Ölüm. Эмиль Золя
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ölüm - Эмиль Золя страница 7
Yemek odasının yükselen ısısında kızaran yüzler, bir iç huzur ile yumuşamış gibi görünüyordu. İki uşak, masanın etrafında gezinerek Alicante marka İspanyol şarabı ve Tokaj marka Macar şarabını bardaklara dolduruyordu.
Renée, yemeğin başından beri dalgın görünüyordu. Yüzüne mıhladığı bir gülümseme ile konağın sahibesi görevini yerine getiriyordu. Maxime ve Louise’nin iki yakın arkadaş gibi şakalaşırlarken etrafa saçtıkları neşelerini imrenerek izliyordu. Ciddi adamlar ve muhabbetleri, Renée’yi usandırmıştı. Markiz d’Espanet ve Madam Haffner, onu umutsuz bakışlarla seyrediyorlardı. Aristide Saccard aniden Mösyö Hupel de la Noue’ya dönerek: ‘‘Önümüzdeki seçim hakkında neler düşünüyorsunuz?’’ dedi. Mösyö Hupel de la Noue gülümseyerek: ‘‘Çok iyi sonuçlanacağına eminim ancak adayımızı henüz belirlemedik. Zannediyorum ki Bakan’ın bu konuda tereddütleri var.’’ cevabını verdi. Bu konuda diken üzerinde olan Mösyö Mareuil, konuyu açtığı için göz ucu ile Saccard’a teşekkür etti. Vali’nin, ona doğru dönüp: ‘‘Ülke genelinde hakkınızda pek çok duyum aldım, Mösyö. Mülkiyetleriniz size çok sayıda arkadaş sağladı. İmparator’a olan bağlılığınız da herkesçe biliniyor. Şansınız oldukça yüksek.’’ sözlerini işitince yüzü kızardı ve mahcup bir baş selamı verebildi. Maxime masanın bir ucundan bağırarak: ‘‘Baba, küçük Sylvia’nın 1849’da Marsilya’da sigara sattığı doğru mu?’’
Aristide Saccard duymazlıktan gelirken genç adam kısık bir sesle: ‘‘Babam kendisini şahsen tanıyordu.’’
Bir süredir saklı kahkahalar yeniden duyuldu. Mösyö Mareuil mahcup selamlaşmasına devam ederken Mösyö Haffner’in tumturaklı sesi: ‘‘İçinde bulunduğumuz çıkarcı demokrasi günlerinde İmparator’a bağlılık, tek erdem ve tek vatanseverlik biçimidir. Her kim İmparator’u seviyorsa Fransa’yı seviyor demektir. Mösyö’nün meslektaşımız olmasından memnuniyet duyarız.’’ diye yükseldi.
Konuşma sırası kendisine gelince Mösyö Toutin-Laroche: ‘‘Mösyö kazanacaktır. Büyük servetler tahtın etrafında toplanmalıdır.’’
Renée artık dayanamıyordu. Markiz d’Espanet, gözlerinin önünde esnemesini bastırmaya uğraşıyordu. Aristide Saccard lafa gireceği sırada tatlı gülümsemesi ile Renée: ‘‘Aman, dostum! Bize biraz acı ve biz kadınları politikanın gazabından kurtar.’’ dedi. Mösyö Hupel de la Noue, bir vali nezaketi ile kadınların haklı olduğunu belirterek kasabasında gerçekleşen edepsiz bir hikâyeyi anlatmaya başladı. Markiz, Madam Haffner ve diğer tüm kadınlar; hikâyenin bazı kısımlarına içtenlik ile güldüler. Vali, en masum ifadelere oldukça haylaz anlamlar yükleyen bol imalı, üstü kapalı ses tonlamaları ile oldukça etkileyici bir anlatım tarzına sahip idi. Sonrasında sırası ile Düşes’in ilk salı gününden, bir önceki gece oynanan burleskten, bir şairin ölümünden ve sonbaharın son yarışlarından bahsedildi. Eşref saatinde olan Mösyö Toutin-Laroche kadınları güllere benzetiyor; bir anda kapanan seçim konusunun kursağında kalan hevesi ile Mösyö Mareuil, yeni şapka modası hakkındaki söylemleri dinliyordu. Renée’nin dalgınlığı sürüyor; konuklar artık yemek yemiyordu. Sıcak bir rüzgâr masa boyu eserek bardakları bulandırmış, ekmeği ufalamış, tabaklardaki soyulmuş meyveleri karartmış ve servisin tüm nizamını yerle bir etmişti. Oyma gümüş saksılardaki çiçekler soluyordu. Konuklar tatlı artıklarının önünde, bir an için varlıklarını unutmanın mutluluğu ile ayağa kalkmaya cesaretleri olmaksızın öylece oturuyorlardı. Yarı bükülü bir kollarını masaya yaslamış, küçük yudumların ölçülü ve edepli sarhoşluğunda boş gözler ile etrafa bakıyorlardı. Gülüşler sönmüş, sesler dinmişti. Yemeği ve şarabı fazla kaçıran şık giyimli adamlar takımı, artık olduklarından daha da ciddiydiler. Kadınlar odanın ağır havasında, alınları ve boyunlarına kadar yükselen nemi hissettiler. Baş dönmesinin hafif soldurduğu yüzlerindeki ciddiyet ile oturma odasına doğru geçmeyi bekliyorlardı. Madam Haffner’in omuzları, bal mumu beyazlığına bürünmüş iken Madam d’Espanet kıpkırmızı olmuştu. Mösyö Hupel de la Noue bıçağının sapını inceliyor; Mösyö Toutin-Laroche kendisini yalnızca kafa sallayarak cevaplayan Mösyö Mareuil’e birbirinden alakasız şeyler anlatmaya devam ediyor; Mösyö Mareuil kendisine samimiyetsiz bir ifade ile gülümseyen Mösyö Michelin’e gözlerini dikmiş rüya görüyordu. Güzel Madam Michelin konuşmayı çoktan bırakmıştı. Yüzünde, masanın altından sarkıttığı elini şüphesiz bir cebir sorusu çözen adamın buruşuk yüzü ve çatık kaşları ile beceriksizce masaya yaslanmış Mösyö de Saffré tarafından tutmasının kızarıklığı vardı. Madam Sidonie süt ile yapılan her şeyi çok sevdiğini ve hayaletlerden korktuğunu anlatırken yüzlerini dirseklerine dayayarak güzel kadını dinleyen Sör Mignon ve Charrier mest olmuşlardı. Aristide Saccard bir ev sahibi olarak misafirlerini yerlerinden kalkamayacak kadar sarhoş ettiği bilincinin keyfine uzanmış Baron Gouraud’nun şehvetli yaşlı bir adamın kısa ve kalın parmakları, mor lekeler ve kızıl kıllar ile kaplı sağ eli ile beyaz örtülü masadan destek alarak akşam yemeğini sindirişini saygılı bir şefkat ile izliyordu.
Renée, kadehinin dibinde kalan son birkaç yudum şarabı hızla içti. Yüzünden alevler yükselmiş, alnındaki ve ensesindeki tüyler bir nefes üflenmiş gibi ürpermişti. Saf şarap içmiş bir çocuğun sessiz yüzü gibi dudakları ve burnu gerilmişti. Monceau Parkı’na düşmüş gölgeleri seyrederken aklına gelen yemekler, şaraplar, parlak ışıklar, rahatsız edici nefesler ve zevklerden oluşan iyi bir burjuva gecesi düşüncelerinden duyduğu rahatsızlığın ortasında boğuluyordu. Kendi hâllerindeki kız kardeşi Christine ve halası Élisabeth ile birbirlerine gülümsemiyor, neredeyse hiç konuşmuyorlardı. Bakışındaki merhametsizlik ile zavallı Mösyö de Mussy’nin gözlerini kendinden uzağa kaçırdı. Giydiği satenin hafifçe hışırdadığı sandalyesine yaslanarak arkasına dönmekten kaçınan kadının omuzları; konuşmaların ölmeye yüz tutmuş vızıltılarının ortasında Maxime ve Louise’in hâlâ eğlendikleri köşeden yükselen her bir kahkaha kopmasında, hafif bir ürpermeyi ele veriyordu.
Renée’nin arkasında, gölgelerin kenarında Baptiste; uzun boyu, bembeyaz teni, ciddi görünümü ve ev sahiplerini memnun eden bir uşağın kibri ile darmadağın masaya ve baygın konuklara hükmediyordu. Kadınların çıplak omuzlarının alevlerinin yanmadığı gözleri ile yitmeye yüz tutmuş onur zerrelerini korumaya çalışan Parisliler’e hizmet eden hadım uşak; bu sarhoş eden havada, avizeden saçılan sarı çiğ ışığın altında, boynunda gümüş zinciri ile dimdik duruyordu.
Renée, gergin bir tavır ile ayağa kalktı. Ardından herkes peşine takıldı. Kahve servisinin yapılacağı odaya geçtiler. Konağın büyük salonu; bahçeye dönük tüm ön cepheyi kaplayan geniş, upuzun bir oda, âdeta bir köşkten diğerine geçiş sağlayan bir tür devasa koridordu. Yerden tavana kadar ulaşan iki kanatlı büyük bir Fransız penceresi verandaya açılıyordu. Bu devasa koridorun tamamı altın ile ışıldıyordu. Hafif kemerli tavan, koca altın madalyonların etrafını sardığı paladyum gibi parıldayan gerçek dışı payandalar ile destekleniyordu. Kırmızı ipeklere asılmış kemeri çevreleyen gül bezemeleri ile göz kamaştırıcı çelenkler, erimeye yüz tutmuş bir metal gibi duvar boyunca akarak aynaların kenarlarına düşüyordu. Cilalı yer boyunca uzanan bir Aubosson halısı, mor çiçeklerini salona sergiliyordu. Damasko mobilyaların kırmızı ipekleri kapı ve perdelerde buluşuyor; şömine rafındaki devasa taş işlemeli saat, konsollara yerleştirilmiş Çin vazoları, Floransa mozaikleri işli iki uzun masanın ayakları ve pencere mazgallarına