Vah. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Vah - Ахмет Мидхат страница 5
Uzun boylu hanım yokuşu bir hayli çıktıktan sonra sağ tarafta bulunan bir sokağa büküldü. Behçet dahi arkasından!
Ancak sokağın bayağı tenha bir hâlde bulunması dikkatli nazarlarını açarak kendi kendisine dedi ki:
“Böyle bir tenha sokakta beni bu kadar genç ve süslü bir hanımı takip ediyor görenler ne derler? Ne kadar şüphelere düşmezler? Biraz daha geriden gitmek lazım.”
Gide gide bir bakkal dükkânının önüne vardılar. Uzun boylu hanım bakkal dükkânını yirmi adım kadar geçtikten sonra bir hanenin kapısını çaldı. Bu hâlde Behçet Bey dahi bakkal dükkânından otuz adım kadar geride idi. Hanım kapıyı çalarken Behçet’in aklına ilk gelen tedbir kendisini bakkala göstermemek oldu. Zira hanımın girdiği hane hakkındaki malumatı ancak bakkaldan alabileceğini düşünmüştü.
Hanımın girdiği ev, açık yeşil boyalı bir hane olup yeni tamir gördüğü görünüşünden anlaşılıyordu. Hanım kapıdan girip de kapı kapandıktan sonra Behçet Bey yürüyüşüne biraz daha sürat vererek bakkal dükkânı önünde durmaksızın yürüdü ve yeşil boyalı haneden biraz daha ileriye geçti.
Yolun biraz daha ilerisinde yol üçe ayrılıyordu. Sol tarafa bükülmüş sokağın ağzında bir kahvehane vardı ki oradan yeşil boyalı hanenin kapısı görülebilirdi.
Behçet bir aralık bu kahveye girerek kahveciden tahkikata girişmeyi düşündüyse de sonra aklına daha münasip bir yol geldi. Kendi kendisine dedi ki:
“Hazır henüz kahvaltı da etmedim. Karnımı doyurmak için bakkal dükkânına girerim. Hem kahvaltı eder hem de bakkaldan bazı şeyler sorarım. Sonra kahve içmek için buraya gelip hazır kahve dahi tenha olmakla kahveciden de bilgilerimi tamamlarım.”
Mahalle bakkalı yaşlı bir Karamanlı idi ki bir şeyler almak için dükkânına gelen bazı çocuklara “Anana selam söyle!” yahut “Baban daha uykudan kalkmadı mı?” gibi laubalice birtakım muamelelerde bulunduğunu görünce yaşlının pek çok vakitten beri orada mahalle bakkallığı ettiği anlaşılıyordu.
Behçet Bey dükkâna girdi. Yiyecek nesi olduğunu sordu. Bakkal dedi ki:
“Ne isterseniz var efendim! Âla kaşar! Âla tulum peyniri! Havyar gibi zeytin! Siyah havyarın da âlası! Sardalyalarım misk gibidir. Domatesler pek taze! Usta Bodos’un dükkânında karın doyuracak bir şey bulunmazsa nerede bulunur efendim?”
Gerçi bakkalın methettiği eşyanın nefaseti zahiren dahi görülüyor idiyse de Behçet Bey biraz daha ehemmiyetli nazarlarını çekmek için bir tel kafeste asılı olan yumurtaları gösterip dedi ki:
“Yumurtalar taze midir Usta Bodos? Artık ismini de öğrendik!”
“Tazedirler efendim! Üç günlük yumurta nadirdir. Şurada bir koca karının tavukları var, fukara kadıncağız yumurtalarını satarak ekmek alır. Pek tazedirler.”
“Elbette sende Sibir yağının da âlası bulunur.”
“Ne demek efendim, ne demek! Yağ değil âdeta kaymaktır.”
“Tamam! Dört yumurtayı bana yağda pişirirsen havyarlara tercih ederim.”
“Şu kaymak gibi tulum peynirinden biraz ilave edeyim mi?”
“Sen bilirsin Usta Bodos!”
Bodos yumurtayı pişirip de Behçet Bey yiyinceye kadar asıl maksat olan tahkikata dair dahi söz açıldı. Behçet sordu ki:
“Bu mahalle epeyce kibar bir mahalleye benziyor. Zira mahallenin zengin ve fakir olduğu bakkalının hâlinden malum olabilir. Mahalle fukara olsaydı senin dükkânında bu kadar nefis eşya bulunmazdı. Malum ya! Fukara kısmı eşyanın iyisine bakmaz ucuzuna bakar.
“Evet efendim! Mahallemiz epeyce kibar ise de zamanlar acayipleşti. Alışverişler kesattır. Hep veresiye, hep veresiye, kayıt defteri doldu. Aylıklar çıkmaz ki tahsilat olsun. Lakin yirmi sekiz yıldır şunun şurasında geçinip gidiyoruz da insan onun için bırakamıyor.”
“Mahallenin en belli başlı ahalisi kimlerdir?”
“Şurada arka sokakta Sünuhu Paşa vardır. Beri tarafta Rağbetî Molla Efendi! Şu ön tarafta dahi Menzil Bey oturur. Bu sokakta o kadar kibar adam yoktur.”
“Şu yeşil boyalı haneyi de iyice görüyorum.”
“O mu? Hoca Kutbettin Efendi derler. Zengin bir adam değil ama pek mübarek bir adamdır!”
Behçet Bey sözü yeşil boyalı haneye naklettiği zaman bakkalın yüzüne gayet dikkatle bakmıştı. Maksadı dahi o süslü hanımın bu eve girmiş olduğunu bakkal görmüş mü görmemiş mi? Bir de kendi takibi hakkında şüpheye düşmüş ise mutlaka yüzünde görülecek alametlerden bakkalın şüphesini anlamaya çalışmaktı.
Hâlbuki Bakkal kendi işiyle meşgul olduğu sırada süslü hanımın oraya girdiğini görmemişti. Dolayısıyla Behçet Bey beklediği alametleri bakkalın yüzünde göremeyince bir kat daha rahatladı. Behçet dedi ki:
“Hoca Kutbettin Efendi mi dedin? Ben bu ismi işittim zannediyorum.”
“Sizler bu mahallede değilsiniz gibi anlıyorum. Buraya kiralamak için ev aramaya mı geldiniz?”
“Onun gibi bir şey! Daha doğrusunu söyleyeyim. Ahbaptan birisinin kızını bu taraftan bir efendi istemiş de o adamın hâlini, şanını anlamak için geldim. Bu Hoca Kutbettin Efendi dahi bize damat olacak zata pek uzak değildir. Hemen akrabasından gibi bir şeydir.”
“Akrabasından mı? Ben Hoca Kutbettin Efendi’nin akrabası olduğunu bilmiyorum. İsmi ne imiş bakalım?”
“Raşit Bey diyorlar, kendisi daima buralarda oturmuyor ise de…”
“Ne ise! Onu sonra öğreniriz.”
“Ben sana tarif edersem belki tanırsın. Şimdi şu Hoca Kutbettin Efendi’ye bakalım. Bu hoca ne hocasıdır? Galiba bazı kadınlara nefes eden, bazı hastalıkları nefes ile iyileştiren hocalardan olmalı.”
“Yok, yok! Öylelerinden değil. Bu doksan yaşında yaşlı bir adamdır. Birkaç bey, efendi sabahları gelerek ders okurlar. Arabi mi, Farisi mi diyorlar ne diyorlar? İşte onları okurlar. Hatta evinin masrafını da onlar görürler. Bugün bakarsın birisi Hoca Efendi’nin yağ çömleğini getirmiş beş okka Sibir yağı alır. Yarın bir diğeri Hoca Efendi’nin kışlık kömürünü satın almıştır. Kendisinin dahi bilmem hangi memuriyetten birkaç yüz kuruş aylığı var ki onu da aylık çıktıkça Saka Memiş Ağa gider alır getirir.”
“Ee, bu adamın çoluğu çocuğu yok mu?”
“Bir karı bir koca! Bir de ihtiyar Arap cariye var. Şu dünyada başka hiç kimsesi yoktur. İşte onun içindir ki Hoca Kutbettin Efendi’nin öyle Raşit Bey filan namında akrabası filanı olduğunu bilemiyorum.”
Behçet Bey aldığı şu malumat üzerine