Ölüm. Эмиль Золя
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ölüm - Эмиль Золя страница 12
Terfi için Eugène’e teşekkürlerini iletmek istediğini sezdiğinde özünün devrimi ile tanıştı ve iyi davranışı için ağabeyine teşekkür etti. Herkesin gıpta ile adından söz ettiği çalışan, uysal ve dışa dönük bir adama dönüşmüştü. Birkaç ay içinde müthiş bir komedyen olmuştu. Güneyli ruhu tümüyle uyanmış ve muziplikte öylesine ustalaşmıştı ki; iş arkadaşları onu bir Bakan’ın akrabası olarak, ricası üzerine önemli işlerle ilgilenen iyi bir adam zannediyorlardı. Bu akrabalık ilişkisi, şeflerinin de gözünden kaçmamıştı; kendisine sürekli teveccühlerini iletiyorlardı. Tüm bunlar ona makamının üzerinde bir yetki alanı sağlıyor, bazı kilitli kapıların ardına geçmesine olanak sunuyordu. İşin sırrı, tereddüt etmemekteydi. İki yıl boyunca koridorlarda volta attığı, tüm odalarda vakit öldürdüğü, bazen bir arkadaşı ile muhabbet etmek, bazen ofisler arasında “Güneyli şeytan!”, “Yerinde durmak nedir bilmiyor!”, “Kıçında kurt var!” diye haykıran çalışma arkadaşlarının muhabbetlerine katılmak gibi bahaneler ile günde yirmi kez masasından ayrılma lüksüne sahip olduğu görüldü. Onu aylak bir adam olarak gören, idarenin işleyişinden birkaç dakika çalmak ile suçlayan bu boş zihinlere yalnızca gülüyordu. Hiçbir zaman kapı dinleme hatasına düşmedi ancak cesurca kapıları yarıp geçmenin bir yolu vardı: Elinde tuttuğu birkaç dosya kâğıdı ile hiçbir konuşmanın tek kelimesini kaçırmayacağı kadar yavaş ve ölçülü adımlarla dalgın bir görüntü çizerek eş zamanlı hareket etmek. Ofislerin gölgeleri arasında, kendisini tamamen işine kaptırmış hâlde süzülen bir adamın yanından geçen insanlar susma zahmetine girmiyorlardı. Sonsuz cömertliği bir başka yöntemiydi. İşlerini yetiştiremeyen dostlarına her zaman sevecenlikle yardımcı olmayı teklif eder, karşılığında eline geçen hesap defterlerini ve tüm evrakları pürdikkat okumuş olurdu. En sevdiği günahlarından biri ise ofisteki beylerle arkadaşlık kurmaktı. Öyle ki onlarla el sıkışmaya kadar cüret ederdi. Saatlerce iki kapı arasında onları kısa hikâyeler ile güldürerek güvenlerini kazanırdı. Bu yiğit insanlar ondan hayranlıkla: ‘‘İşte, kendisini fazla ciddiye almayan bir adam!’’ diye bahsediyorlardı. Bir skandal çıkar çıkmaz haberi ilk ona geliyordu. Böylece iki yılın sonunda, belediye binasında Aristide için sır diye bir şey yoktu. Binada elektrikçisinden, en kıdemli çalışanına kadar herkesi tanıyor; çamaşırhane faturalarına kadar her bir resmî belgeyi biliyordu. İşin sırrı, tereddüt etmemekteydi.
Böylesi bir anda Paris, Aristide Saccard gibi bir adam için eşsiz bir manzaraydı. Prens-Başkan’ın bazı Bonapartist kesimin coşkusunu uyandırmayı başardığı ünlü gezisinin ardından imparatorluk ilan edilmişti. Mecliste ve gazetelerde sessizlik hâkimdi. Bir kez daha kurtarılan halk; onları koruyan, kendi dertlerini onlar yerine düşünecek ve çözecek güçlü hükûmetin güveni ile birbirlerini tebrik ettiler, geç saatlere kadar huzurla uyudular. Halkın en büyük endişesi nerede eğlenerek zaman öldürecekleriydi. Eugène Rougon’un memnun açıklamalarına göre Paris, akşam yemeği için masaya oturmuş; tatlıdan sonra ne ile zevk alacağını düşünüyordu. Politika, bir uyuşturucu gibi dehşet saçıyordu. Erkeklerin savunmasız zihinleri savurganlık ve spekülasyonlar arasında zayıf düştü. Parası olanlar, paralarını sakladıkları yerden hemen çıkaracak kadar şanslı iken; parası olmayanlar kıyıda köşede kalmış her peniliğin peşine düştüler.
İzdiham zamanlarında kadınların keskin kahkahaları ve belli belirsiz sofra takımları tıkırtısı, öpüşmelerin çınlamalarının arasından donuk bir titreme ile peniliklerin gürültüsü yükselirken; düzenin sağır edici sessizliğinde, yeni saltanatın ezici barışında sevimli söylentiler ile yaldızlı ve şehvetli vaatler yükseliyordu. Dikkatle çekilmiş perdelerinden, kadınların gölgelerinden ve şöminelerinin mermerinde seken altınların çınlamalarından başka bir şeyin görülmediği küçük evlerden birinin önünden geçiyor gibiydi. İmparatorluk; Paris’i, Avrupa’nın kötü mahallelerinden birine çevirmek üzereydi. Tahta oturmayı başaran üçkâğıtçılar çetesi; macera saltanatı, karanlık köşelerde yapılacak ticari antlaşmalar, vicdan sömürüleri, kadın pazarlıkları ve evrensel sarhoşluklar ile dolu bir saltanat sürmenin peşindeydi. Aralık ayının kanının daha yıkanmadığı şehirde, ülkeyi yozlaşmış ve onursuz bir ulus düzeyine sürükleyecek olan bu zevk çılgınlığı henüz bir köşede ürkekçe büyüyordu.
Aristide Saccard, yakında tüm Paris’i yutacak olan bu vurgunculuk dalgasını ilk günlerden beri sezinliyor; ağır ağır ilerleyişini de dikkatle izliyordu. Kendisini, şehrin çatılarından yağan bozukluk yağmurunun ortasında buldu. Belediye binasının uzun koridorları boyunca yaptığı sayısız gezintilerinde Paris’in dönüştürülmesine ilişkin köklü projeyi, yıkım planını, yeni bulvarları ve mahalleleri, arazi ve mülk satışlarındaki devasa vurgunların haberlerini almıştı; şehir, dört bir yandan çıkar savaşları ve sonu gelmeyecek bir lüks arayışı ile karşı karşıyaydı. O andan itibaren, varlığının tek bir amacı vardı; tüm bunlar olup biterken uslu bir çocuk olmak. Biraz göbek bile yaptı, sokaklarda fare kovalayan bir kedi gibi koşturup durmayı bıraktı. Ofisinde, her zamankinden daha konuşkan ve uysaldı. Belediye binasına yaptığı resmî ziyaretler sırasında Eugène, uyarılarına bu kadar bağlı kalan küçük kardeşini tebrik etti. 1850’lerin başında Aristide, aklında birkaç proje olduğunu ancak gerçekleştirmek için büyük miktarda avans gerektiğini söylediği ağabeyinden ‘‘Arayın!’’ cevabını alınca en ufak bir çıkışma göstermeden önemli bir konuda desteğini esirgediğini fark etmemiş gibi: ‘‘Haklısın, bulacağım.’’ demekle yetindi.
Şimdilerde, sermaye bulma işinden başka bir şey düşünemiyordu. Planları hazırdı ve her geçen gün olgunlaşıyordu. İlk birkaç frangı bulmakta çok zorlandığından giderek gerginleşti; sokaktan geçen her insana potansiyel yatırımcı gözüyle gergin ve derin bakışlar atıyordu. Angèle, evde silik bir mutluluk ile hayatını sürdürmeye devam ediyordu. Aristide bir fırsat kolluyor, o karşısına çıkmakta geciktikçe yüzündeki gülümseme acılaşıyordu. Aristide’in Paris’te bir de kız kardeşi vardı. Sidonie Rougon, Plassans’ta bir avukat kâtibi ile evlenmiş ve orada, Rue de Saint-Honoré’de