Aşk-ı Memnu. Халит Зия Ушаклыгиль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Aşk-ı Memnu - Халит Зия Ушаклыгиль страница 11
Onun böyle nefes almak için rızasını bekleyen bir teslimiyet nazarıyla, itaat etmekten, emir almaktan, hayatının idare edilmesinden bahtiyar olan gözlerle Nihal’e bakışları vardı ki bu, biçare mahlukun ruhunu genç kızın ayaklarının altına sererdi.
Birden Nihal hatırladı, kendi kendisine “Matmazel!..” dedi. Nesrin şimdi elinde mumlu fitil ile yukarı katın işini bitirmiş aşağıya inmek için gecikiyor, artık serbest kalan iskemleyi Beşir’in önüne getiren Bülent’e “Aman paşam, o iskemle bana lazım, daha aşağıki sofanın avizesini yakacağım.” diyerek fakat asıl araba oyununu seyretmek için sırıtıyordu. Nihal geçti, sofanın bir kapısından yatak odalarına giden bir koridora girilirdi. Üçüncü odanın kapısını vurdu.
Mürebbiye her seyrandan dönüşte çocukların elbiselerini değiştirdikten sonra odasına kapanır, soyunmak, yıkanmak, tekrar giyinmek için saatlerce orada kalırdı. Bu esnada ihtiyar kızın özel odası çocuklara, herkese karşı kapalı idi.
Nihal bağırdı:
“Matmazel! Babamın yanına gider misiniz? Sizi görmek istiyor…”
Sonra, cevabı işitmeden kaçtı, tekrar sofaya çıktı.
Sofada şimdi araba cevelanı başlamıştı. Seyirciler bile çoğalmıştı. Nesrin hâlâ elinde mumlu fitiliyle iskemlenin serbest kalmasına bekliyordu; Şakire Hanım’ın kızı Cemile -henüz on yaşında bir çocuk- oyuna iştirak etmek için hevesle dolu gözleriyle seyrediyordu; Nesrin’i çağırmak için yukarı çıkan Şayeste -Şakire Hanım’ın izdivacından sonra başkalfa olan- ara sıra, “Kız, ne duruyorsun? Aşağıda göz gözü görmüyor, beyefendi ne der?” sualini fırlatarak Bülent’in seyranına bakıyordu.
Nihal oturdu. Evvela biraz tereddüt ederek oyuna ufak bir fasıla veren Beşir, onun itiraz etmediğini görerek tekrar üzerinde Bülent’le iskemleyi çekmeye başlamıştı.
Ara sıra Mlle de Courton çocukları Beyoğlu’na indirir; onları, öteden beriden bin türlü şeyler almak heveslerine serbest bir cevelan vermek için mağazadan mağazaya dolaştırırdı. Bu seferler esnasında Bülent’i en ziyade çıldırtan araba seyranıydı. Yaz kış mahkûm oldukları yalı hayatından böyle nadir vesilelerle kurtularak arabada gezmek onun için bir bayramdı.
Şimdi Beşir’le beraber Beyoğlu’nda böyle bir araba seyranı yapıyorlar, koltukların önünde durarak mağazalara uğruyorlar, ufak tefek alıyorlardı: “Arabacı!” diyordu. “Şimdi Bon Marche’ye!.. Ah! Geldik mi? Evet, geldik! İşte camlığın5 içinde bir kılıç… Baksanıza, bu kılıç kaç lira?.. Beş lira mı?.. Hayır, pahalı! On beş kuruş… Amma iyi sarınız… Hazır mı?.. Ne kadar da uzun! Arabaya sığmayacak…”
Kim bilir bu, hayalhanesinde o kadar büyüyen kılıç, ne kadar uzun bir şey oluyordu ki Bülent güya elinde tuttuğu paketi koyacak bir yer bulamıyordu. Sonra nihayet arabanın bir köşesine sıkıştırarak bir itminan6 nefesiyle arabacıya o tekrar emir veriyordu:
“Şimdi şekerlemeciye, Lebon’a!.. Biliyorsun a, arabacı, Şekerlemeci Lebon’a!..”
Araba hareket ediyordu. Cemile nihayet dayanamamış, iskemleyi arkadan itmek suretiyle oyuna karışıyordu; Nesrin “İlahi paşam, beni işimden alıkoydun!” diyerek iskemlesinden vazgeçmiş, aşağıya inmişti. Şayeste öteden bağırıyordu: “Beşir, çok koşma!.. Çocuğu düşüreceksin!”
Nihal, hareketsiz, sessiz, asabına çöken bir gevşeklikle Bülent’in gevezeliklerini dinleyerek dalgın gözlerle duruyordu. Bülent şimdi şekerlemeciye diyordu ki:
“Hayır, hayır. Anlamadınız. O değil, öteki sepet, görmüyor musunuz? İşte üstünde torbası, kurdelelilerinin arasında bir kuşu var… Onu ağabeyime götüreceğim. Bildiniz ya? Behlûl Bey… Hani ya bana her vakit çikolata getirir… İçine fondan koydunuz mu? On tane de kayısı koyunuz… Tamam!.. Aman bozulmasın…”
O vakit büyük bir ihtiyatla güya şekerlemecinin elinden sepeti alıyor, “Burada dursun, dizlerimin üstünde!..” diyor, sonra arabacıya tekrar emir veriyordu: “Köprü! Köprüye! Artık alınacak bir şey kalmadı… Çabuk ol, vapura yetişemeyeceğiz, koş koş… Geç kalırsak bey babama ne deriz?..”
Öteden Şayeste, Beşir’e yine bağırıyordu:
“Şimdi konsola çarpacaksın! Sen de çocuğun dediğine bakıyorsun!”
Bülent artık Mlle de Courton’un taklidini yapıyor, iki elleriyle başını tutarak ihtiyar kızın Fransızcasıyla “Oh! Aman ya Rabbi!.. Zannolunacak ki bir kasırga içinde yuvarlanıyoruz…” diyordu.
Sonra birden Türkçeye, fakat Mlle de Courton’un Türkçesine çevirerek arabacıya bağırıyordu:
“Ağabacı, duğ! Duğ!”
Bülent ihtiyar mürebbiyenin tavrını, edasını, telaşını o kadar güzel taklit ediyordu ki Nihal’in ince dudaklarında bir tebessüm beliriyordu; birden yanı başında Mlli de Courton’un sesini işitti:
“Nihal! Kapıma siz vurdunuz, değil mi?”
Sıçrayarak, derin bir hülyasından birdenbire uyandırılmış gibi ayağa kalkarak, bir saniye cevap veremedi; sonra hatırlayarak ve birden kalbinde meçhul bir musibetin önsezen korkusu uyanarak haber verdi:
“Bey babamın yanına inmenizi söylemiştim, sizi görmek istiyor…”
Bir şey daha ilave etmek istiyormuşçasına duruyordu, sonra o ilave olunacak şeyi bulamayarak ve gözlerini Mlle de Courton’un yüzünden ayırarak oturdu.
İhtiyar kız aşağıya inerken o, gene Bülent’i seyretti. Bülent arabacıya köprü için emir verdiğini unutmuştu. Şimdi Taksim Caddesi’nden iniyorlardı.
5
“Vitrin” manasında.
6
İtminan: Emniyet içinde olmak. İnanmak. Mutlak olarak bilmek. Kararlılık. (e.n.)