arada yeni doğan bebek kısa yaşadı ve ertesi gün öldü.
Darya Nine koşuşturdu, koşuşturdu. Kesesinden gümüş bir elli kapiklik aldı, sonra papaza gitti. Papaz Sem-yon elliliği dişleriyle kontrol etti, kesesini yokladı ve kadının teklifini kabul etti. Gece vakti, kimse duymadan, köy mezarlığına bebeği gömdüler.
Karanlık ve sıcaktı gece, tarlalar esiyordu.
Nine yatağa uzandı, Grigoriy içiyordu. Tatyana toparlanmıştı.
Üçüncü gün akşam Andrey kooperatifte Nastasya’yla karşılaştı. Dul kadın ringa balığı satın aldı, Andrey ise tütün.
Andrey’in kalbi sızladı, dul kadın ise çizmelerini gıcırdatıyor, güzelliğiyle dikkat çekiyordu, göğüslerini dışarı çıkarmıştı. Andrey evine gitti. Arkasından Nastasya’nın cadı gibi tıslayan sesini duydu:
“Neden kibirlendin Andrey? Düğün ne zaman?”
“Ne yapacaksın ki?”
“Nasıl yani, haydi düğüne sen davet et. İyi bakalım, Tanrı Tatyana’ya oğlan mı kız mı verdi?
“Ne geveliyorsun! Bilmiyorum… Ormandan yeni geldim ben.”
“Git… Bak, boğmuş çocuğu… Günahkâr kadın, duydum…. Of, duyduğum hiç iyi değil…” dedi Nastasya.
Andrey burnundan soluyarak, vahşi bir hayvan gibi etrafına bakındı ve bütün soğukkanlılığıyla, uyku sersemi gibi ayağını sürüyerek yola koyuldu.
“Haydi, çay içmeye gidelim… Ringa balığı da aldım,” dedi Nastasya, Andrey’in gözlerine bakarak.
Andrey, iradesinin aksine sürekli olarak bir cadının büyüsüne katılır gibi Nastasya’nın peşinden gidiyordu. Nastasya bir şeyler konuşuyordu, Andrey duymuyordu bile, aklı Tatyana’daydı: Erkek çocuk hem istiyordu hem istemiyordu, canı da çok kötü bir şeyin olacağını hissediyormuş gibi sıkılıyordu.
Gece yarısından sonra, dul kadının evde yaptığı sert votkayla neşelendi ve Andrey şarkı mırıldanarak, tüm köy boyunca yürüdü.
“Dur. Pencereyi tıklatmak lazım,” dedi Andrey.
Grigoriy tıkırtının üzerine pencereden baktı.
“Merhaba, geçmişteki babam!… Kayınpederim. Resmi nikâhlı karım nerede? Diyorlar ki bir çocuğumuz olmuş. Çocuk nerede?”
“Çocuk falan yok.”
“Nasıl yok? Var! Ama kocakarıyla boğmaya cesaret ettiniz, doğru cezaevine… Bili-yo-rumm kardeşim!” dedi yalpalayan Andrey, burnundan soluyarak.
Nine, karanlık bir yere sinmiş, dizlerine vuruyor ve onları dinliyordu:
“Git, delikanlı, uykunu al, ayıl,” dedi Grigoriy ve pencereyi kapadı.
Andrey pencereye yapıştı ve bas bas bağırmaya başladı:
“Öyleyse bugün bitmeden hemen yazılı itiraz vereceğim: İstemem! İşte böyle… Mademki boğdunuz, canınız cehenneme! Kendin onla evlen…”
Andrey izbesine yaklaşırken, dul Nastasya ateş gibi Andrey’in önüne atıldı.
Gözlerinden, alnından, dudaklarından çıldırmış gibi öptü ve fısıldadı:
“Sevgilim… Kırmızı çiçeğim… Vazgeçti… Kulaklarımla duydum… Haydi, artık mezara kadar benim olacaksın.”
Andrey, dul kadının evine taşındı. Tatyana buna çok üzülmedi: Andrey onu sevmemişti ve sevmeyecekti. Böyle işte. Başka iyi delikanlılar da vardı. Kızıl Ordu’dan dönmüş erler az mıydı? Konuşmaları, davranışları, ilgi