Bozkurtun Patikası. Abdıreşit Taşov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Bozkurtun Patikası - Abdıreşit Taşov страница 5
– Evet, benim geleceğimden, senin önceden haberin olmalıydı. Yoksa bu civarlarda başka kurt varmı ki?
– Biliyor musun? Bu magara, kadim dönemlerde, Bozkut ile Gökbörünün yaşamış olduğu magaraydı. Bu magaraının bittiği yerde, Bozkurtun patikası başlar. O patika ise, Yedikayaya kadar götürür. Yedi yılda bir kere, Bozkurt, kendi patikasıyla yürüyerek buraya gelir ve gece yarısından sonra, Yedikayaya çıkarak geri döner.
– Sen bunları bana neden anlatıyorsun?
– Senın, bu magaranın basit bir magara olmayıp da, kutsal bir magara olduğunu bilmen, dahası senin seçkin bir kurt olduğun için…
– Acaba, üç ayaklı kurt seçkin kurt olabilir mi? Evet, daha önceleri dört ayağımın herbirisi yere basarken, gerçekten de, ben seçkin bir kurt idim.
– Ensendeki gümüşsü tüy nedir?
– Sakat bacağı eski haline getirmedikten sonra, onun gibi kırk adet gümüşsü tüyün olsa bile, onların ne faydası olabilir ki?
– Böyle deme! Gümüşsü tüyler, senin, Bozkurdun mirasçısı olduğun kanıtı anlamına gelmektedir. Ensende, böyle bir tüyün var olduğundan dolayı, sen, bu magara-da kalmaya hak kazanmış oluyorsun. O tüyün var olması, Bozkurdun ruhunun, ikimizi kavuşturmasına vesile olmuştur. O gümüşsü tüylerin kereminden dolayı, ensesinde böyle tüylerin üçüsü olan eniğimiz dünyaya geldi. Sende on kurdun gücü var ise, onun otuz kurdunku kadar gücü olacaktır.
Akhal, öylesine bir güyce sahip olacak eniği ile gurur duydu. Onu kokladı. Sonra ise yalamak istedi. Tüyler oldukça sert idi. Üstelik de sivriydiler. Az kalsın, onun dili dilimdilkiç olacaktı. Iyi ki, zamanında dilini geri çekmeye yetişmişti. Dilinin kanlar içinde kalan kısmını, somağına sürterek, az da olsa rahatladı.
– Bizde, Azrail’in tüyünün olduğunu biliyordum. Ancak, balık sırtı gibi bu kadar sert tüyler olduğunu bilmiyordum – diye, Akhal magaranın girişine daha yakın yerde bulunan taşın etrafından üç kez dolaştıktan sonra, taşa çıkarak üzerinde yattı.
– Kurtlarda var olan tüm tüyleri, bize, Azrail’in peşkeş çekmiş olduğu tüylerdir. Işte, bundan dolayı da, bizim eniğimiz, üç yaşına geldiğinde, üç gümüşsü tüyün kudreti sayesinde, kurtların önderi olacaktır.
– O nasıl bir mucize?
– Bozkurt, onu yanına çağırana kadar, ecel ona yaklaşamaz.
– Gel, o zaman, ona bir isim verelim! Eğer, O, otuz kurdun gücüne sahip olacak ise, “Ot” olan ilk iki harfi çıkarıp, “uz” olan son iki harfa “Kurt” kelimesini ekleyelim, böylece “Uzkurt” olur.
– Peki, senin dediğin gibi olsun! – diye, Aybörü, Akhal’ın söylediklerini kabul etti.
Böylece, mirasçı eniğin adı Uzkurt oldu. O, günden güne büyümekteydi.
Gündüzleri, magaranın içinde geçmesi çetrefilli olan yerlerden bile geçerek çok uzaklara giderdi. Bir keresinde O, iki gece gündüz ortalıklarda gözükmedi. Üçüncü güne girildiğinde, sanki birsi onu takip ediyormuşcasına koşuşturarak geldi. O olaydan sonra, onu pek fazla da gözlerden uzak kalmaması için takip etmeye başladırlar. O olaydan sonra, birkaç gün geçirdikten sonra, O, geceleri magaradan çıkarak kıra gitmeye başladı. Bir gün, tanyeri atmaya başladığında, kendisinden daha büyük bir tavşanı sürükleyerek getirdi. Akhal ise ona yakalamış olduğu avunu sırtına atarak getirmeyi öğretti. O gün, O, henüz yirmibeş günlük bir yavruydu.
Uzkurdun dünyaya gelmiş olduğu günden bu yana henüz bir ay, yani otuz gün geçmişti ki, Aybörü, Akhala şöyle dedi:
– Sen onu götür. Ona avlanmayı öğretme zamanı geldi. Ancak şunu unutma ki! Eğer, Uzkurt, ansızın insanların eline düşer ise, sen onu kurtarmak için hiçbir zahmete katlanma. Kendini kurtarmanın çaresine bak. Uzkurt özgürlüğü hiçbir şeye değişmez.
Onlar beraber magaradan çıktıklarında, güneş batıp, karanlık çökmek üzereydi. Kartal üç kere havada süzülerek, yüksek sarp kaya üzwerinde bulunan yuvasına iniş yaptı. Uzkurt dünyaya gelmiş olduğu günden buyana, kartal her gün hem sabahın erken saatlerinde hem de akşam vakti süzülerek magaranın üzerinde üç kez uçuyordu. Bu onun, Bozkurtun nesli ile sergilemekte olduğu dayanışma belirtisiydi. Akhal kayaya bakarak, Kartala minnettarlık bildirmekte olduğunu bildirercesine kısaca bir uluma yaptıktan sonra, Uzkurt ile yoluna devam etti. O seferki gidişte ikinci gece, tan atarak tilki kuryuğu kadar olduğunda, onlar Börüsay’a vardılar, yürümeyi kestiler. Akhal, yüksek bir saksavulun altında kısa bir şekelrleme yaptı. Uzkurt ise yorulmayı, üşenmeyi bilmiyordu. Akhalın yüzükoyun yatmakta olduğuna bakmaksızın, tavşanların ayak izlerini koklayarak, ayaklarının keyfine baktı. O gidişte, Çöl Varanı ile karşılaştı. Oflamaya puflamaya benzer ses çıkararak şişmeye başlayan Çöl Varanı, her ses çıkardığında kuyruğunu pat diye yere vurarak, sanki Uzkurdu diri diri yutacak gibiydi. Korkmanın, ürkmenin ne olduğunu bile bilmeyen Uzkurt tüylerini kabartarak onu tehdit etti.
– Neden şişmiş, önümde duruyorsun?! Çekil yolumdan!
Çöl Varanının onun yolundan çekilme niyeti yoktu. Ama, arkadan gelen üç ayaklı büyük kurdun sevimsiz yüzündeki ürkütücü suratını gören Çöl Varanı kurt eniğini korkutma düşüncesinden vazgeçip, kendi yoluna gitti.
Akhal ile Uzkurt Börüsay’da avlanmak için buralarda kaldılar. Börüsay, insanların veya varlıkların gelmeye çekindikleri, yabanıl bir çöllük idi.
Çoban rüyası
Ilk başta, yeni gelen çoğluğu ile çoban bir türlü anlaşamadılar, sonra, belli bir zamanın geçmesi ile baba oğul gibi oldular. Ondan daha önce çoğluğun kendisi ile alışmalarını sağlayabildiği tay ile çoban konaklama yerinde bulunan çoban köpekleri olmuştu. Çobanların konaklama yerinde dört köpek ile bir de alaca kancık vardı. Kancık hamileydi.
Son zamanlarda Alakancık, davar sürüsünü otlak alana otlatmaya götürdüklerinde çoban konaklama yerinde kalırdı. O sakin bir köpek idi. Kimse ile işi olmazdı, kimseye saldırmazdı. Otlak alanlara çıkıldığında ya da geceleri o dört köpek sürüden sorumluydu. Keçiler yavrularını doğurduğunda Çöl Vararından, koyunların kuzulaması sırasında tilkilerden korumalarını dikkate almaz isek, onların vermekte oldukları hizmetleri, yemekte oldukları yala değmez.
Öylesine sıradan günlerin birinde, yük kamyonu ile çoban konaklama yerine gelen iki kişi, akşam çayı sırasında, Börüsay’a gitmeyi, kurumuş saksavullardan araçlarını doldurduktan sonra geri dönmeyi düşündüklerini, kendilerinin ise odun toplama kurumundan olduklarını söylediler.
– Sadece kurumuş olanlarını alabilirsiniz – diye, çoban “yaş olanlarına dokunamazsınız” anlamında söyledi.
– Elbette – diyerek, sürücü konuşmasına devam etti. – Ben buralara ilk kez geliyorum. Siz birkaç günlüğüne çoğluğunuzu rehber olarak bizim yanımıza verebilir misiniz?
– Börüsay