Ölüm. Эмиль Золя

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ölüm - Эмиль Золя страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ölüm - Эмиль Золя

Скачать книгу

ha? Sevgili dostum, en azından onunla konuşabilir ve onun yüzünden ne kadar acı çektiğimi söyleyebilirsen içimi biraz da olsa rahatlatmış olursun.’’

      Maxime gülerek: ‘‘Ah, dostum… Bunu yapamam. Bu aralar kendinde değil ve onun sağanağına tutulmak istemem. Aranızdaki anlaşmazlıkları birbiriniz ile çözmeniz gerekecek.’’ dedi.

      Havana purosundan bir fırt aldıktan sonra: ‘‘Size bir iyilik yapmamı istiyorsunuz, değil mi?’’

      Mösyö de Mussy arkadaşlıklarının samimiyetine dayanarak yalnızca Renée’ye olan sadakatini kanıtlamak için bir fırsat dilediğinden bahsetti. Renée’ye duyduğu aşkın derinliğinde yok oluyordu. Maxime sonunda: ‘‘Eh, anlaştık. Onunla konuşacağım ancak hiçbir şey için söz vermiyorum. Beni başından atacağı kesin.’’ dedi.

      Tütün odasına dönerek iki büyük uzanma koltuğuna oturdular. Mösyö de Mussy yarım saat boyunca çektiği acıyı betimledi. Üvey annesine nasıl âşık olduğunu ve Renée’nin onu fark etmeye nasıl tenezzül ettiğini neredeyse onuncu kez tekrarlıyordu. Maxime, purosu bitmeye yakın Renée’nin nasıl bir kadın olduğunu anlattı ve onun kalbini kazanabilmenin yolları hakkında öğütler dizdi. Aristide Saccard odaya girip beylerin birkaç adım ötesine oturduğu sırada, Mösyö de Mussy sessiz kalırken Maxime: ‘‘Yerinde olsam ona karşı pervasız olurdum. O, bundan hoşlanıyor.’’ diyerek sözlerini tamamladı. Tütün odası büyük salonun sonunda, kulelerden birinin içine inşa edilmiş yuvarlak bir odaydı. Zengin parçalar ile döşenmiş olsa da aşırılıktan uzaktı. Duvarlarda imitasyon ince ve renkli deriler, Cezayir kumaşından perdeler ile kapı kaplamaları ve yerin ortasında bir İran halısı seriliydi. Mobilyalar; taba rengi deri ile kaplanmış koltuklar, sedirler ve odanın mimari yapısına uygun yuvarlak bir divandan oluşuyordu. Tavandaki küçük avize, tek ayaklı yuvarlak masanın üzerindeki süslemeler ve şöminenin üzerindeki biblolar; uçuk yeşil Floransa bronzundandı.

      Kadınların yanında birkaç genç beyefendi ve tütünden nefret eden solgun, buruşuk yüzlü yaşlı adamlar haricinde kimse kalmamıştı. Tütün odasından, erkeklere özgü şakalaşmaların kahkahaları duyuluyordu. Mösyö Hupel de la Noue, masada üstünkörü anlattığı edepsiz hikâyeyi şimdi tüm müstehcen ayrıntıları ile anlatıyordu. Vali için anlatılacak her hikâye, kadınlara ve erkeklere göre ikiye ayrılıyordu. Aristide Saccard içeri girdiğinde odadakiler etrafını sararak ona methiyeler yağdırdılar. Mösyö de Saffré, Laure d’Aurigny’i İngilizler’in eline düşmekten kurtararak ülkesine iyi hizmet ettiğini düşündüğü Saccard’ı kutluyordu. Aristide Saccard sahte bir alçak gönüllülük ile kekeleyerek: ‘‘Hayır, beyler! Gerçekten yanılıyorsunuz.’’ dedi. Maxime alaylı bir tavır ile: ‘‘Rica ediyorum, bu konuda alçak gönüllülük yapmayınız. Sizin yaşınızda biri için çok önemli bir olay.’’ diye bağırdı. Ardından genç adam, purosunu söndürdükten sonra büyük salona döndü. Çok sayıda insan gelmişti. Siyah takımları ile ayakta dikilmiş, kısık sesle muhabbet eden beyler ve elbiselerinin uzun etekleri ile koltuklara sere serpe uzanan kadınların kalabalığında uşaklar; ellerinde dondurma ve meyve kokteylleri dolu gümüş tepsiler ile geziniyorlardı.

      Renée ile konuşmak isteyen Maxime, onu nerede bulacağını bildiği için emin adımlarla devasa koridoru boydan boya yürüdü. Tütün odasının karşı ucunda, ufak ve sevimli bir misafir odasına dönüştürülmüş bir başka yuvarlak oda vardı. Duvar kaplaması, perdeleri ve saten düğün çiçeği bezeli kapısı ile benzersiz ve seçkin bir havaya sahip bu odanın şehvetli bir cazibesi vardı. İncelikle işlenmiş avizeden saçılan ışıklar, güneş rengi dokumaların arasında uçuk sarı bir senfoni söylüyordu. Bir anda, olgunlaşmış bir buğday yaprağının üzerinde uykuya dalan yıldızın kayması gibi ışık; ölü yapraklarla dolu bir Aubusson halısının üzerinde sönüverdi. Fildişi rengi abanoz ağacından bir piyano, cam raflarında bir dünya biblo sergileyen iki küçük dolap, XVI. Louis Dönemi’nden bir masa ve koca bir çiçek demeti ile çevrili bir saksı, odayı döşemek için yetmiş görünüyordu. İki kişilik kanepeler, koltuklar ve sedirler kapitone düğün çiçeği sateni ile kaplanmış ve kenarlarına aralıklar ile gösterişli laleler işlenmiş genişçe siyah saten şeritler çekilmişti. Bir iki tane de alçak, volanlı koltuk ile tüm zarif ve tuhaf modellerde tabureler vardı. Saten ve kapitonelerin sakladığı mobilyaların ham ahşap işçiliklerini görmek imkânsızdı. Koltukların kıvrımlı arkalıkları, bir yastığın yumuşak dolgunluğunu hissettiriyordu. Uçuk sarının şehvetli senfonisinin ortasında odanın tümü, kuş tüyü yorganın altına sokulup sevişebileceğiniz türden gizli bir yatak gibiydi.

      Renée, pencerelerinden biri konağın yan tarafındaki muhteşem seraya açılan bu küçük misafir odasına bayılıyordu. Gündüzleri boş vakitlerini burada geçirirdi. Saçları, sarı perdelerde değil sönmek; alev alev yanıyordu. Kuşkusuz, seher vaktinin pembe beyaz aydınlığı ortasında güzelliğini bütünüyle ortaya koyduğu için bu odayı çok seviyordu. Şimdi yakın arkadaşları ile oradaydı. Kız kardeşi ve halasının az önce ayrılması ile odada, kaçık kadınlardan başka kimse kalmamıştı. İki kişilik koltukta arkasına yarı yaslanmış hâlde oturan Renée, arkadaşı Adeline’in kulağına fısıldadığı dedikoduları bir kedi sinsiliğinde ve ani kahkahalar ile dinliyordu. Suzanne Haffner, etrafına üşüşen bir grup genç adamı omuzları kadar aleni ve soğuk bir tavır takınarak Alman uyuşukluğunu kaybetmeksizin kışkırtıcı küstahlığı ile başından savmaya uğraşıyordu. Bir başka köşede Madam Sidonie, kısık bir ses ile takma kirpikli genç bir kadının kafasını ütülüyordu. Daha ileride Louise; uzun boylu, yüzü kıpkırmızı olmuş çekingen bir çocukla konuşurken Baron Gouraud; hanımların nahif zarafetinin ve ipeksi nezaketinin orta yerinde bir fil genişliğindeki sırtı ve kaba eti ile koltuğa devrilerek uyuyakalmıştı. Odada vernikli porselen gibi ışıldayan, sık pileli saten eteklerden ve elmasların aydınlattığı süt beyazı omuzlardan bir peri ışığı, altın tozuna düştü. Bir kuş ötüşünü andıran kahkahanın tiz sesi, kristallerin berraklığında çınladı. Sıcaklık yükseliyordu. Durgun havada süzülen kuşların kanadı gibi yelpazelerin yavaşça çırpılışında, kadınların üst bedenlerinden misk kokuları yükseliyordu. Markiz’in anlattıklarına pek kulak asmayan Renée, kapının eşiğinde beliren Maxime’i görür görmez ev sahibesi rolünü yerine getirme arzusu ile ayağa kalkmış; ardından büyük salona doğru peşinde genç adam ile birlikte ilerlemişti. Genç adama gülümseyerek selam vermiş, geçen birkaç adımın ardından alçak sesinde bir ironi gizi ile bir kenara çekerek: ‘‘Tatlı bir angarya, ha? Kur yapmak sandığın kadar aptalca değilmiş belli ki.’’

      Mösyö de Mussy adına konuşmaya gelen Maxime boş gözler ile bakınırken Renée: ‘‘Ricaların üzerine seni Louise’den kurtarmamak ile iyi yapmışım, diyorum. Siz ikiniz, hiç zaman kaybetmiyorsunuz.’’ dedi. Ardından sitem dolu: ‘‘Ancak yemek masasındaki samimiyetiniz uygunsuzdu.’’ diye ekledi.

      Maxime gülerek:

      ‘‘Ah, o konuda… Birbirimize hikâyeler anlatıyorduk da. Başlarda görmezden geldiğim için komik bir kız olduğunu fark edememişim.’’

      Renée’nin, yüzünü bir iffet düşkünü gibi kuşku dolu gözleri ile ekşiterek kendisini süzmesinin yersizliğine öfkelenen Maxime:

      ‘‘Sevgili üvey anneciğim, masanın altından kızın dizlerini çimdiklediğimi mi düşünüyorsunuz? Müstakbel nişanlıma nasıl davranacağımı bildiğimden şüpheniz olmasın, rica ediyorum. Sizinle paylaşmamı gerektiren daha ciddi bir konu var. Bakın, dinliyorsunuz

Скачать книгу