İki Şehrin Hikâyesi. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İki Şehrin Hikâyesi - Чарльз Диккенс страница 19
“Bir kez. Londra’da kaldığım pansiyonu ziyaret ettiğinde, üç ya da üç buçuk yıl önce.”
“Posta gemisinde onunla beraber yolculuk ettiğinizi ya da kızınızla konuşmalarını hatırlıyor musunuz?”
“Bu ikisini de yapamam efendim.”
“Bunun belirli bir nedeni var mı?”
Alçak bir ses tonuyla cevapladı: “Var.”
“Bu sebep, ana vatanınızda mahkemeye çıkarılmadan ve hatta hakkınızda suçlama bile olmadan, talihsiz bir şekilde uzun bir tutukluluk dönemi geçirmeniz miydi, Doktor Manette?”
Herkesin yüreğini dağlayan bir sesle cevapladı: “Çok uzun bir tutukluluk.”
“Bahsi geçen seyahatte henüz serbest kalmıştınız, öyle değil mi?”
“Bana söylenen bu.”
“Seyahat hakkında hiçbir şey hatırlamıyor musunuz?”
“Hiçbir şey. Zihnimde bir zaman dilimi ki, tam olarak ne kadar olduğunu bile söyleyemem, tamamen silinmiş durumda. Esaretimde ayakkabı yapımını kendime meşgale edindiğim dönemle kendimi sevgili kızımın yanında Londra’da yaşıyor bulduğum dönem arası benim için tam bir boşluk. Tanrı’m yetilerimi bana tekrar verdiğinde kızım bana tanıdık gelmeye başladı; ancak bunun nasıl olabildiğini bile söyleyemem. Bu süreci hiç anımsamıyorum.”
Savcının yerine oturmasının ardından baba kız da yerlerine oturdular.
Bunun ardından mahkemede tuhaf bir gelişme yaşandı. Amaç, mahkûmun beş yıl önce kasım ayında o cuma gecesi kimliği belirsiz bir yandaşıyla Dover posta gemisinden inip yaklaşık 20 kilometre ilerdeki bir garnizon veya tersaneye giderek orada bilgi topladığını göstermekti. Mahkûmu, bu garnizon veya tersane şehrinde bulunan bir otelin kahve salonunda, belirtilen zamanda birini beklerken gördüğünü iddia eden bir tanık, mahkemenin huzuruna çağırıldı. Savunma avukatının sorgusundan, bu kişinin mahkûmu başka bir yerde görmediği dışında bir sonuç alınamamıştı; ki tüm bu zaman süresince tavana bakıp duran peruklu beyefendi, önündeki küçük kağıda bir iki kelime yazıp katladı ve avukata doğru attı. Bu kâğıt parçasını açan savunma avukatı, büyük bir dikkat ve merakla mahkûma baktı.
“Gördüğünüz kişinin mahkûm olduğundan emin olduğunuzu tekrar edebilir misiniz?”
Tanık son derece emindi.
“Daha önce mahkûma benzeyen birini gördünüz mü?”
Tanık, hata yapacak kadar benzeyen birini görmediğini söyledi.
“Şuradaki beyefendiye, bilge dostuma iyice bakın.” dedi kendisine kâğıt atan adamı göstererek. “Ardından da mahkûma iyice bakın. Ne diyorsunuz? Birbirlerine benziyorlar mı?”
Bilge dostumuzun özensiz ve hırpani kılığını bir tarafa bırakırsak, mukayeseye tâbi tutulan iki kişinin birbirlerine tıpatıp benzemeleri, sadece tanığı değil mahkemede buluna herkesi çok şaşırtmıştı. Hâkimin bilge dostumuzdan peruğunu çıkarmasını istemesi ve onunda buna razı olmasıyla benzerlik daha da belirginleşti. Hâkim, mahkûmun avukatı Bay Stryver’dan, bir sonraki aşamada bilge arkadaşımız Bay Carton’a vatana ihanet suçu ile ilgili sorular sorup sormayacağını öğrenmek istedi. Bay Stryver’ın cevabı “hayır” oldu; fakat tanığa bir kez olanın bir daha olup olamayacağını, bu örneğin kendisine ihtiyatsızlığını gösterip göstermediğini, hâlâ gördüğü kişinin tanık olduğundan emin olup olmadığını ve benzeri şeyleri soracaktı. Bu netice tanığın söylediklerini değersiz hâle getirmişti.
Bay Cruncher, bu gelişmeler yaşanırken, kendine, parmaklarındaki paslarla bir öğle yemeği ziyafeti çekmişti. Şimdi de Bay Stryver’ın davanın seyrini mahkûm lehine çevirip jüriyi kendi taraflarına çekişini, vatansever Barsad’ın aslında kiralık bir ajan ve hain olduğunu, özünde utanmaz bir kaçakçının yattığını, dünya üzerinde melun Yehuda’dan –ki zaten görünüşü de benziyordu– bu yana görülmüş en büyük alçaklardan biri olduğunu anlatışını izliyordu. Avukat, erdemli Uşak Cly’ın, Barsad’ın dostu ve yandaşı olduğunu, böyle kişilerle arkadaşlık etmeye layık olduğunu söylüyor, sahtekâr ve yalancı şahitlerin aslen Fransız olan mahkûmu kurban seçtiklerini izah ediyordu. Mahkûm, Fransa’daki bazı aile meselelerinden ötürü Manş Denizi’ndeki bu seyahatleri yapmak zorundaydı; ancak sevdikleri ve yakınlarını düşündüğü için tüm hayatı boyunca bu seyahatleri gizli tutması gerekmişti. Tanık olduklarını açıklarken acı çeken genç bayana zorla söyletilen sözler ve çarpıtılan tanıklığı nasılsa artık bir şey ifade etmiyordu. Herhangi bir genç beyefendiyle genç bayan arasında geçebilecek nezaket ve inceliğe dayalı küçük ve masum sohbet de unutulmuştu. Tabii George Washington’la ilgili kısmı hariç. Bu ölçüsüzce bir hareketti ve sadece bir eşek şakası olarak kabul edilebilirdi. Ulusal nefret ve korkulardan çıkar sağlamaya dayalı bu girişimler karşısında hükûmetin direnç gösterememesi, zayıflık olurdu. Başsavcı da bunu kullanmıştı. Bununla beraber bu suçlamaların hiçbir dayanağı yoktu. Alçak ve rezil tanıklar ise devlet mahkemelerini fazlasıyla meşgul eden böyle davaları çirkinleştirmekteydi. Fakat başsavcı bu noktada itiraz edip sanki söylenenler yanlışmış gibi sert bir yüz ifadesi takınarak, avukatın bulunduğu konumdan dolayı böyle kinayelerde bulunmaması gerektiğini söyledi.
Bay Stryver bundan sonra az sayıdaki tanıklarını çağırdı. Bay Cruncher bu kez de başsavcının jüriyi kendi tarafına çekme çabalarını izledi. Başsavcı, Barsad ve Cly’ın, avukatın kendilerine düşündürdüğünden yüz kat daha iyi, mahkûmun da yüz kat daha kötü olduğunu göstermeye çalıştı. Nihayet söz hâkime geldi ama onun da mahkûm için kefen dikmeye kararlı olduğu kesindi.
Ve artık jürinin karar verme vakti gelmişti. Büyük yeşil sinek ordusu yeniden oğul verdi.
Çok uzun zamandır tavana bakmakta olan Bay Carton, bu heyecanlı anda bile ne yerini ne de tavrını değiştirdi. Takım arkadaşı Bay Stryver önündeki kâğıtları düzenliyor, yanında oturanlara fısıltıyla bir şeyler söylüyor ve ara sıra heyecanla jüriye bakıyordu. Bu esnada izleyiciler az ya da çok yer değiştirmiş, aralarında yeni gruplaşmalar olmuştu. Hâkim ise koltuğundan kalkmış, kürsüsünde bir aşağı bir yukarı yürümekteydi. Bu hareketleri neticesinde izleyiciler onun da heyecanlı olduğundan hiç şüphe etmediler. Sadece tek bir kişi, yarısı yırtılmış cübbesi ve biraz önce çıkarılıp özensizce takılan peruğuyla kavgadan yeni çıkmış gibi görünen adam, hiç heyecan belirtisi göstermeksizin elleri cebinde tüm gün yaptığı gibi tavanı seyrediyordu. Pervasız tavrı onu itibarsız biri gibi göstermekle kalmıyor, aynı zamanda da mahkûma olan benzerliğini azaltıyordu. Birbirleriyle karşılaştırıldıklarındaki bir anlık ciddiyeti ise bu benzerliği kuvvetlendirmişti. Dikkatlerini ona yöneltmiş olan kişilerse aralarında, mahkûmla avukatın aslında pek de benzemediklerini söylüyorlardı. Bay Cruncher da böyle düşünenlerden ve yanındakiyle bunu paylaşanlardan biriydi. Ve ekledi: “Bahse girerim hiç dava alamıyordur. Dava kazanabilecek birine benzemiyor, öyle değil mi?”
Buna karşın Bay Carton, dışarıdan görünenin aksine, mahkemedeki