Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Binbir Gece Masalları - Неизвестный автор страница 11
Bilgeye zulmedilirken karanlık akıllılarca.
Sonra Allah’ın affına sığınarak küpü fırlatmış. Ağını temizledikten sonra üçüncü kez denize atmış ve batmasını beklemiş. Ağı çıkardığında sadece kırık cam parçaları bulmuş ve şu şiiri okumuş.
İşte burada rızkın
Onu kaybedemezsin ya da elinde tutamazsın.
Kalem de getirmez sana kelam da
Kaderinin armağanıdır sana
Sevinç de ekmek de
Bir hüzün ki başkalarına verir neşe
Cahil kafalılar olurken büyük insan
Gel ey ölüm, değmez bu hayat yaşamaya, dayanabilirsen dayan
Şahin bir düşerse yere
Rüzgâra karşı kanat çırpmak kalır ördeğe.
Gözlerini göklere kaldırmış ve dua etmiş: “Ey Allah’ım! Biliyorsun ki ağımı bir günde dört kereden fazla atmam. Üç kez attım fakat sen bana hiçbir şey ihsan etmedin. Bari bu kez bana rızkımı ver!”
Allah’ın adını zikrederek bir kez daha attığı ağının denize gömülmesini beklemiş. Sonra ağı sürüklemeye çalışmış; fakat yine çekmeyi başaramamış. Çünkü ağ, derinlerde bir şeye takılmış. Adam üzüntüyle ağlamış: “Galip olan Allah’tır!” demiş ve şu şiiri okumaya başlamış.
Kahretsin Allah bu lanet dünyayı
Acıdan ve sefaletten yorar adamı
Mutlu olsam da aydınlığa döndüğünde karanlıklarım
Bir fincan gibi hiç üzülmeden geleceği dökerim
Ama bana sorarlarsa en mutlu kim?
Derim; tabii ki benim!
Balıkçı hemen üzerindekileri çıkarmış ve ağın olduğu yere doğru yüzmüş. Ağı karaya çıkarıncaya kadar uğraşmış. Sonra onu çözmüş ve bakır kaplama, sarı bir küp bulmuş. İçinde bir şeyler olduğu belli olan bu küpün kurşunla sıkıştırılmış, Davut’un oğlu Süleyman Efendimiz’in -Allah ikisininden de razı olsun- mührüyle damgalanmış bir ağzı varmış. Bunu gören balıkçı sevinerek: “Eğer bunu pazarda satarsam en az on altın dinar kazanırım!” demiş.
Küpü sallamış ve oldukça ağır olduğunu fark etmiş.
“Keşke bunun içinde ne olduğunu bilseydim. Açıp içinde ne olduğunu görmeliyim. Sonra da pazarda satarım.” demiş.
Daha sonra bir bıçak çıkarmış ve kurşun kapağı gevşetinceye kadar uğraşmış. Kapağı yere koymuş ve içindekileri boşaltmak için küpü sallamış. Hiçbir şey olmadığını görünce şaşırmış. Sonra küpten göklere doğru yükselen bir duman çıkmış. Balıkçı daha çok şaşırmış. Duman toprağı süpürmüş, iyice büyüdüğü anda yoğunlaşmış ve cine dönüşmüş. İri cüsseli, ayağı yerde, kafası gökte bir yaratık… Başı kubbe şeklinde, elleri tırmık, ayakları direğe benzeyen; ağzı mağara, burun delikleri ibrik gibi, gözleri bir çift lambayı andıran bu ucube, keskin ve aşağılayıcı bakışlar atan bir cinmiş.
Balıkçı, cini gördüğünde titremiş, dişleri birbirine çarpmaya başlamış, ağzı kurumuş. Ne yapacağını bilemez hâle gelmiş. Cin kendisine bakınca da ağlamaya başlamış. Bunu gören cin haykırmış:
“Allah’tan başka ilah yoktur ve Süleyman onun peygamberidir.” Ve devam etmiş: “Yüce Allah’ım bana kıyma. Bir daha sana karşı gelmeyeceğim ve günah işlemeyeceğim.”
Balıkçı: “Ey cin, Allah’ın elçisi Süleyman mı dedin? Süleyman yüzyıllar önce öldü. Senin hikâyen nedir? Başına neler geldi? Bu küpün içine girmenin sebebi ne?” demiş.
Kötü ruhlu yaratık bu sözleri duyunca: “Allah’tan başka Tanrı yoktur! Neşelen ey balıkçı!” diye cevap vermiş.
Balıkçı, “Neden neşelenmemi söylüyorsun?” diye sormuş.
“Çünkü ölmek üzeresin.” demiş cin.
“Ah seni fena yaratık! Bu davranışın yüzünden yüce Allah senden yardımını esirgeyecektir. Ölmeyi hak edecek ne yaptım ki beni öldüreceksin? Ben seni o küpten, denizin dibinden kurtarıp karaya çıkardım.”
Cin: “Bana nasıl bir ölüm dilediğini ve seni nasıl katletmemi istediğini söyle, yoksa boşuna bana dil dökme!” demiş.
Bunun üzerine balıkçı, “Bedelini hayatımla ödeyeceğim ne suç işledim?” diye sormuş.
“Peki, madem öğrenmek istiyorsun o zaman hikâyemi dinle balıkçı!”
“Anlat; fakat kısa olsun. Alacağım son nefesin hatırı için.”
Bunun üzerine cin anlatmaya başlamış:
“Biliyor musun ben dinden dönüp Davut’un oğlu Süleyman’a -Allah ikisine de huzur versin- karşı gelmiş bir cinim. Ünlü cin, Şakir el Cin ile birlikte ele geçirilmem için peygamber, vezirini, Berkiya oğlu Asaf’ı yolladı. Bu vezir boş bir anımda beni yakaladı ve bağladı. Âdeta bir dilenciymişim gibi beni karşısına dikti. Süleyman beni gördüğünde Allah’a sığındı, bana iman etmemi ve dinin gereklerini yerine getirmemi emretti. Fakat ben reddettim, sonra o da beni bu küpe hapsetti ve küpün ağzını Allah’ın da yardımıyla kurşunla kaplattı. Beni başka bir cine götürüp okyanusun ortasına atmasını emretti. Orada kaldığım yüz yıllık süre boyunca kendi kendime şöyle dedim: ‘Beni buradan kurtarana öyle bir servet bağışlayacağım ki sonsuza kadar zengin olacak.’ Bir yüz yıl geçti fakat kimse beni kurtarmadı. Sonra şöyle dedim: ‘Beni buradan kurtarana bu dünyanın hazinelerini sunacağım.’ Fakat beni hâlâ kimse kurtarmamıştı ve böyle böyle dört yüz yıl geçti. Ne gelen var ne giden! Ben de kendi kendime şöyle dedim: ‘Beni buradan kurtaranın üç dileğini gerçekleştireceğim.’ Ama yine kimse beni kurtarmayınca büyük bir öfkeye kapılarak şöyle dedim: ‘Beni buradan kim kurtarırsa onu öldüreceğim ve ona istediği gibi ölme şansını sunacağım.’ Şimdi sen beni kurtardın, ben de seni nasıl ölmek istiyorsan o şekilde öldüreceğim.”
Cinin bu sözlerini duyan balıkçı: “Allah’ın hikmetine bak, keşke seni kurtarmaya o günlerde gelseydim. Canımı bağışla Allah da seni bağışlasın. Beni öldürme, Allah da seni canına kastedenlerden uzak tutsun!” demiş.
Fakat inatçı yaratık: “Faydası yok, seni öldürmeliyim. Şimdi sana nasıl bir ölüm lütfetmemi istiyorsun bana onu söyle.” diye cevap vermiş.
Her ne kadar cin çok kararlı olsa da balıkçı: “Seni kurtarmamın hatırına beni öldürme!” diyerek yine de onu ikna etmeye çalışmış.
“Bil ki seni, beni kurtardığın için öldüreceğim.”
“Ey cinlerin şahı!” demiş balıkçı. “Ben iyilik ettim ve sen bana kötülükle karşılık veriyorsun. Hakikaten de eskiler doğru söylemiş:
Biz onlara