Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Binbir Gece Masalları - Неизвестный автор страница 42
‘Vah benim talihsiz başım! Tek galip Allah’tır ve kovulmuş şeytanın şerrinden ona sığınırım.’
Sonra kendi kendine ağlayıp sızlanmaya ve dövünmeye başladı.
Şöyle diyordu: ‘Vah vah! Bu nasıl olur?’
Yanına gittiğimde bana şöyle dedi: ‘Sen kimsin ve burada ne işin var?’
‘Korkma, ben iyi bir adamım. Ticaretle uğraşırım. Buraya gelmemin çok önemli bir sebebi var. Neşelen, çünkü bende seni mutlu edecek bir şey var. Yanımda çok sayıda elmas getirdim. Onları seninle paylaşabilirim. Hiç yoktan iyidir. Üzülecek bir şey yok…’
Bunun üzerine adamın keyfi yerine geldi ve bana teşekkür etti. Oturduk ve diğer tüccarlar gelinceye dek sohbet ettik. Tüccarlar bana selam verdiler. Hepsi de etlerini yuvarlamıştı. Onlara hikâyemi, denizde yaşadığım sıkıntıları, vadiye ulaşıncaya dek yaşadıklarımı, tüccarla elmasları paylaşmamı anlattım. Hepsi de kurtuluşuma sevindi ve:
‘Allah sana yeni bir hayat nasip etmiş. Şimdiye kadar hiç kimse bu vadiden canlı çıkamadı. Seni kurtaran Allah’a şükürler olsun!’ dediler.
Geceyi rahat bir yerde geçirdik. Yılanlar vadisinden sağ salim kurtulup iyi yürekli insanlarla karşılaştığım için çok mutluydum. Sabah olunca yola çıktık ve kocaman dağları aştık. Yol boyunca bir sürü yılan gördük. Yüz kişiyi barındıracak büyüklükte kâfur ağaçlarının olduğu güzel bir adaya gelinceye dek de yol almaya devam ettik. İnsanlar kâfur ağacının özünden faydalanmak istediklerinde koca bir demirle ağacın üst kısmını delip ağacın özünü kovalara doldururlarmış. Bu öz, zamanla beton gibi sertleşirmiş. Fakat bu işlem ağacı öldürür işe yaramaz hâle getirirmiş. Dahası, bu adada gergedan denilen vahşi bir yaratık yaşarmış. Deveden bile daha büyük olan bu hayvan, inekler ve boğalar gibi otlanır, ağaçların yaprakları ve dallarıyla beslenirmiş. On metre boyu ve kalın boynuzu ile oldukça ilginç bir hayvanmış. Seyyahların ve hacıların “karkadan” dediği bu hayvan, boynuzunda koca bir fili taşır ve adanın çeşitli yerlerinde otlanırken filin ağırlığını hissetmezmiş bile. Olur da hayvan ölür ve güneşten yağı erirse gergedanın gözleri kör olur, ölerek yere serilirmiş. Sonra Rıh gelir, gergedanı ve boynuzunda taşıdığı fili götürür yavrularını beslermiş. Bu adada şahit olduğum diğer bir ilginç şey ise çeşit çeşit öküzler ve boğalardır ki bunları bizim ülkemizde bulamazsın. Yanımda getirdiğim elmasları burada sattım ve ülkeye özgü çeşitli mallar satın aldım. Sonra da malları hayvanlara yükledim ve tüccarlarla birlikte ticaret yapmak üzere diyar diyar gezmeye başladım. Bu sayede yabancı ülkeleri ve Allah’ın yarattıklarını tanıma şansım olmuştu. Böyle böyle Basra’ya kadar geldik. Burada birkaç gün kaldıktan sonra da Bağdat’ın yolunu tuttum.
Şehrime vardığımda arkadaşlarım ve ailemle bir araya geldim. Fakirlere sadaka, dostlarıma hediyeler verdim. Sonra yiyip içmeye, en güzel kıyafetlerimi giyerek mesut bir hayat yaşamaya başladım. Arkadaşlarımla vakit geçirmek, çektiğim bütün sıkıntıları unutturmuştu bana. Artık hayatın tadını çıkarabiliyordum. Huzurlu bir kalp ve rahat bir kafa ile birlikte… Geri dönüşümü duyan herkes, bana maceralarımı ve gittiğim ülkelerde gördüklerimi soruyordu. Ben de onlara başıma gelenleri ve çektiğim sıkıntıları anlattım. Dostlarım bir yandan hikâyeme hayret ediyor diğer yandan sağ salim gelişime seviniyorlardı.
İşte bu, ikinci yolculuğumun hikâyesi.. Yarın inşallah üçüncü yolculuğumda başıma gelenleri anlatacağım.”
Herkes Denizci Sinbad’ın hikâyesine hayret etmiş. Hep birlikte yemek yedikten sonra Denizci Sinbad, Hamal Sinbad’a yüz dinar verilmesini emretmiş. O da parayı almış ve eve gidinceye kadar hayır duaları okumuş. Bu arada duyduklarına şaşırmaktan da kendini alamıyormuş. Ertesi sabah gün doğar doğmaz uyanmış ve sabah namazını kıldıktan sonra Denizci Sinbad’ın evine doğru yol almış. Hayırlı sabahlar dileyerek içeri girmiş. Tüccar da onu yanına oturtmuş. Herkes gelip de yemeklerini yedikten sonra ev sahibi şöyle demiş:
“Şimdi size anlatacaklarım, daha önce duyduklarınızdan bile daha ilginç. Dinleyin kardeşlerim. Gizleneni de açıklananı da sadece yüce Allah bilir.”
DENİZCİ SİNBAD’IN ÜÇÜNCÜ YOLCULUĞU
“Size dün anlattığım gibi ikinci yolculuğumdan büyük bir sevinçle dönmüştüm çünkü sıhhatim yerindeydi ve servetim daha da artmıştı. Bütün kayıplarımın karşılığını yüce Allah telafi etmişti. Rahatlığın ve zenginliğin lezzetini doyasıya yaşayarak bir süre daha Bağdat’ta kaldım fakat bir zaman sonra nefsim beni ele geçirdi ve yolculuğa çıkıp maceralar yaşamak hevesine kapıldım. Daha fazla servet biriktirme isteğine de engel olamıyordum. Ne de olsa insan doğası açgözlülüğe meyillidir… Böylece kararımı verdim. Çeşit çeşit yolculuk malzemesini hazırladım ve Basra’ya doğru yola çıktım. Orada yolculuğa çıkmaya hazır bir gemiye rastladım. Yolculuk, daha ziyade farklı ülkelerde ticaret yapmak isteyen tüccarlar için düzenlenmişti ve bu adamlar sağlam, imanlı, takva sahibi kişilerdi. Onlarla birlikte gemiye bindim. Yüce Allah’ın rızası ve yardımıyla yolculuğumuzun sağ salim geçmesini diledik. Birbirimize hayır duaları okuduk ve yolculuğumuza başladık. Büyük bir neşe ve memnuniyetle farklı denizleri, adaları ve şehirleri gezdik. Hepimiz kendi ticaretimizle meşgul olduk ve böyle böyle yolculuğumuza devam ettik. Ta ki bir gün, denizde yol alırken devasa dalgalarla karşılaşıncaya kadar… Güvertede durup okyanusu inceleyen kaptanımız birden bağırıp dövünmeye, saçını sakalını yolmaya başladı. Büyük bir panik içindeydi ve derhâl yelkenlerin sarılıp demir atılmasını emretti.
‘Reis ne oluyor Allah aşkına?” diye sorduk.
‘Ah kardeşim! Allah yardımcımız olsun. Rüzgâra yenik düştük, bizi yolumuzdan uzaklaştırdı ve buralara, okyanusun ortasına sürükledi. Şu anda Maymunlar Dağı’nın oradayız. Burası maymuna benzeyen kıllı insanların yaşadığı bir yer. Bu insanlar öylesine vahşidir ki yanlarına yaklaşan, canlı çıkamaz. İçimden bir ses hepimizin öleceğini söylüyor.’
Kaptan cümlesini henüz bitirmişti ki birden karşımızda maymunları gördük. Çekirge sürüsü gibi geminin etrafını sardılar. ‘Korkunç’ kelimesi onları tanımlamakta aciz kalırdı. Yüzleri siyah kıllarla kaplı, pis, ufak tefek yaratıklardı. Dört karış boyları, sarı gözleri ve siyah yüzleriyle dillerini anlamak şöyle dursun kimse onların ne olduğunu bilmiyordu bile. Bu canavarlardan kaçıp da saklanmayacak insan yoktur! Onları öldürmeye ya da uzaklaştırmaya cesaret edemiyorduk çünkü sayıca üstünlükleri elimizi kolumuzu bağlamıştı. Her ne kadar malımızı mülkümüzü yağmalamalarından korksak da istediklerini yapmalarına izin verdik. Önce halatların üzerinden gemiye tırmandılar, sonra da kemirerek onları parçaladılar. Bunun üzerine rüzgâr bizi sürükledi ve gemi karaya oturdu. Maymunlar bizi yaka paça indirip gemiyle ve içindekilerle birlikte uzaklaştılar. Hiçbirimizin nereye gittiğimize dair en ufak bir fikri yoktu.
Böylece adada kalmaya başladık. Ağaçlardaki meyvelerden ve yerde biten otlardan yiyip derelerden su içtik.
Bir gün adanın ortasında