Üç Kalp. Джек Лондон
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Üç Kalp - Джек Лондон страница 20
“Yaşlı adam tam bir aptalmış, hem de üç kat aptal.” diye haykırdı asık suratlı bir jandarma olan Augustino, bu zamana kadar ilk kez konuşmuştu.
“Harika Augustino!” diye alkışladı Rafael. “Üç yıldız resmen bir mucize yarattı. Bakın şu işe! Augustino’nun ağzındaki kilidi bile açmayı başarmamış mı?”
“Yine de üç katı, bu yaşlı adam üç katı aptalmış!” diye resmen kükredi Augustino. “Onunkiler tanrıların içkileriymiş ve o adam Bocas del Toro yolunda beş gün boyunca tek başına yolculuk yapmış, onlardan bir yudum dahi içmemiş. Bence böylesi adamları bir karınca yuvasının üzerine çıplak bırakmalı.”
“Yaşlı adam bir hayduttu.” diye geveledi Pedro. “Üç yıldız için yarın geri geldiğinde, onu kaçakçılıktan tutuklayacağım. Bu da şapkalarımıza bir tüy daha eklenmesini sağlayacak.”
“Eğer kanıtları bu şekilde yok edecek olursak?” diye sordu Augustino, bir şişenin daha ağzını açarak.
“Kanıtları koruyacağız bu şekilde!” diye cevapladı Pedro, boş bir şişeyi taş sütunlardan birinin üzerinde kırarak. “Dinleyin, yoldaşlar. Kutu çok ağırdı, hepimiz bu konuda hemfikir olacağız. Düştü. Şişeler kırıldı. İçkiler dışarı döküldü ve biz de böylece kaçak mallardan haberdar olduk. Kutu ve kırılan şişeler bunun için yeterli kanıt olacaktır.”
İçkiler azaldıkça, içerideki kargaşa da giderek büyüyordu. Bir jandarma, Ignacio ile uzun zaman önce unutulmuş olan on pesoluk borcu yüzünden tartıştı. Diğer ikisi kollarını birbirlerinin boynuna dolayarak yere oturdu ve evli oldukları için kendi sefaletlerine ağladılar. Augustino, çok boş bir konuşma yaparak, kendi felsefesine göre sessizliğin altın olduğunu açıkladı. Ve Pedro Zurita kardeşliğe dair hassaslaştı.
“Mahkûmlarımı bile…” dedi tutarsız ve anlaşılmaz bir tavırla konuşarak. “Onları bile kardeşlerim olarak seviyorum. Hayat üzücü.” Bir içki daha içtiği sırada, gözlerinden akan yaşlara hâkim olamadı. “Mahkûmlarım benim çocuklarımdır. Onlar için kalbim kanıyor. Onları seyrederken! Ağlıyorum. Haydi, onlarla paylaşalım. Onların da bir anlık mutluluk yaşamalarına izin verelim. Ignacio, benim en sevdiğim kardeşim. Bana bir iyilik yap. Bak, ellerine ağlıyorum. Gringo Morgan’a bu iksirden bir şişe götür. Ona ne kadar üzgün olursam olayım, yarın asılmak zorunda olduğunu söyle. Onu sevdiğimi söyle, bir içki ikram et ve bugün mutlu olmasını sağla.”
Ve Ignacio bu görevi yerine getirmek için oradan ayrılırken, bir zamanlar Santos’daki boğa güreşi arenasına atlayan jandarma yeniden kükredi:
“Bir boğa istiyorum! Bir boğa istiyorum!”
“Bütün kalbiyle, kollarını onun boynuna dolayıp onu sevmek istiyor.” diye ağlayarak açıklamada bulundu Pedro Zurita. “Ben de boğaları severim. Ben her şeyi severim. Sivrisinekleri bile seviyorum. Dünya sevmeye değer. Bu dünyanın sırrıdır. Oynamak için bir aslanım olsun isterdim…”
Sokakta bir anda söylenmeye başlayan Ana komutaya karşı arka arkaya, tüm mürettebat körfezde tutuldu şarkısının nağmeleri açık havada Henry’nin dikkatini çekmişti ve tam hücresinin penceresinden dışarı bakmak istediği sırada, kapısının büyük anahtarının çevrildiğini duyarak uyuyormuş gibi yaptı. Ignacio elinde bir şişeyle, tamamen sarhoş hâlde sendeleyerek içeri girdi ve elindeki şişeyi ciddiyetle Henry’ye sundu.
“İyi yürekli gardiyanımız Pedro Zurita’nın yüce cömertliğiyle.” diye mırıldandı. “İçkiyi içmeni ve bir anlığına yarın asılacağını unutmanı söyledi.”
“Senyör Pedro Zurita’ya en yüce iltifatlarımı sunduğumu ve viskisiyle birlikte cehenneme gitmesini söyle.” diye yanıtladı Henry.
Gardiyan bir anda doğruldu ve sanki aniden sarhoşluğu geçmiş gibi sallanmayı bırakmıştı.
“Pekâlâ, bayım.” dedi, sonra hücreden ayrılarak, kapıyı kilitledi. Henry hemen bulunduğu yerden kalkarak, Francis’le yüz yüze geleceği şekilde pencereye doğru yöneldi ve tam Francis parmaklıkların arasından ona bir tabanca fırlatmak üzereyken pencerenin altında durdu.
“Selam, dostum.” dedi Francis. “Seni buradan hemen çıkaracağız. Emniyet pimi ve kapakları tamamlanmış iki dinamit çubuğunu havaya doğru kaldırdı. “Seni dışarı çıkarmak için bu güzel parçaları getirdim. Hücrenin en ücra köşesine düzgünce gizlen çünkü birazdan bu duvarda Angelique’in bile geçebileceği kadar büyük bir delik açacağım. Ayrıca Angelique de bizi sahilde bekliyor. Şimdi hemen geri çekil. Onu ateşleyeceğim. Fitili çok kısa.”
Hücresinin kapısı beceriksizce açılıp Latin Amerika’nın kadim ve değişmez savaş çığlıkları arasında küstah bir biçimde “Gringo’yu öldürün!” diye bağıran gardiyanın sesini duyduğunda, Henry hücrenin arka köşesine henüz geri dönmüştü.
İçeri girer girmez gevezelik eden Rafael ve Pedro’nun seslerini de duyabildi: “O kardeş sevgisinin bile düşmanı.” diyordu biri. Diğeri de: “Cehenneme gitmeni söyledi, tam olarak söylediği bu değil miydi, Ignacio?” diye konuşmaya devam etti. Ellerinde tüfekleriyle içeri girmişlerdi. Sırtlarına baltalarını, bellerine kılıçlarını ve tabancalarını, yanlarına bilumum silahlarını almış, diğer sarhoş gardiyan güruhunu da arkalarından çağırıyorlardı. Henry’nin elinde tuttuğu tabancayı görünce bir an için donup kaldılar ve Pedro elinde tuttuğu tüfekle dengesini sağlamaya çalışırken, ciddiyetini takınarak mırıldanmaya başladı:
“Senyör Morgan, cehennemde hak ettiğiniz yeri almak üzeresiniz.” Ancak Ignacio beklemedi. Çılgınca, hiç tereddüt etmeden silahını belinden çıkararak ateş etti ve Henry’nin hücrenin içerisinde geriye doğru gitmesine, sonrada kurşunun etkisiyle yere yığılmasına neden oldu. Geri kalanların hepsi bir anda, hapishane koridoruna doğru çekilmişlerdi, oradan kendilerini hiç ortaya çıkarmadan silahlarını hücrenin içine doğrultarak mermileri boşaltmaya başlamışlardı.
Duvarların kalın olmasından dolayı içeri giremeyen kurşunlar için Tanrı’ya şükreden Henry, hiçbir kurşunun kendisine doğru sekmemesini umarak koruyucu bir açıyla hücrenin köşesine sinmiş ve patlamayı beklemeye koyulmuştu. Ve patlama gerçekleşti. Pencere ve altındaki duvar ansızın tek parça delik hâline geldi. Taşlardan uçan bir parça kafasına çarptı ve Henry başına aldığı darbenin etkisiyle sersemleyerek yere yuvarlandı. İçeri dolan toz ve duman yavaş yavaş kalkmaya başladığı sırada, bulanık bir şekilde delikten uzanan Francis’in yüzünü gördü. Delikten dışarı doğru sürüklendiği sırada, Henry yeniden kendine gelmişti. Solano ailesinin en genç oğulları olan Enrico ve Ricardo’nun ellerinde tüfekleriyle, sokağa toplanan kalabalığı delikten uzak tutmaya çalıştıklarını; aynı şekilde ikizlerin, Alvarado ve Martinez’in de caddenin diğer tarafından yaklaşan benzer şekildeki kalabalığın yollarını kestiklerini görebiliyordu.
Ancak halk sadece meraktan oraya toplanıyordu, hayatlarını kaybetmeyi göze alan ve güpegündüz açıkça bir hapishanenin duvarını patlatarak içerideki mahkûmu ustaca kaçırmayı başaran bu gözü kara adamların önüne çıkmaya ya da onlara müdahale etmeye hiç niyetleri yoktu. Mahkûmu kaçıran grup, toplu hâlde caddede yürümeye