Ölüm. Эмиль Золя

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ölüm - Эмиль Золя страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ölüm - Эмиль Золя

Скачать книгу

mi? Mutlaka düşüneceğim ancak şu an uygun bir iş ne yazık ki yok. Biliyorsun, bu konularda dikkatli olmamız gerek. Kendini ya da beni tehlikeye atmayacağın güvenli bir iş bulmalıyız. Hemen kızma, ikimiz de yalnızız. Birbirimize doğruları söyleyebilmeliyiz.’’ Aristide çaresizce gülümserken ağabeyi: ‘‘Ah, zeki olduğunu biliyorum. Artık kendini yok yere aptal durumuna düşürmene izin vermeyeceğim. Karşımıza iyi bir fırsat çıkar çıkmaz da sana haber edeceğim. O zamana dek yirmi franga ihtiyacın olursa gel ve benden iste.’’ diyerek sözlerine devam etti.

      Kısa bir süre güneydeki ayaklanmada babalarının kendi yolunu nasıl bulduğundan bahsettiler. Eugène, bir yandan paltosunu giyiniyordu. Dışarı çıktıkları sırada ayrılmak üzerelerken ağabeyi, Aristide’i kolundan tutarak alçak bir sesle ekledi: ‘‘Bana bir iyilik yap ve kendi kendine iş aramaya kalkışma. Evinde otur ve sessizce benden haber bekle. Küçük kardeşimin bekleme odaları köşelerinde dolaştığını görmek istemem.’’

      Aristide, şahsına münhasır ağabeyine saygı duyuyordu. Güvenini sarsmasını ya da yer yer patavatsızlığa kaçan dürüstlüğünü affetmese de ağabeyinin istediğini yaparak kendisini Saint-Jacques Sokağı’ndaki evine kapattı. Paris’e, kayınpederinin borç verdiği beş yüz frankla gelmişti. Yol masraflarının ardından, ayın geri kalanı için üç yüz frangı kalmıştı. Karısı Angèle, para harcamayı çok seviyordu. Bu sıkışıklıkta nedendir bilinmez, bayramlık elbisesini leylak rengi kurdeleler ile süsleme ihtiyacı duymuştu. Genç kadın, bu ayın bitmek bilmeyeceğini düşünüyordu. Aristide, Angèle’in sabırsızlığında tükeniyordu. Pencerenin önünde oturmuş Paris’in devasa ağırlığı altında ezildiğini hissederken; harlı fırına kendisini tıkıp ateşten ellerinde bal mumu kıvamına gelen altını yoğurmak gibi delice bir arzuya kapıldı. Koca şehirden yükselen, şimdiden finansal kumarhanelerin ve şehvetin sıcak kokularını taşıyan imparatorluğun doğuşunun soluklarını içine çekiyordu. Soluduğu hafif kokular ona doğru yolda olduğunu; imparatorluğun, yeni maceraların, kadınların ve milyonların avının nihayet başladığını söylüyordu. Burun delikleri genişledi, açlıktan ölmek üzere olan bir hayvanın içgüdüsü ile şehrin arenaya dönüşerek kanlı avın yaklaştığı günleri görebiliyordu.

      İş konusunda daha fazla çaba sarf etmeye teşvik etmek için iki kez ağabeyini aradı. Eugène kaba bir üslupla onu unutmadığını, sabretmesi gerektiğini söyledi. Sonunda, Penthièvre Sokağı’na görüşmeye gideceğini yazan bir mektup aldı. Oraya giderken güzel bir kadın ile randevuya çıkıyormuş gibi kalbi, delicesine atıyordu. Ofis olarak kullanılan buz camlı odada, koca bir siyah masanın önünde Eugène’i gördü. Aristide’in geldiğini gören ağabeyinin hemen yanındaki avukat ona bir kâğıt uzatarak: ‘‘İşte, yazın dün geldi. Belediye binasında komiser yardımcısı olarak görev yapacaksın. Maaşın, iki bin dört yüz frank olacak.’’ dedi. Aristide olduğu yerde kalakalmıştı. Ağabeyinin kendisi ile dalga geçtiğini düşünerek sapsarı kesildi ve kâğıdı almadı. En az altı bin franklık bir maaş umuyordu. Ağabeyi, kardeşinin aklından neler geçirdiğini duyarcasına sandalyesini çevirdi ve kollarını birbirine kavuşturarak öfkeyle: ‘‘Şu hâline bakılacak olursa koca bir aptalsın. Hizmetçilerin etrafında dört döndüğü büyük bir apartman dairesinde iyi yemekler yemek; iki saatte dekore edilmiş yatak odanda ipek çarşafların üzerinde kendini tatmin ettiğin an varlığını dahi unutacağın herhangi bir kadını koynuna almak; ardından da uykuya dalmak istiyorsun, öyle mi? Sen ve senin gibilere izin versek kasayı daha dolmadan boşaltırsınız. Aman Tanrı’m! Bir çocuk kadar safsın. Biraz sabırlı ol! Ne şartlarda yaşadığımı görmedin mi?’’

      Küçük kardeşinin diplomalı sabırsızlığından derin bir küçümseme ile bahsediyordu. Bu küçümseyiş; içinde daha yüksek hırslar, daha farklı güç arzuları barındırıyordu. Aristide’in salt para iştahı, bundandır ki ona sıradan ve çocukça geliyordu. Eugène, hafif bir gülümseme ile daha nahif bir ses tonunda: ‘‘Niyetinin iyi olduğunu biliyorum ve seni üzmeyi inan istemiyorum. Senin gibi adamlar değerlidir. Dostlarımızı en açlar arasından seçmeye özen gösteriyoruz. Ne yazıktır ki hükmetmenin en kolay yolu budur. Endişelenme, yakında masada bir yer açılacak ve en sancılı açlıklar doyurulacak ancak Tanrı aşkına, en azından sofra kuruluncaya kadar bekle; lakin bana inanır ve tavsiyeme uyarsan o masada kendi yerini sen hazır edeceksin.’’ dedi. Ağabeyinin hoş benzetmelerinin tesir etmediği Aristide, düşünceli bir hâlde öylece duruyordu. Eugène bir kez daha öfkeye kapılarak: ‘‘Ah!’’ diye haykırdı. ‘‘Sana aptal demekte çok haklıydım. Ne bekliyordun, ha? Şanlı benliğiniz(!) ile tam olarak ne yapacağımı zannediyordunuz? Hukuk eğitimini dahi bitirmedin. Kendini on yıl boyunca alt vilayetin sefil memuriyetine gömdün. Darbenin cumhuriyetçi adamlarından birinin iğrenç ünü ile kapımda belirdiğin vakit, gerçekten bir Bakan olabileceğini mi düşlüyordun? Bak, ne pahasına olursa olsun başarmaya kararlı olduğunu biliyorum. Bunun büyük bir erdem olduğunu kabul ediyorum ve sana iş düşünürken de bunu bir an olsun aklımdan çıkarmadım.’’ dedi; ayağa kalktı ve yazıyı Aristide’e uzatarak: ‘‘Al şunu!’’ diye devam etti. ‘‘Bir gün bana teşekkür edeceksin, bu pozisyonu senin için özel olarak seçtim. Yeterince zeki isen ne demek istediğimi anlayacaksın. Dileyen herkesin zengin olabileceği bir döneme giriyoruz, kardeşim. Oraya git ve istediğin kadar para kazan. İzin veriyorum ancak aptalca bir şey yapar ya da bir skandala imza atarsan seni öldürürüm!’’

      Bu tehdit, arzularının çıkaramadığı güçlü duyguları ortaya çıkardı. Aristide’in coşkusu, ağabeyinin bahsettiği zenginlik karşısında yeniden alevlendi. Sonunda acımasız savaşını başlatabilecek gibi görünüyordu; haykırmalarına müsaade etmeden boğazlarına sarılacaktı, üstüne üstlük bürokrasi adı altında… Eugène, ay sonuna kadar beklemesi için iki yüz frank verdikten sonra düşünceli bir şekilde:

      ‘‘Adımı değiştirmeyi düşünüyorum, sen de değiştirmelisin. Daha az utanç ile yaşayabiliriz böylece.’’

      Aristide sessizce:

      ‘‘Nasıl istersen…’’ diye cevapladı.

      ‘‘Senin hiçbir şey ile ilgilenmene gerek kalmaz, evrak işlerini ben hallederim. Karının adını almak ister misin, Mösyö Sicardot?’’

      Aristide, hecelerin ahengini görmek için bakışlarını yukarı kaldırarak:

      ‘‘Sicardot… Aristide Sicardot… Korkarım ki, hayır. Ucuzluk ve başarısızlık kokuyor.’’

      Eugène: ‘‘Başka bir isim düşün o hâlde.’’ derken Aristide kısa bir an durakladıktan sonra: ‘‘Sicard’ı tercih ederim; Aristide Sicard! Kulağa hoş geliyor, değil mi? Belki biraz anlamsız…’’

      Düşünde görmüşçesine bir anda: ‘‘Buldum!’’ diye haykırdı. ‘‘Sac-card, Aristide Saccard! İki ‘c’ ile… İşte bu isimde para var. Kuruşları sayıyoruz, duyuyor musun?’’

      Ağabeyi zalimce bir şaka ile kardeşini uğurlarken:

      ‘‘Evet, ya hapse düşecek ya da milyonlar kazanacak bir isim!’’

      Aristide Saccard, birkaç gün sonra belediye binasının önündeydi. Çok geçmeden rutin mülakatlara tabi tutulmaması için ağabeyinin tüm nüfuzunu kullandığını öğrenmişti. Ev halkı için bir memurun tekdüze yaşantısı artık başlamıştı. Aristide ve karısı, Plassans’taki alışkanlıklarını sürdürüyorlardı. Dolaysız servet

Скачать книгу