Tom Amca’nın Kulübesi. Гарриет Бичер-Стоу
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Tom Amca’nın Kulübesi - Гарриет Бичер-Стоу страница 9
Bu sırada Mose ile Pete iki boş fıçıyı kulübeye yuvarlamış ve iki tarafından taşla yuvarlanmasın diye emniyete alıyorlardı, üzerlerine tahtalar yerleştirildi, bazı varil ve kovaların çevrilmesiyle ve çürük sandalyelerin hazırlanmasıyla hazırlıklar sonunda tamamlanmıştı.
“Efendi George öylesine iyi bir okuyucu ki, şimdi kalıp bize de okuyacak.” dedi Chloe Teyze. “Hem böylesi çok daha ilginç olur.”
George buna dünden razıydı, zira bu oğlan onu önemli kılacak her şeye her zaman hazırdı.
Çok geçmeden oda her türden kalabalıkla doldu, sekseninde yaşlı, beyaz saçlı saygın dededen, genç kıza ve on beşinde delikanlıya kadar. Çeşitli konularda küçük, zararsız dedikodular birbirini takip etti, mesela Sally Teyze yeni kırmızı başörtüsünü nereden almıştı, “Lizzy’nin düğün töreni yapıldığında hanımı benekli muslin giysi verecekti.” Nasıl Efendi Shelby yeni bir kızıl doru tay almayı düşünüyordu ki bu yerin şanına şan katacaktı. Katılmaya izinleri olan, yakın çevredeki ailelerden ibadet edenler evlerinde ve çevrelerinde olup bitenlerle ilgili çeşitli haber kırıntıları getirmişlerdi. Bunlar daha üst çevrelerde aynı türden küçük laflar nasıl dolaşırsa onun gibi serbestçe dolaştı.
Bir süre sonra ilahiler başladı, herkesin çok zevk aldığı belliydi. Genizden gelen tonlamaların olumsuzluğu, bir zamanlar vahşi ve hevesli bir havası olan doğal güzellikteki seslerinin etkisini engelleyemiyordu. Sözler bazen kiliselerde bilinen ve söylenen ilahilerden dizeler ve bazen de kamp toplantılarında seçilen daha yabansı, daha tanımsız sözlerdi.
Büyük coşku ve hazla söylenen birinin sözleri şu şekildeydi:
Ölmek savaş alanında,
Ölmek savaş alanında,
Ruhumda şan ve şerefle.
Diğer bir sıkça yenilenen şu sözleri tekrarlıyordu:
Şerefimle gidiyorum, benimle gelmez misin?
Görmüyor musun melekler çağırıyor ve beni de çağırıyorlar.
Altın şehri ve ölümsüz günü görmüyor musun?
Diğerleri de vardı, durmadan adı geçen “Ürdün’ün kıyıları”, “Kenan tarlaları” ve “Yeni Kudüs”, coşkulu ve hayalperest zenci aklı her zaman kendini canlı ve resim gibi doğanın ilahilerine ve ifadelerine bağlıyordu; ilahi söylerken, bazıları gülüyordu, bazıları ağlıyordu, bazıları el çırpıyordu ya da birbirleriyle el sıkışıyordu, sanki nehrin diğer tarafını kazanmış gibi.
Çeşitli tavsiyeler veya deneyimler ilahiyle karışmış olarak bir sonraki sırada yer alıyordu. Çoktan çalışma yaşı geçmiş ama tarihin bir sayfası olarak saygı gösterilen, beyaz saçlı yaşlı bir kadın ayağa kalktı ve değneğine abanarak, dedi ki: “Eh, çocuklar! Sizi bir kere dinlediğim ve gördüğüm için çok memnun oldum çünkü cennete ne zaman giderim bilmiyorum ama hazırlandım çocuklarım; öteberimi bağladım ve bonemi de taktım, sadece beni alıp evime götürmelerini bekliyorum. Bazen geceleri tekerlek sesi duyar gibi oluyorum ve hep dışarı bakıyorum; şimdi siz de hazır olun, zira size söylüyorum çocuklar.” diyerek değneğini sertçe yere vurdu. “Şu cennet çok yüce bir şey! Çok yüce bir şey çocuklar, -onunla ilgili bir şey bilmiyorsunuz- o muhteşem.” Yaşlı kadın gözlerinden sicim gibi yaşlar akıtarak yerine oturdu, kendine gelmeye çalışırken, çepeçevre dizilmiş herkes söylemeye başladı.
Ah, Kenan, parlak Kenan
Kenan topraklarına gitmeye hazırız.
Efendi George istek üzerine Vahiy Kitabı’nın son bölümlerini okudu. “Yüzü suyu hürmetine!”, “Şunu duy!”, “Bunu bir düşün!”, “Bütün bu söylenenler yeterli değil mi?” gibi feryatlarla sık sık sözü kesiliyordu.
Parlak bir çocuk olan ve annesi tarafından dinî meselelerde iyi yetiştirilen George genel olarak hayranlık duyduğu bir şey keşfetmiş ve övgüye değer ciddiyet ve ağırbaşlılıkla kendi izahatlarına zaman zaman yer veriyordu, zira bunun için gençler tarafından beğenilmiş ve yaşlıların da rızasını kazanmıştı; herkesçe de kabul edilmişti ki “Bir rahip bile ondan iyisini beceremezdi; bu gerçekten harikaydı!”
Tom Amca çevrede dinî konularda hatırı sayılır biriydi. Doğal olarak manevi değerlerin güçlü olduğu bir düzen kurduğundan, bunun yanında da akranları arasından daha geniş bilgili ve yetişmiş olduğundan ona büyük bir saygıyla bakılırdı, aralarında bir tür rahipmiş gibi davranılırdı; basit, içten ve yürekten gelen tembihleri daha eğitimli insanlarınkinden dahi daha eğitici olurdu. Ancak asıl üstünlüğü dua konusundaydı. Kutsal Kitap diliyle zenginleştirdiği dualarının dokunaklı sadeliği, çocuksu içtenliğini hiçbir şey geçemezdi. Tüm bunlar onun benliğiyle öylesine iç içe geçmiş, bir parçası olmuştu ki dudaklarından bilinçsizce dökülüyordu; dindar yaşlı bir zencinin dilinde “dualar oluşuveriyordu”. Dinleyicilerin ibadetle ilgili duygularına öylesine hitap ediyordu ki sık sık çevresinde patlak veren karşılıkların çokluğunda hepten yitip gitme tehlikesi içinde görünüyordu.
Adamın kulübesinde bu sahne yaşanırken, efendinin salonunda çok daha değişik bir sahne vardı.
Tüccar ve Bay Shelby yemek odasında kâğıtlar ve yazı gereçleriyle kaplı bir masanın başında oturuyorlardı.
Bay Shelby bir tomar faturayı saymakla meşguldü, saydıkça tüccara doğru itiyor, o da onları onun gibi sayıyordu.
“Her şey uygun.” dedi tüccar. “Şimdi de şunları imzalayıverin.”
Bay Shelby satış faturalarını aceleyle kendine doğru çekti ve imzaladı, sanki rahatsız edici bir iş yapan bir adamın aceleci tavrıyla, sonra da parayla birlikte onları itti. Haley eskimiş bir valizden bir parşömen çıkardı, ona bir süre baktıktan sonra Bay Shelby’ye uzattı, o da bastırmaya çalıştığı bir sabırsızlıkla aldı.
“Eh, bu iş tamamdır!” dedi tüccar, ayağa kalkarken.
“Tamamdır!” dedi Bay Shelby, düşünceli bir tavırla ve derin derin içini çekerek tekrarladı, “Tamamdır!”
“Çok mutlu değilmişsiniz gibi geliyor bana.” dedi tüccar.
“Haley.” dedi Bay Shelby. “Umarım verdiğiniz sözü tutarsınız, Tom’u nasıl birileri olduğunu bilmediğiniz birine şerefiniz üzerine söz verdiğiniz gibi satmazsınız.”
“Neden, siz az önce bunu yaptınız efendim.” dedi tüccar.
“Koşullar, biliyorsunuz, beni buna zorladı.” dedi Shelby kibirli bir tavırla.
“Eh, o zaman beni de zorlayabilir.” dedi tüccar. “Yine de Tom’a iyi bir yatacak yer verme konusunda elimden gelenin en iyisini yapacağım; ona kötü davranmam konusunda, zerre kadar korkunuz olmasın. Eğer Tanrı’ya şükrettiğim bir şey varsa o da hiçbir şekilde zalim olmadığımdır.”
Tüccarın