Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Binbir Gece Masalları - Неизвестный автор страница 39
Üç şey var ki diğerlerinden daha iyidir: Ölüm günü, doğum gününden; canlı bir köpek, ölü bir aslandan; mezar da yoksulluktan.
Sonra kıyafetlerime varıncaya kadar bütün malımı mülkümü toparlayıp üç bin dirheme sattım ve bu parayla yabancı diyarlara gitmeye karar verdim. Şairin şiirinde de dediği gibi:
Yükseltir insanı acı çekmek
Başarmak istiyorsan uykuyu unutman gerek
İnci bulmak istiyorsan derinlere dalmalısın
Zenginliğe çalışmadan ulaşamazsın
Mutluluğa zahmetsiz kavuşmak isteyen
Boşuna uğraşmasın, hayal kırıklığıdır onu bekleyen…
Yolculuk için gerekli olan eşyaları satın aldım ve harekete geçmek için sabırsızlıkla beklemeye başladım. Sonra benim gibi tüccar olan birkaç kişiyle beraber bir gemiye bindim. Uzun günler ve geceler boyunca yolculuk ettik. Farklı kıyılar ve adalara demir attık, çeşitli mallar alıp sattık ve ticaretimizi sürdürdük. Böyle böyle bir süre yolculuk ettik; ta ki bir gün, âdeta bir cennet bahçesini andıran güzel bir adaya gelinceye dek. Kaptanımız buraya demir attı ve gemiden indik. İnenlerin bir kısmı ateş yakıp yemek hazırlayarak, diğer bir kısmı da kıyıda yürüyerek oyalandı. Sonra mürettebat, yiyip içmeye ve eğlenmeye başladı; ben de gezindiğim sırada güvertede bulunan birinin şöyle bağırdığını duydum:
‘Hey yolcular! Canınızı seviyorsanız kaçın. Derhâl bütün eşyalarınızı bırakıp gemiye dönün ve kendinizi felaketten kurtarın. Allah yardımcınız olsun. Üzerinde bulunduğunuz bu ada gerçek bir ada değil. Yerinden kıpırdamayan koca bir balık… Zamanla üzerinde kumlar birikti ve ağaçlar yeşerdi. Böylece bir adaya benzedi ama olur da üzerinde ateş yakarsanız sıcaklığı hisseder ve hareket etmeye başlar, sonra da kısa bir süre içinde denize dalar, hepiniz boğulursunuz. Demek istediğim; her şeyinizi bırakın ve kaçın. Yoksa öleceksiniz!’
Onu duyan herkes, mallarını, kirli temiz çamaşırlarını, kazanları, tencereleri bırakıp can korkusuyla doğruca gemiye kaçtı. Bazıları gemiye ulaşırken diğerleri -benim gibi- geride kaldı. Ada, aniden sallandı ve denizin derinliklerine doğru batmaya başladı. Kabaran deniz, her şeyi içine aldı. Ben de diğerleriyle birlikte derinlere, en dibe doğru batmaya başladım. Fakat yüce Allah, gemidekilerin kullandığı tahta fıçıyı yollayarak beni boğulmaktan kurtardı. Can havliyle fıçıyı yakaladım, bacaklarımı ayırarak içine girdim ve ayaklarımı kürek gibi kullanarak ilerlemeye başladım. Bu arada dalgalar beni bir o yana bir bu yana savuruyordu. Geminin kaptanı da boğulanları ve canını kurtarmak için çırpınanları geride bırakıp gemiyle ilerlemeye devam ediyor, hızla uzaklaşıyordu. Bense gemiyi gözlerimle takip ediyordum; ta ki iyice uzaklaşıncaya kadar… O an ölümümün yakın olduğunu anladım. Bu kadar talihsizlik yetmezmiş gibi bir de karanlık çöktü. Dalgalar ve rüzgâr bütün gece beni taşıdı ve nihayet büyük bir adaya ulaştım. Kıyıda ağaçlar vardı. Neredeyse ölmek üzereyken bir dala tutunarak karaya ayak bastım. Kıyıya ulaştığımda bacaklarıma kramp girmişti, ayaklarımınsa balıklar tarafından kemirilmiş olduğunu gördüm. Şiddetli bir acı ve yorgunluk hissediyordum. Derhâl kendimi yere attım. Âdeta ölü gibiydim. Dahası, ıssız bir yerde tek başınaydım ve kendimi kaybederek bayılmıştım. Ertesi sabah güneş doğduğunda ancak kendime gelebildim; fakat ayaklarım şişmişti. Ben de dizlerimin üzerinde ilerlemeye çalıştım. İçinde bulunduğum adada envaiçeşit meyve ve içme suyu mevcuttu. Meyveleri yiyerek bir parça da olsa güç toplayabildim, bu da beni hayatta tutmaya yetti. Nihayet canlanmaya ve uyuşmuş bedenimi daha rahat hareket ettirmeye başladım. Böylece uzun bir süre düşündükten sonra adayı keşfetmeye, Allah’ın yarattığı güzellikleri seyrederek kendimi oyalamaya karar verdim. Bir gün kıyıda yürürken uzaktaki tuhaf bir şey dikkatimi çekti. İlk başta onun vahşi bir canavar ya da tuhaf bir deniz yaratığı olduğunu düşündüm. Fakat yanına yaklaşıp dikkatlice baktığımda kıyıya bağlanmış bir kısrak olduğunu gördüm; yanına yaklaştım fakat o acı acı kişnedi. Öyle ki korkudan tir tir titredim ve derhâl arkamı dönüp gitmeye yeltendim. Tam o sırada toprağın altından çıkan bir adam yanıma yaklaştı ve yüksek sesle:
‘Sen kimsin, nereden geliyorsun ve burada bulunmanın sebebi nedir?’ diye sordu.
‘Ah efendim!’ diye cevap verdim. ‘Ben yolunu kaybetmiş zavallı bir yabancıyım. Yolculuk ettiğim gemi, beni ve birkaç kişiyi boğulmaya terk etti ama Allah bana tahta bir fıçı gönderme lütfunda bulundu. Böylece ona tutunarak hayatta kalmayı başardım. Sonunda dalgalar beni bu adaya kadar getirdi.’
Bunu duyunca elimi tuttu ve ‘Benimle gel!’ dedi.
Beni büyük bir Sardab’a, yani yer altı odasına götürdü. Burası bir salon kadar genişti. Oturmamı söyleyip yiyecek bir şeyler getirdi. O kadar açtım ki karnımı tıka basa doldurdum; sonra bana durumumu sordu. Ben de yaşadıklarımı baştan sona anlattım. Hikâyeme oldukça şaşırdı. Bense:
‘Efendim, Allah biliyor ya size bütün maceramı ve başıma gelen talihsizliği anlattım. Beni affedin ama acaba siz de bana kim olduğunuzu, neden yer altında yaşadığınızı ve kısrağı deniz kıyısına bağlamanızın sebebini söyler misiniz?’ dedim.
‘Ben bu adanın farklı köşelerinde bulunan birkaç kişiden biriyim. Bizler Şah Mihrican’ın seyisleriyiz ve onun atlarıyla ilgileniriz. Her ay başında daha önce hiç görülmemiş en iyi atları buraya getirir, deniz kıyısında kazığa bağlar ve mağaraya saklanırız. Deniz aygırlarından bir aygır kokusunu alıp denizden çıktığında kimseyi göremezse kısrağın üzerine biner ve onunla çiftleşir. Sonra kısrakla işini bitirince üzerinden iner ve onu da beraberinde götürmek ister. Ama kısrak kazığa bağlı olduğundan onu izleyemez. Bunu gören deniz aygırı yüksek sesle kişnemeye ve çifteler atmaya başlar. Seslerini duyduğumuzda denizatlarının işlerini bitirdiklerini anlarız. Derhâl yanlarına koşar, onları korkuturuz. Bunun üzerine onlar da korkuyla denize geri dönerler. Sonra kısraklar çok değerli taylara hamile kalır. Bunlar, öyle hayvanlardır ki yeryüzünde benzerlerine rastlamak imkânsızdır. Şu an tam da denizatlarının yeryüzüne çıkma vakti. İnşallah tabii. Şimdi seni Şah Mihrican’a götürmek ve ülkemizi göstermek istiyorum. Şunu da bil ki eğer biz olmasaydık sefil bir şekilde ölürdün, kimse de sana ne olduğunu bilemezdi ama ben kurtuluşuna vesile olacağım ve seni ülkene götüreceğim.’
Ona nezaketi için teşekkür ettim ve bir süre daha konuşmaya devam ettik. Sonra birden suların arasından bir deniz aygırı çıkıverdi. Kısrağın üzerine bindi ve onunla çiftleşti. Onunla işini bitirip üzerinden kalktığında kendisi ile beraber sürüklemeye çalıştı. Fakat ip buna engel oldu. Hayvan kişnemeye ve deniz aygırına tekme atmaya başladı. Bunun üzerine seyis, eline bir kılıç aldı ve derhâl ayağa kalkıp arkadaşını çağırdı. O da bağırıyor ve deniz aygırını mızrakla vurmaya çalışıyordu. Bu tablo karşısında korkuya kapılan yaratık, denize daldı. Bu hâliyle âdeta bir boğayı andırıyordu. Bir süre sonra da gözden kayboldu. Bunun üzerine tüm öteki seyisler, her biri kendi kısrağıyla benim çevremde toplandılar ve bana oldukça incelik gösterdiler; yiyecek ve daha başka şeyler de sunup benimle birlikte yedikten sonra bana güzel bir binek atı verdiler. Şah Mihrican’ın ülkesine varıncaya dek ara vermeden yolculuk ettik. Durumumu