Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Binbir Gece Masalları - Неизвестный автор страница 13
Yaydığınız ışık kara bulutlarını dağıtır şüphenin.
Herkesçe bilinir tevazunuz.
Doğan güneşten de batan güneşten de daha aydınlık yüzünüz.
Öfkeyle yanan zamanın yüzü uzak olsun size
Yüceliğiniz öyle hediyeler verdi ki bize
Yağmur bulutları dökerken rahmeti
Cömertliğiniz arttırdı zenginliğinizi
Azametiniz şaşkına çevirdi görenleri.
Bilge şiiri okumayı bitirdiğinde şah derhâl ayağa kalkmış. Adamı yanına oturtmuş ve ona muhteşem bir siropa daha hediye etmiş; çünkü hamamdan çıktığında vücuduna bakmış ve cüzzamdan eser kalmadığını görmüş. Cildi saf gümüş kadar pürüzsüzmüş. Bundan büyük bir sevinç duymuş ve içi neşeyle dolmuş. Kendini çok mutlu hissediyormuş. Kabul salonuna girip tahtına oturduğunda yüksek rütbeli görevlileri ve asillerle birlikte Bilge Duban’ı da yanına oturtmuş. Şah içkisini onun şerefine kaldırmış. Sofra, en güzel yemeklerle donatılmış. Hekim, şahla birlikte yemek yemiş ve gün boyu ona eşlik etmiş. Dahası gece olduğunda şah, Bilge Duban’a iki bin altın, siropa ve bolca hediye vermiş. Sonra kendi atıyla onu evine yollamış.
Bilge Duban yola çıktıktan sonra Şah Yunnan, hekimin marifetine olan hayranlığını bir kez daha dile getirmiş:
“Bilge vücudumu merhemsiz tedavi etti, Allah biliyor ki bu, mükemmel bir beceri. Böyle bir adama hediyeler sunmak benim için şereftir ve bu adam hayatımın geri kalanı boyunca benim dostumdur.”
Şah Yunnan, bütün geceyi vücudunun iyileşmesi ve kötü bir hastalığı atlatmış olmanın getirdiği mutlulukla geçirmiş.
Ertesi gün şah hareminden çıkmış ve tahtına oturmuş. Generalleri, emirleri ve vezirleri de her zamanki gibi onun yanına oturmuşlar. Şah, Bilge Duban’ı çağırtmış, o da gelmiş. Şah kendisini selamlamak üzere ayağa kalktığında yeri öpmüş, ona uzun ömürler dilemiş ve birlikte yemek yemişler. Dahası, şah ona giysiler ve armağanlar verip akşam oluncaya kadar onunla sohbet etmeye devam etmiş. Ona beş siropa daha vermiş ve bin dinar tutarında maaş bağlamış. Hekim ise şaha büyük bir minnet duyarak evine gitmiş.
Sabah olduğunda şah kabul salonuna gitmiş. Generalleri, vezirleri ve emirleri etrafında toplamış. Tıpkı göz akının, göz bebeğini çevrelediği gibi…
Şahın bir veziri varmış: çirkin, tuhaf görünüşlü, cimri, kıskanç ve kötü niyetli bir adam… Şahın, Bilge Duban’a bu kadar yakın davrandığını ve ona hediyeler verdiğini görünce kıskançlığa kapılmış ve ona zarar vermeye karar vermiş. Tıpkı şu meşhur sözlerde olduğu gibi: “Kıskançlık her ruhta pusuda bekler.” ve “Zulüm herkesin kalbindedir; güç onu ortaya çıkarır, zayıflık gizler.” Vezir, şahın huzuruna gelmiş, ellerini öpmüş ve:
“Ey zamanın şahı! Ben ki senin ihsanların sayesinde adam oldum. Sana söyleyeceklerim var ki bunları söylemezsem kahpe dölüyüm demektir. Fakat bana susmamı emredersen buna da eyvallah derim.” demiş.
Şah vezirin sözlerinden rahatsız olmuş: “Ne söyleyeceksin bakalım?”
“Ey haşmetli hükümdarım! Eskilerin de dediği gibi: ‘Sonu olmayanın dostu da olmaz.’ Son zamanlarda sizi doğru olmaktan uzak şeyler yaparken görüyorum. Düşmanına büyük hediyeler verip savurganlık yapmak gibi ki bu adamın amacı şahlığınızı mahvetmek. Siz ise bu adama iyilik ediyor, onu onurlandırıyor ve yakınınızda tutuyorsunuz. Bu sebepten şahın hayatı için endişe ediyorum.”
Rahatsız olan ve benzi atan şah sormuş: “Kimden bahsediyorsun?”
Vezir cevaplamış: “Ah şahım! Uyanın artık. Bilge Duban’dan bahsediyorum.”
Şah: “Yazıklar olsun sana! O bana herkesten daha çok faydası dokunmuş gerçek bir dost çünkü beni büyük bir sıkıntıdan kurtardı. Bütün hekimleri aciz bırakan hastalığıma şifa oldu. Gerçek şu ki bugünlerde onun gibisini bulmak zor. Dünyanın herhangi bir yerinde, doğunun en doğusunda ya da batının en batısında onun gibisine rastlamak imkânsız. Sen ise onun hakkında böyle kötü şeyler söyleyebiliyorsun. Bugünden itibaren ona maaş bağladım. Ona her ay bin altın vereceğim ve onunla şahlığımın zenginliklerini paylaşacağım ki bunlar bile onun bana yaptığı iyiliğin karşısında bir hiç kalır. Sinbad’ın hikâyesinde olduğu gibi kıskançlıkla dolu sözler sarf ettiğin için belki de senden şüphe etmeliyim.” demiş.
Şah Yunnan, şöyle devam etmiş: “Ah vezir! Hekime olan kıskançlığından gözünü kan bürümüş. Bana onu öldürmemi ima ediyorsun. Fakat bu beni çok pişman eder. Tıpkı şahinini öldüren Şah Sinbad’ın pişman olması gibi…”
Vezir: “Bağışlayın beni yüce şahım, bahsettiğiniz olay nasıl olmuş?” diye sormuş.
Şah hikâyeyi anlatmaya başlamış…
Şehrazat sabah olduğunu görünce yine masalını burada kesmiş, hükümdar da bu heyecanlı masalın devamını dinlemek için karısına o gün de bir şey yapmamış. Ertesi akşam Şehrazat masalına devam etmiş…
ŞAH SİNBAD VE ŞAHİNİ
“Derler ki -ama doğrusunu tabii ki Allah bilir- bir zamanlar Fars diyarlarında çok güçlü bir hükümdar yaşarmış. Bu hükümdar, zevke, eğlenceye özellikle de avlanmaya çok düşkünmüş. Sürekli yumruğu üzerinde taşıdığı, avlanırken beraberinde götürdüğü bir şahini varmış. Şah, şahininin suyunu rahatça içmesi için boynuna asılacak bir tas yapılmasını emretmiş. Bir gün sarayında sessizce otururken aniden kuşun bakıcısı şaha seslenmiş:
‘Ey yüce şah! Bugün kuşla avlanmak için çok uygun bir gün.’
Şah da ava çıkılması için emirler vermiş. Kuşunu da yanına almış ve av yerinde tuzaklar kurdurmuş. Tuzağın içinden bir ceylan çıkmış. Bunun üzerine şah bağırmış:
‘Bu ceylanı elinden kaçıran ve kaybeden kim olursa olsun kesinlikle onu öldüreceğim!’
Askerler, ceylanı tuzaktan kurtarmışlar. Hayvan şahın yanına gidip ön ayaklarını göğsüne yaslayarak yere dayamış. Âdeta yeri öper gibi… Bunun üzerine şah eğilerek ellerini çırpmış. Sonra hayvan aniden kaçmaya başlamış. Şah, askerlerin kendisini işaret ettiğini görünce sormuş:
‘Ey vezir! Adamlarım ne diyor?’
‘Her kim ceylanı serbest bıraktıysa öldürülecek! diyorlar.’
Şah: ‘Hayatım üzerine yemin ederim ki o ceylanı bulup geri getirinceye dek takip edeceğim.’ diyerek hayvanın ayak izlerini takip etmek üzere dörtnala yola çıkmış. Takibi, şahinin bir mağaraya girdiği ana kadar sürmüş. Şah, şahinin yakaladığı ceylanı onun insafına bırakmış. Şahin, ceylanın üstüne çullanmış, pençelerini gözüne sokmuş ve hayvanı sersemletip kör etmiş. Şah da topuzunu çıkarıp ceylana şiddetli bir darbe vurmuş. Öyle ki bu darbe hayvanın sonunu getirmiş. Şah ceylanın boğazını