Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Binbir Gece Masalları - Неизвестный автор страница 44
Yılan uzaklaştığında kendimi çözdüm. Acıdan ve korkudan yarı ölü bir hâldeydim. Adanın kıyısına indim ve etrafı izlemeye koyuldum. Tam da bu sırada denizin ortasındaki bir gemi gözüme çarptı. Kocaman bir ağaç dalını elime aldım ve onunla gemidekilere işaret ettim. Uzunca bir süre bağırdım. Onlar da beni görmüş ve birbirlerine:
‘Şu gördüğümüz şeyin yanına gidelim ve ne olduğuna bir bakalım. Belki de bir insandır.’ demişler.
Kıyıya yanaşıp beni gemiye aldılar ve başıma gelenleri sordular. Ben de onlara baştan sona tüm maceralarımı anlattım. Hikâyem hepsini şaşkına çevirmişti. Üstüme başıma giyecek bir şeyler verdiler. Dahası yemek ikram ettiler. Ben de karnımı iyice doyuruncaya kadar yedim. Ama ruhuma ferahlık veren asıl şey, lezzetli ve taze suya kavuşmamdı. Artık çok rahattım. Yüce Allah beni âdeta ölüyken diriltmişti. Ben de Rabb’ime merhameti ve lütufkârlığı için şükrettim. Büyük bir felaketten sonra yeniden hayat bulmuştum. Bir zaman sonra çektiğim bütün acıları sadece kötü bir rüya olarak kabul ettim. Sakin bir rüzgârla bir süre daha yol aldık. Ta ki yüce Rabb’imiz bizleri sandal ağacıyla meşhur El-Salahitah Adası’na ulaştırıncaya kadar… Kaptan demir attığında tüccarlar mallarını indirdi ve bir süre kendi ticaretleriyle meşgul oldular.
Sonra kaptan bana dönerek:
‘Şimdi beni dinle yabancı. Şu an için yoksul bir kimsesin ve bir sürü korkunç şey yaşamışsın. Sana ülkene dönmene yardımcı olacak bir teklifim var. Umarım sana faydası olur da bana dua edersin.’ dedi.
‘Ne olduğunu söyle, dualarım seninle!’ diye cevap verdim.
‘Bir zamanlar bizimle birlikte yolculuk eden bir adam vardı fakat maalesef onu kaybettik. Şimdi ölü mü sağ mı bilmiyoruz. Ondan hiçbir haber alamadık. Zavallının mallarını sana emanet etmek niyetindeyim. O malları bu adada satarsın. Eline üç beş kuruş bir şey geçer. Kalanını da şahsi eşyalarıyla birlikte Bağdat’a, adamın ailesine yollarız. Şimdi söyle bakalım bu görevi kabul edip diğer tüccarlar gibi malları satmaya razı mısın?’
‘Emriniz başım üstüne efendim. Allah biliyor ya hakkınızı ödeyemem.’ dedim ve ona teşekkür ettim.
O da denizcilere söz konusu malları indirmelerini söyledi ve onları bana emanet etti.
Geminin kâtibi, kaptana sordu:
‘Efendim, bu paketlerin içinde ne var? Üzerlerine kimin adını yazayım?’
Kaptan: ‘Üzerlerine Denizci Sinbad yaz. Bir zamanlar bizimle olan ve Rıh adasında kaybettiğimiz kardeşimizin adını… Zavallıdan bir daha haber alamadık. Şimdi bu yabancıya onun mallarını emanet ederiz, o da onları satıp payını alır. Paranın kalanını da Bağdat’a, sahibine, kendisini bulamazsak da ailesine yollarız.’
Kâtip: ‘Hakikaten de çok güzel düşünmüşsün reis!’ dedi.
Sabırla bütün tüccarların gemiden inmelerini bekledim. Gemideki herkes indi ve işleriyle meşgul olmaya başladı. Sonra cesaretimi topladım ve kaptanın yanına gidip sordum: ‘Efendim, mallarını satmamı istediğiniz Sinbad’ın kim olduğunu biliyor musunuz?’
‘Ona dair bildiğim tek şey, Bağdatlı olduğu ve Denizci Sinbad adıyla tanındığı. Birkaç tane arkadaşımızla birlikte demir attığımız bir adada boğuldu. O günden beri de ondan haber alamadım.’
Bunun üzerine bağırarak şöyle dedim:
‘Kaptan, Allah her daim sizin dostunuz ve yardımcınız olsun! Bilin ki ben Denizci Sinbad’ın ta kendisiyim ama sandığınız gibi boğulmadım. Diğer tüccarlar ve mürettebat ile birlikte ben de adaya indim. Çok güzel bir yerde tek başıma oturup meyvelerden yemeye başlamıştım. Böyle böyle oyalanırken birdenbire uyku bastırdı ve uyuyakaldım. Uyandığımdaysa gemiden ya da herhangi bir insandan eser yoktu. Bu mallar bana aittir. Elmaslar Adası’nda mücevher toplayan bütün tüccarlar da şahidimdir ki ben Denizci Sinbad’ım. Başımdan geçen her şeyi onlara anlattım. Beni nasıl unuttuğunuzu, adada nasıl uyuyakaldığımı… Kısacası başıma gelen her şeyi…’
Yolcular ve mürettebat sözlerimi duyduğunda bir kısmı hikâyemin doğruluğuna inandı, bir kısmıysa yalan söylediğimi düşündü. Elmaslar Adası’ndan bahsettiğimi duyan biri aniden yanımıza geldi ve şunları söyledi:
‘Hey millet! Söyleyeceklerime kulak verin… Yolculuğum sırasında başıma gelen inanılmaz bir şeyi anlattığımda yani Yılanlar Vadisi’nde kesilmiş hayvanımla birlikte gelen adamdan bahsettiğimde hiçbiriniz sözüme inanmadınız ve bana yalancı dediniz. Hatırlıyor musunuz?’
‘Evet, böyle bir şeyden bahsetmiştin fakat biz senin doğruyu söylediğine ihtimal vermemiştik.’
‘İşte bu adam, bana paha biçilemez elmasları veren adamdır. Benim kestiğim hayvana yapışması mümkün olmayan çoklukta elmasları bana verdi. Onunla birlikte Basra’ya kadar yolculuk ettim. Orada da bizden ayrılıp kendi ana vatanına döndü. O gerçekten de Denizci Sinbad’dır. Issız adada terk edilmiş talihsiz adam… Şimdi de Allah onu, hikâyemin doğruluğuna inanmanız için buraya gönderdi. Bu mallar da ona aittir. Bizimle birlikteyken satın aldığını hatırlıyorum. Onun sözlerine inanın.’
Tüccarın bu sözlerini duyan kaptan yanıma geldi ve bir süre beni süzdü. Sonra şunu sordu: ‘Balyaların içinde ne var?’
Ben: ‘Falan, filan…’ dedim.
Sonra da ona Basra’ya olan yolculuğumuz boyunca başımıza gelen bazı şeyleri hatırlattım. Nihayet Denizci Sinbad olduğuma ikna oldu ve boynuma sarılıp kurtuluşuma şükrettikten sonra şunları söyledi:
‘Allah, Allah! Senin başına neler gelmiş böyle? Yine de sağ salim yanımızdasın ya! Yüce Rabb’ime şükürler olsun! O ki senin malını da canını da muhafaza etti.”
Ardından ‘Elhamdülillah!’ diyerek sevincini bir kez daha dile getirdi.
Malları