Üç Silahşörler. Александр Дюма
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Üç Silahşörler - Александр Дюма страница 6
“Bu adamların hapse atılacağı ya da idam edileceği muhakkak.” diye düşündü korkmuş Dartanyan. “Ben de onlarla birlikte kurban edileceğim. Çünkü onları dinledim ya da duydum. Beni de suç ortağı sayacaklar. Peki ya iyi huylu babam ne der? Kendisi Kardinal’e saygı duymamı isterdi benden. Böylesi kâfirlerle aynı ortamda bulunduğumu bilse ne düşünür?”
Dartanyan’ın bu konuşmalara hiçbir şekilde dâhil olmadığını söylemeye gerek yok. Delikanlı gözlerini dört açmış etrafına bakınıyor, cankulağıyla dinliyordu. Beş duyusu da tüm gücüyle harekete geçmiş vaziyetteydi. Dahası, babasının nasihatlerine rağmen hem duyuları hem de içgüdüleri daha önce işitilmemiş bu şeylere hak veriyordu.
Mösyö de Treville’in ahalisine yabancı olduğu ve o yerde ilk kez bulunduğu hâlde en nihayetinde kendisini fark edip ne istediğini soran biri oldu. Bunun üzerine Dartanyan, alçak gönüllü bir şekilde adını verdi ve hemşehri olduğu kısmını vurguladı. Kendisiyle konuşan hizmetçiye Mösyö de Treville ile kısa bir görüşmek istediğini söyledi. Hizmetçi talebini ileteceğini söyleyince ilk baştaki şaşkınlığını üzerinden atan Dartanyan insanların giyimlerini ve görünümlerini inceleyecek zamanı bulmuş oldu.
En hareketli grubun merkezinde heybetli ve mağrur yüzlü bir silahşor vardı. Dikkat çeken bir kıyafete bürünmüştü. Her ne kadar zorunlu olmasa da üniformanın parçası olan pelerini giymemişti. Bunun yerine rengi biraz solmuş ve eskimiş bir ceket giyiyordu. Kıyafetinin üzerinde de güneş ışığında parlayan su misali ışıldayan altın işlemeli görkemli bir kılıç kayışı vardı. Omuzlarında zarafetle dökülen kırmızı, kadife pelerini devasa kılıcını taşıyan kılıfın önünü kapatıyordu. Bu silahşor görevinden henüz dönmüştü ve soğuk algınlığından şikâyet ediyordu. Zaman zaman öksürüyordu. Etrafındakilere bu sebepten pelerinini giymek zorunda olduğunu söyledi. Kibirli bir hava ile konuşurken küçümser bir tavırla bıyıklarını buruyordu. Herkes işlemeli kılıç kayışına hayrandı. Dartanyan ise herkesten daha hayrandı.
“Ne yapacaksın işte.” dedi silahşor. “Moda bu. Aptallık bu kabul ediyorum. Ama hâlâ moda. Ayrıca bir insanın mirasını bir şekilde sergilemesi gerekir.”
Etraftakilerden biri, “Aman Porthos! O kayışı babanın cömertliği sayesinde elde ettiğine inanmamızı bekleme. Kayışı sana geçen Pazar St. Honor’un kapısında peçeli bir kadın verdi.”
“Şerefim üzerine yemin ederim ki bayanlar baylar bunu kendi paramla aldım.” diye cevap verdi Porthos isimli silahşor.
“Evet, aynı şekilde ben de bu cüzdanı hanımımın eski cüzdanıma koyduğu parayla aldım.” dedi bir başka silahşor.
“Bu doğru ama!” dedi Porthos. “Kanıtı ise bunun için on iki altın ödemiş olmam.”
İnsanlardaki şüphe devam etse de merak artmaya başlamıştı.
“Doğru değil mi Aramis?” dedi Porthos başka bir silahşore dönerek.
Adı Aramis olan bu silahşor soruyu soranla müthiş bir tezat oluşturuyordu. Yirmi iki yirmi üç yaşlarında iri yarı bir adamdı. Masum bir yüzü, siyah ve yumuşak gözleri vardı. Pembe yanakları sonbahar şeftalisini andırıyordu. Üst dudağının üzerinde dümdüz bir çizgi şeklinde duran hassas bıyıkları vardı. Damarlarının şişmesinden endişe ettiğinden ellerini indirmeye korkuyor gibiydi. Kulaklarının pembe şeffaflığını muhafaza etmek için uçlarını zaman zaman çimdikliyordu. Alışkanlık edindiği üzere az ve yavaş yavaş konuşuyor, sık sık baş selamı veriyor, gürültü çıkarmadan dişlerini göstererek gülüyordu. Dişleri de geri kalan her şeyi gibi bakımlıydı. Arkadaşına başını “olumlu” anlamında sallayarak cevap verdi.
Bu onay ifadesi kayışla ilgili bütün şüpheleri ortadan kaldırmış gibi görünüyordu. Kayışa hayran olmaya devam eden ahali konuyla ilgili daha fazla bir şey söylemedi. Hızlıca başka bir şeyden bahsetmeye başladılar.
“Chalais’inin binicilik hocasının anlattığı hikâyeye ne demeli?” diye sordu bir başka silahşor herhangi bir kimseye özellikle hitap etmeyip herkesle konuşarak.
“Ne diyor peki?” diye sordu Porthos kendinden emin bir tavırla.
“Bürüksel’de Kardinal’in adamı Rochefort’u fransisken rahibi kılığında görmüş. Kendini gizlediği için Mösyö de Laigues’i kandırmış. Âdeta bir sersem gibi…”
“Hem de ne sersem…” diyen Porthos: “Peki bu kesin mi?” dedi.
“Ben de Aramis’ten duydum.” diye cevap verdi silahşor.
“Gerçekten mi?”
“Sen de biliyorsun ki…” dedi Aramis. “Sana dün anlattım. Bu konu ile ilgili daha fazla konuşmayalım.”
“Konuşmayalım mı? Bu senin düşüncen!” diye cevap verdi Porthos.
“Konuşmayalım! Ne de çabuk hüküm veriyorsun öyle. Ne yani Kardinal bir beyefendiye bir casus göndererek tuzak kurup mektuplarını çaldırıyor, sonra da bu mektubu kullanarak Chalais’in Kral’ı öldürüp beyefendiyi Kraliçe’yle evlendireceği bahanesiyle idam ettiriyor. Üstelik bu gizemli olaya dair hiçbir şey bilinmiyor. Dün bunu açıklayarak herkesi memnun ettin. Bizler hâlâ bu duruma şaşırırken bugün gelmiş, ‘Bu konuyla ilgili daha fazla konuşmayalım.’ diyorsun.”
“İyi o zaman hepimiz bunu konuşalım, eğer öyle istiyorsan.” diye cevap verdi Aramis sabırla.
“Bu Rochefort!” diye bağırdı Porthos. “Eğer ben zavallı Chalais’in yanında olsaydım benimle çok zor bir iki dakika geçirirdi.”
“Kızıl dükle çok üzücü bir on beş dakika geçirirdiniz.” diye cevap verdi Aramis.
“Aman aman kızıl dük! Bravo! Bravo! Kızıl dük!” diye haykıran Port-hos ellerini çırpıyor ve başını sallıyordu. “Kızıl dük çok mühim. Bunu herkese söyleyeceğim için rahat olsun Sevgili Dostum. Aramis’in akıllı olmadığını kim söylemiş? İlk mesleğine devam etmemen kötü olmuş. Ne de iyi bir manastır papazı olurdun hâlbuki…”
“Bunu sadece geçici olarak erteledim.” diye cevap verdi Aramis. “Bir gün papaz olacağım. Çok iyi biliyorsun Porthos teoloji öğrenimime devam edeceğim bunun için.”
“Bir gün papaz olacakmış!” diye bağırdı Porthos. “Er ya da geç papaz olacak.”
“Yakında olacağım.” dedi Aramis.
“Üniformasının arkasında asılı duran papaz cübbesini geri giymek için beklediği tek bir şey var.” dedi bir başka silahşor.
“Neyi bekliyor?” diye sordu bir başkası.
“Kraliçe’nin