Aşk-ı Memnu. Халит Зия Ушаклыгиль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Aşk-ı Memnu - Халит Зия Ушаклыгиль страница 8
Bihter, birden onu ağlıyor görünce istemeksizin, düşünmeksizin, belki iki buse arasında bitirebilmek ümidiyle başlanıp da gözyaşlarıyla bitirilen bir mücadelenin neticesine karşı donmuş, duruyor; karşıda kırmızı fenerin ateşin4 bir yılan gibi kıvranıp uzanan ziyasına dalarak başını çeviremiyordu.
Meselede galip çıktığından emin idi, annesinin bütün bu gözyaşları onun galibiyetine birer delil demekti, lakin şimdi bunlar ona da ağlamak hevesini veriyordu, bir kelime söyleyecek olursa kendini zapt edemeyeceğinden korktu. Dudaklarını ısırarak, sahili küçük küçük şamarlarla tokatlayan dalgaların çarpıntısı arasında annesinin iri iri nefeslerini işiterek durdu; kalplerinde valideyi çocuklarına bağlayan hürmet ve muhabbet ilgisi teessüs edememiş bu iki vücut, iki düşmana benzeyen bir anne ile kız, derin, ağır, soğuk, sanki aralarında yatan bir tabutun mateminden gelen bir sükûtla hareketsiz kaldılar.
İkisinin arasında kırılmış bir şey, lakin yapılmış bir izdivaç vardı.
Bu gece Bihter odasına bir zafer sevinciyle girdi. Şimdi artık gerçekleşeceğinden emin olduğu hülyasıyla yalnız kalmak için acele ediyordu. Üstündeki şeyleri koparıp atmak isteyen ellerinin seri hareketleriyle soyundu, omuzlarından kayan gömleğiyle pencereye kadar gitti, panjurları çekti, camı indirdi, kandili yaktı, mumunu söndürdü, yatağının kenarına oturarak çoraplarını çekip attı; her şeyden uzak, her şeyden ayrı, yalnız hülyasıyla beraber kalmak için yatağına girdi, eliyle cibinliği çekti.
Ötede kandilin titrek ziyası odanın mahrem gölgeleriyle boğuşuyor gibiydi; masanın üzerinde şişelerin irileşen, nispet haricinde şişen gölgeleri odanın döşemesine dökülüyordu. Şimdi Bihter yatağının içinde, hakikatle hülyanın arasına cibinliğinin tül duvarını çekerek yatıyor, odanın sükûnunda bir uyku nefesi uçmaya başlıyordu. Yalnız -ufuklardan bir parça güneş istemek için yuvasının kenarında bekleyen beyaz bir güvercin yavrusu gibi- yataktan, cibinliğin arasından küçük, tombul bir ayak sarkıyor; asabi bir hırçınlıkla sallanarak şuh, çapkın bir davet manasıyla güya bu emel yatağına takım takım hülyalar çağırıyor; “Evet!” diyordu. “Buraya geliniz görkemli yalılar, beyaz kikler, maun sandallar, arabalar, kumaşlar, mücevherler, bütün o güzel şeyler, bütün o yaldızlı emeller… Siz, hepiniz buraya geliniz…”
2
Bugün Adnan Bey açık sarı boyalı yalıdan çıktıktan sonra maun sandalına kalbinde büyük bir hafiflikle atlamış idi. Kendisini aylardan beri içinden çıkılmaz tereddütler arasında yoran bu müracaat, işte nihayet yapılmış, onun kalbini ezen ağırlığı güya göğsünün üzerinden büyük bir taş gibi nihayet kalkmış idi, fakat sandalında kendisini yalnız bulduktan sonra bu hafifliğin arasında ufak bir helecan hissetti. Bugün alışkanlığına aykırı olarak işte sandalda yalnızdı, Nihal ile Bülent babalarına refakat etmiyorlardı lakin onların boş kalan yerinde iki masum, şaşkın çehrenin gölgesi titriyor; minimini iki ses, iki çekingen, mütereddit çocuk sesi, “Bey baba!” diyordu. “Nereden geliyorsunuz? Ne yaptınız?”
Evet, ne yapmış idi? Şimdi uzaktan, akşamın son ziyaları içinde, yeşillikleri gülümseyen karşı tepelere bakarak o da kendi kendisine bu suali soruyordu. O zaman, bu müracaata karar vermeden evvel aylarca devam eden tereddütler, cenkler bir dakika içinde tekrar uyandı; zihnen bu mücadelenin bir tarihini, bütün o harp tafsilatının bir özetini çizdi. Kendisini vicdanına karşı haklı göstermek için her vakitten ziyade şu dakikada bir ihtiyaç duydu. O zaman, emeline ulaşmayı temin için hazırlanan bütün sebeplerin ve delillerin yükselen, kendi sesini örten hücum velvelesini işitti.
Evet, böyle daha ne kadar devam edebilirdi? İşte dört seneden beri hayatını çocuklarına hasretmiş, evin içinde bir annenin kaybolduğundan onların minimini ruhunu mümkün mertebe gafil tutabilmek için çocuklarına valide olmuş idi. Fakat şimdi, artık bu fedakârlıkta devama makul bir sebep görmüyordu. Bülent zaten mektebe gidecekti, Nihal birkaç sene sonra gelin olacaktı. Çocuklarının bağları kendisinden yavaş yavaş çözülecek, nihayet bütün çocuklarla babaların arasında açılan uçurumlar onların arasında da -hatta şimdiki bağların samimiyetine nispetle daha büyük- bir boşluk açılacaktı. O zaman bu boşluğun yanında yalnız, ara sıra yalnızlığına teselli bahşetmek için uğraşan çocuklarının birkaç tebessüm sadakasıyla terk edilmiş kalp ısınamayarak, o yalnızlığın bütün kar parçaları hayatının neticeden mahrum kalmış fedakârlıklarını kalın bir kefenle örterek, evet, yapayalnız kalacaktı.
Zaten geçen tüm hayatı bir fedakârlıktan ibaret değil miydi? Tereddütlerine karşı fazla bir galebe silahı bulmak için izdivacının bütün şiir ve aşk hatıratını inkâr ediyor, bu ikinci sevdanın tasarlanmış beşiğini süslemek için biçare ölmüş aşkının mezarından çiçeklerini söküyor, koparıyordu.
O, otuz yaşına kadar nispeten masum bir hayat geçirmiş idi, hayatının en büyük aşk vakası, izdivacıydı. Şimdi düşünürken on altı senelik izdivaç devresi, hatıralarında bir zayıf papatyanın bile neşesinden mahrum, uzun, çıplak bir çöl parçası şeklinde uzanıyordu. Bu on altı sene yalnız zevcesinin bitmez tükenmez hastalıklarından mürekkep hatıralar bırakmış idi. O hastalıklarla cenk etmiş, çocuklarının annesini kurtarmak için senelerce uğraşmış idi; nihayet zaten beklenen netice bütün gayretlerini hiçe indirerek, işte, çocuklarını öksüz bırakmış idi. O zaman sarf olunan emekler, şimdi mükâfat bekleyen seslerle hatıralarının arasında bağırıyordu. O vakit ifa edilen bir vazife, şimdi bir hak hükmünü almış idi. Lakin kalbinde ufak bir helecanın susturulması kabil olamıyor, bu sebepleri Nihal ile Bülent’in fikirlerine nasıl kabul ettireceğine karar veremiyordu. İstiyordu ki vicdanına karşı kendisini temize çıkaran bu sebepler onu çocuklarına da affettirsin…
Birden gözlerini karşı tepelerden ayırdı. Kalender’e yaklaşıyorlardı; onlara, Bihter’e tesadüf edebileceğini düşündü. Dümene ufak bir darbe ile daha ziyade yanaştı; işte, uzaktan beyaz sandalı fark etmiş idi; dümene yine bir küçük darbe ile ufak bir eğrilik daha çizdi, iki sandal yekdiğerinden ancak birbirine çarpmayacak derecede açık kalmış idi.
Adnan Bey kendi kendisine, Şimdi, on dakika sonra haber alacaklar… diyordu. Bihter’in kabul cevabı vereceğinden emin idi, bunu genç kızın zaten gözlerinde açıkça okumuş, gözlerinin bakışında müracaatta gecikmesinden şikâyete benzer bir şey bile fark etmiş idi.
Kendi kendisine bir nakarat gibi Evet… diyordu. Şimdi, on dakika sonra… Tekrar, birden aklına Nihal’le Bülent geldi. Eve gidince onun da yapılacak bir işi vardı. Bugün çocukları hazırlamak istiyor, saadetinin tam olmasına mâni olacak olan şu helecanı da hemen susturmak için acele ediyordu.
Maun sandal artık yapılacak bir işi kalmamış gibi süratle suları yararak ilerlerken bu helecan büyüyordu. Hâlâ bir kolay yol bulamamış, aklına gelen çarelerin hiçbirine karar verememiş idi. Bir aralık Şakire Hanım’ı -zevcesinin gelin halayığı iken Nihal’in doğmasını müteakip çırak edilen ve o zamandan beri evde aile fertlerinden olmak ehemmiyetiyle kalan kadını- düşünüyor; ara sıra “Hayır, mürebbiyesini aracı kılmak daha iyi olur…” diyordu. Sandal rıhtıma yanaşıp da kapının önünde bekleyen küçük Habeş Beşir koşunca Adnan Bey hemen sordu:
“Çocuklar
4
Ateşin: Ateşli, coşkun. (e.n.)