Vah. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Vah - Ахмет Мидхат страница 4
“Erkek kısmı alicenap olmalıdır. Tokgözlülük dahi alicenaplığın birinci şartıdır. Bir insan görsen ki karşısında meyve yiyen bir adama dikkatli gözlerini dikerek ağzını sulandırıyor, bu arsız herife ‘insan’ ismini layık görür müsün? Heyhat! Karşısındaki adamın meyve yemesine öyle hasretli bir nazarla bakacağına kendisi dahi kudreti yettiği kadar meyve alıp yesin. Karı meselesi dahi aynen böyledir. Güzel karılara karşı ağzının suyunu akıtmaktan ise hâline göre bir kadın dahi sen alıp sefana bakarsın. Bu hakikati görmek için uzun uzadıya felsefe ilmi okumaya gerek yoktur. Zihni yerinde, vicdanı doğru olan herkes ne kadar cahil olursa olsun bu hakikati görüp takdir edebilir.”
Necati Efendinin şu yoldaki felsefi düşüncesi Behçet Beyin kulağına bile girmediğini anladınız ya?
O dahi kendi kendisine diyordu ki:
“Şimdi şu hanım kimin nesi olduğunu öğrenmeksizin bu görüşmeyi ilk ve son görüşme sayarak hemen yoluma gidiverecek miyim? Ne mümkün? İstanbul denilen şehir, malum sınırlar ile çevrili bir kaptır. Bu kadın da billur kavanoz içindeki balık gibi o kabın içinde muhafaza edilip sınırlı yerlerde gezen bir vücuttur. Ne kadar gezmiş dolaşmış olsa bu kaptan dışarıya çıkamayacağı da malumdur. Bu hâlde yapılacak tek şey kendisini takipten ibarettir. Ben ne yapar yaparım Necati’yi baştan savıp şu kadının arkasına düşerim. O nereye ben de oraya!”
Vapur köprüye yanaştı. Bizim iki arkadaşlar hemen herkesten evvel dışarıya çıkmaya davrandılar. Bu acelenin Behçet tarafından geldiğini izaha gerek yoktur ya? Necati Efendi, burada dahi hikmetli birkaç şey sarf ederek bir dakika evvel çıkmak için halk tarafından itilip kakılmanın akla ve hikmete muvafık olmadığını anlatmış idiyse de Behçet Bey öyle hikmetlere kulak vermeyerek “Sen istersen en sonraya kal!” diye fırlamış olduğundan Necati dahi çarnaçar arkadaşına uymaktan geri kalamamıştı.
Köprü üzerine çıktıkları zaman Behçet Bey artık kendisine refakat edemeyeceğinden ve biraz mühim işleri olduğundan bahisle Necati Efendi’den müsaade talebinde bulundu ise de işinin neden ibaret olduğunu ve hangi tarafa gideceğine karar verememişti.
Bu karar verememenin sebebi ise uzun boylu hanımın henüz vapurdan çıkarak hangi tarafa yöneleceğinin henüz anlaşılamamasındandı. Hanım Köprü üzerine çıkıp da Galata tarafına yöneldiği zaman ise Behçet Bey işinin Beyoğlu’nda olduğunu tayin etti ki bu hâlde Necati tarafından: “Benim de Beyoğlu’nda işim var. Kabul edersen sana refakat edeyim.” diye bir teklif vukuundan pek korktuğu hâlde öyle bir teklif vuku bulmamasından memnun kalmıştı.
O gün Necati, İstanbul tarafında kendisi gibi filozof geçinen bir adamı ziyarete gidecekmiş.
İki arkadaş birbirinden ayrılıncaya kadar uzun boylu hanım köprünün Galata cihetine doğru epeyce yol almıştı.
Fakat ne kadar yol alırsa alsın o boy, o endam, o edalı yürüyüş kendisinde iken kendisini takip eden Behçet Bey gibi bir adamın dikkatli nazarlarından kaybolması mümkün olur mu?
Behçet Bey birkaç adımı hem açık hem de sık atarak uzun boylu hanıma yaklaştı. Ondan sonra hem aheste aheste yürüyor, hem de kadını temaşa ederek kendi kendisine diyordu ki:
“Ne boy! Ne letafet! Bazı uzun boylu kadınlar vardır ki sırık gibi bir şeydirler. Bunda ise boyuna nispetle omuzlar dahi yolunda! Bu omuzların arasındaki sinesi dahi elbette şairlerin ‘sîne-i simin’4 diye tavsif ettikleri sineleri mahcup bırakacak kadar güzeldir.
Zaten gümüşten yapılmış bir sinede ne letafet olabilir? Hele şu enseye bak enseye! Bir romanda gördüğüm tarif ve teşbihe tamamıyla muvafık! Romanda âşık sevgiliye diyordu ki: ‘A sevdiğim! Senin ensen başka güzellere yüz olabilecek kadar güzeldir, latiftir. Senin ayakların pek çok sevgililere el olmaya layıktır.’ İşte bu ense hakikaten en güzel bir kadına yüz olmaya layıktır. Ya ayaklar! Ah! Potinlerinin üstüne galoş dahi giymiş olduğu hâlde bile yine ayaklar ne kadar küçük! Şu kadınlar da neden ayaklarına galoş giyerler? Ayaklarını uzatıp büyültmek için mi? Beyoğlu’nda gördüğüm o minimini potinlerden birisi şimdi şu hanımın ayaklarında olsaydı, kim bilir ne kadar küçük, ne kadar latif bir ayak meydana çıkardı!”
Bu hayaller ile Galata’ya kadar geldiler. Behçet Bey bir aralık zannetti ki uzun boylu hanım köprünün başında araba tutacaktır. Dolayısıyla kendi kendisine “O bir araba tutarsa ben de bir araba tutarım ve yine takibimde devam ederim.” diye gözleriyle arabaları muayeneye başladı.
Fakat hanımefendi araba tutmak için hiç yolundan durmayarak Karaköy’e doğru yürüdü. Behçet dahi arkası sıra yürüyüp yine kendi kendisine dedi ki:
“Acayip! Hanımın yanında ne yaşlı, ne genç herhangi bir kadın var. Uşak filan da yok. Bu kadar genç, bu kadar güzel, bu kadar süslü bir hanımın böyle yalnız başına Galatalardan geçerek gitmesine ne mana verilir? Acaba nereye gidiyor ki? Hem baksana! Gelenlerin geçenlerin yüzlerine dikkatli dikkatli bakıyor da. Sarraf dükkânlarına da gözlerini dikkatle çeviriyor. Nah işte! Konsolide Hanı’nın kapısında bayağı durarak hanın içini de seyretti. Bu kadında mutlaka bilmediğim bir hâl var ki ben de onu öğrenmeksizin arkasını bırakmayacağım.”
Kadın Karaköy’e vardı. Nöbet beklemekte bulunan tramvayın içine girerek kadınlara mahsus olan yerde oturdu.
Behçet dahi tramvaya bindi. Hem de özellikle kadınlar tarafından girerek hanımı, velev ki yaşmak altından olsun, şöyle yakından da bir temaşa etti.
Of aman ne hüsün! Ne cemal! Ne güzel! Ne bakış!
Kadınlar ile erkekler arasını ayıran kapı perdesini kaldırıp erkekler tarafına girdi. İsterdi ki perdenin bir ucu kapıya ilişsin ve biraz aralık kalsın da uzun boylu güzel hanımı biraz daha temaşa etsin. Lakin tesadüf, biçarenin bu arzusunu yerine getiremedi.
Ondan sonra aralıkta bir, kadınlar tarafından erkekler tarafına erkek yolcular gelip perdeyi açtıkça Behçet Bey, uzun boylu hanımı görüyor idiyse de bu görüş, şimşek çaktıkça ışığın bir anda görünüp kaybolması gibi bir şeydi.
Azapkapı’dan gelecek olan tramvay geldi. Tophane tarafından gelişini bekleyen vagonlar dahi gelerek nihayet Behçet Bey’in bindiği tramvay dahi borusunu öttürerek yola revan oldu.
Biletçi kadınlar tarafına geldiği zaman hanımın nereye bilet alacağını görmek için Behçet Efendi çok gayret etti ise de görmeye muvaffak olamadı. Kendi kendisine dedi ki:
“Tramvay Ortaköy’den ileriye gitmiyor ya! Ben biletimi Ortaköy’e alırım. Kadın nereye çıkarsa arkası sıra ben de çıkarım.”
Tophane’ye geldiler. Uzun boylu hanım çıkmadı. Yaz olması hasebiyle Salıpazarı’ndaki deniz hamamları önünde dahi araba durduğu hâlde hanım oraya da çıkmadı. Fındıklı’ya geldiler.
Behçet Bey, Fındıklı’da dahi hanımın çıktığını göremedi. Ancak araba hemen yola düzüldüğü zaman şöyle yirmi adım kadar uzakta hanımın Fındıklı’dan Kazancılara giden yokuşa doğru yöneldiğini görmesin mi?
Hemen arabadan
4
Gümüş gibi beyaz sine ya da göğüs.