İki Şehrin Hikâyesi. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İki Şehrin Hikâyesi - Чарльз Диккенс страница 22
“Mesajınızı ona ilettiğimde çok mutlu oldu. Memnuniyetini belli etmedi fakat ben öyle olduğunu sanıyorum.”
Bu ima Darnay’ye can sıkıcı içki arkadaşının kendi arzusuyla bugünkü sıkıntılarda yardımcı olduğunu anımsattı. Konuyu oraya getirip mesajı kendisi için iletmesinden ötürü Carton’a teşekkür etti.
“Teşekkür istemiyorum, bunu hak etmeyi de.” diye sert bir cevap verdi Carton. “Öncelikle bu önemsiz bir şey, ikincisi bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Bay Darnay, size bir soru sormama izin verin.”
“Seve seve! Bir nebze olsun bugünkü iyiliklerinizin karşılığı kabul edin.”
“Sizce ben sizi seviyor muyum?”
“Doğrusunu isterseniz Bay Carton,” dedi garip bir zihinsel karmaşaya düşerek, “bunu hiç düşünmedim.”
“O hâlde şimdi düşünün.”
“Seviyor gibi davrandınız ancak böyle olduğunu düşünmüyorum.”
“Ben de öyle.” diye katıldığını belirtti Carton. “Çok zeki olduğunuzu düşünmeye başlıyorum.”
“Bununla beraber,” diye devam etti Darnay, zili çalmak üzere ayağa kalkarken, “umarım hesabı istememde bir sakınca yoktur; dargın ayrılmayalım.”
“Asla!” diye cevapladı Carton. Darnay zili çaldı.
“Hesabın tamamını siz mi ödeyeceksiniz?” diye sordu Carton. Olumlu cevap alınca “O hâlde aynısından bir şişe daha,” dedi garsona “ve gelip beni saat onda uyandır.”
Hesabı ödeyen Charles Darnay, ayağa kalkıp ona iyi geceler diledi. Carton da ayağa kalktı, karşısındakini meydan okumayla tehdit eder gibi. “Son bir söz daha,” dedi, “sizce ben sarhoş muyum?”
“İçkili olduğunuzu düşünüyorum Bay Carton.”
“Düşünüyor musunuz? Ben içkili olduğumu biliyorum.”
“Doğrusu bunu ben de biliyorum.”
“O hâlde neden içtiğimi de bilmelisiniz. Ben talihsiz bir köleyim efendim. Bu dünyadaki hiç kimseyi önemsemiyorum ve kimse de beni önemsemiyor.”
“Çok üzücü. Yeteneklerinizi daha iyi kullanmalıydınız.”
“Belki dediğiniz gibi Bay Darnay, belki de değil. Ayık hâlinizin sizi gururlandırmasına izin vermeyin, başınıza ne geleceğini bilemezsiniz. İyi geceler.”
Odada yalnız kaldığında eline bir mum alıp duvarda asılı aynaya baktı.
“Bu adamı gerçekten seviyor musun?” diye mırıldandı aynadaki yansımasına. “Kendine benzeyen bir adamı neden sevesin ki? Sevilebilecek hiçbir yanı yok, bunu biliyorsun. Kahrolası! Kendine ne yaptın böyle! Neden yoksun olduğunu ve ne olabileceğini gösteren bir adamdan neden hoşlanasın ki! Onunla yer değiştirsen ona bakan mavi gözler sana da bakıp tedirgin bir yüzle acır mıydı? Haydi, şunu açıkça söyle! Ondan nefret ediyorsun!”
Teselli bulmak için şaraba sığınıp tüm şişeyi birkaç dakikada içti. Ardından da kollarını masaya koyup sızdı. Saçları masaya dağılmıştı. Eriyen mumdan kocaman bir damla, uykuya teslim olan adamın üzerine damladı.
Çakal
O günler içkinin bolca tüketildiği günlerdi ve erkekler sıkı içicilerdi. Zaman alışkanlıklarda öyle değişiklikler yaptı ki bir gecede tek bir kişinin içtiği şarabın miktarını söylesek bugün gülünç bir mübalağa gibi gelir. Üstelik bu, içen kişinin mükemmel bir beyefendi olarak saygınlığını azaltmazdı da. Hukukla ilgilenenler de içki âlemlerinde diğer meslek grubundakilerden geri kalmazlardı. Aynı şekilde önemli ve kazançlı işleri kolayca alabilen Bay Stryver da yasal yarışın diğer alanlarında olduğu gibi içki konusunda da arkadaşları kadar hızlıydı.
Londra Ağır Ceza Mahkemesi’nin ve hatta oturumların gözdesi Bay Stryver, tırmandığı merdivenin alt basamaklarını dikkatle kesmeye başlamıştı. Mahkeme ve oturumların baş davetlisi olan ve kendine mahkeme başkanının görebileceği bir yer seçen Bay Stryver’ın kırmızı yüzü, bir bahçe dolusu göz kamaştırıcı çiçek arasından güneşe uzanmaya çalışan büyük bir ayçiçeği gibi, peruklar denizinde rahatça seçilebilirdi.
Bir keresinde baroda, Bay Stryver’ın konuşkan, vicdansız, becerikli ve gözü pek biri olmasına karşın, çok sayıdaki ifadelerin özünü ortaya çıkarma yeteneğine sahip olmadığı söylenmişti ki bu, bir avukat için en can alıcı becerilerden biriydi. Fakat o zamandan bu yana büyük ilerleme katetti. Aldığı dava sayısı arttıkça konunun iliklerine kadar inme yeteneği gelişti. Gece geç saatlere kadar Sydney Carton’la içki âlemlerinde olsa da davanın tüm detayları sabah elinin altında olurdu.
İnsanların en avaresi ve en gelecek vadetmeyeni Sydney Carton, Stryver’ın en iyi ahbabıydı. İki arkadaşın, adli yılla Aziz Michael yortusu arasında içtiği içki, bir kraliyet gemisini yüzdürebilirdi. Stryver’ın her davasında Carton bulunur, elleri cebinde tavanı seyrederdi. Bu durum istisnasız her davada aynıydı. Aynı yerlerde dolaşır, gecenin geç saatlerine kadar uzayan âlemlerinde beraber olurlardı. Hatta Carton’un güpegündüz pansiyonuna ayyaş bir kedi gibi sallanarak gizli gizli gittiği bile söylenirdi. Sonuç olarak Sydney Carton’un asla bir aslan olmasa bile oldukça iyi bir çakal olduğu ve mütevazı tavrıyla davalarda Stryver’a yardımcı olduğu konuşulmaya başlandı.
“Saat on oldu efendim.” dedi kendisini uyandırmakla görevlendirdiği garson. “Saat on efendim.”
“Ne oldu?”
“Saat on efendim.”
“Ne demek istiyorsun? Gece on mu?”
“Evet efendim. Beni sizi uyandırmakla görevlendirmiştiniz.”
“Tamam hatırladım. Çok iyi, çok iyi.”
Tekrar uykuya dalabilmek için birkaç girişimde daha bulundu ancak beş dakikadır yanında sürekli ateşi karıştıran adam yüzünden Carton’un çabaları boşa çıktı. Nihayet yerinden kalkıp şapkasını başına geçirerek dışarı çıktı. Temple’a doğru gidip, banklar yerleştirilen kaldırımlarda ve gazete binalarının önünde ayılmak için birkaç kez turladıktan sonra Stryver’ın odasına yöneldi.
Bu toplantılarda kendisine hiç asistanlık etmeyen kâtibi çoktan eve gitmişti. Kapıyı Stryver’ın kendisi açtı. Ayağında terlikleri, üzerindeyse kolay giyilebilmesi için yakası açık olan bol bir gecelik vardı. Gözlerinin etrafını gergin mor halkalar kaplamıştı. Bunlar özgür yaşamayı seven herkeste rastlanan bir durumdu. Zaten içki düşkünlüğünün fazlaca olduğu dönemlerde yapılan portrelerde de bu morluklar gözlemlenebilirdi.
“Biraz geciktin Bay Akıl.” dedi Stryver.
“Her zamanki saat; belki bir on beş dakika gecikmiş olabilirim.”
Kitap