Aşk-ı Memnu. Халит Зия Ушаклыгиль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Aşk-ı Memnu - Халит Зия Ушаклыгиль страница 15

Жанр:
Серия:
Издательство:
Aşk-ı Memnu - Халит Зия Ушаклыгиль

Скачать книгу

takım getirdiği operaları güya evvelden görmüş, işitmiş, hissetmiş denecek bir his ve ihsas kolaylığı ile, Mlle de Courton’un inanmak istemeyen şaşkın gözlerinin önünde, gelişigüzel okuyuverirdi. O vakit ihtiyar kız Adnan Bey’e “Bilir misiniz bu altı senede olmayacaktı.” derdi. “Fakat bunda ne benim ne kendisinin meziyeti var, bu kızın parmaklarına Rubinstein’ın ruhundan bulaşmış olacak…”

      Nihal’in parmaklarına o üstadın sanat dehasından bir şey bulaşmış olması fikri öyle adi bir şey idi ki Mlle de Courton’un nazarında anlaşılmaz bir hakikati izah ederek bu musiki muammasını yorumlamış oluyordu, artık başka bir sebep aramaya da lüzum görmezdi.

      Nihayet derslere bir mücadele ile son verildi. Babasının getirdiği operaların arasında Wagner’den de vardı ki Mlle de Courton kati bir yasaklama ile çalışmasına mâni oluyordu. Nihal de bilakis bu menedilen şeyi mutlak her gün eline alır, mürebbiyeyi Bülent’in pek ziyade hiddetlendirdiği bir sırayı kollayarak piyanosunda tecrübe etmek isterdi. O zaman Mlle de Courton, Bülent’i unutur, piyanoya koşardı: “Lakin çocuğum, size bin defa söyledim ki bunu çalmak için insanın Alman parmakları olmalı. Parmaklarınızı kıracaksınız, yalnız o kadar değil, fikrinizi, musiki zevkinizi berbat edeceksiniz. Düşününüz bir kere: Bir fırtına ki bacaları deviriyor, kiremitleri atıyor, ağaçları söküyor, kayaları yuvarlıyor, düşününüz o gürültüyü, bundan bir musiki yapınız, işte Mösyö Wagner!..”

      Onun Wagner için sükûn bulmaz bir husumeti vardı. Mösyö Wagner derken bu asilzade Fransız kızının damarlarındaki bütün kanlar Alman dâhisini küçümseyerek ıslık çalıyor zannolunurdu.

      Artık ondan sonra derse devam olunmaz, ihtiyar kız yemek vaktine kadar odasına çekilir ve çocuklar istedikleri yere gitmek için hür bırakılırdı.

      Nihal babasının yanına giderdi. Aşağıda, iş odasında Adnan Bey ikide birde saate bakarak kızının bu sabah ziyaretlerini sabırsızlıkla beklerdi.

      İkisinin arasında böyle sevinç ve saadetle geçen saatler ne tatlı saatlerdi! Onun babasına bir düşkünlüğü, bir tutkunluğu vardı ki hiçbir zaman tatmin edilmiş olmazdı. Daima sevilmek, her vakitten ziyade, saniyeden saniyeye kuvvetlenecek bir muhabbetle sevilmek için ruhunda asla teskin edilmeyen bir ihtiyaç vardı: Babasının yanında pek ziyade şımarır; geveze bir kuş, yaramaz bir kelebek olurdu. Sonsuz bir lakırtı sermayesi vardı: Derslerinden, gördüklerinden, işittiklerinden bir küçük esas sebep olurdu, babasına birbiri ardınca sualler sorardı. O, yorulmayarak hatta eğlenerek, ara sıra Nihal’in bir şeytanlık ve istihza fikriyle üzerine bir parça neşe serptiği bu konuşmalardan gülerek çocuklaşırdı; aralarında bir yaş seviyesi hasıl olurdu.

      Yemekten sonra Adnan Bey İstanbul’a inerdi. Çocukların o gün Mlle de Courton’la uzun bir seyranları yoksa yalının içinde Adnan Bey’in dönüşüne kadar süren cevelanları olurdu. Nihal’in özellikle vakit geçirmek için hoşuna giden yer Şakire Hanım’ın mutfağıydı.

      Haremde bu mutfak oyuncak kabîlinden yaptırılmıştı. Ara sıra Adnan Bey senelerden beri düzenine halel gelmeyen aşçısının yemeklerinden usanır, Şakire Hanım’dan bir midye dolması, bir Tatar böreği, bir çerkeztavuğu isterdi. Bu, Hacı Necip’ten gizli tutulurdu, haber alacak olursa Hacı Necip günlerce suratı asar, günlerce Adnan Bey’e görünmezdi.

      Bir gün midye kabuklarını görmüş, kırk senelik aşçı olduktan sonra Şakire Hanım kadar midye dolması dolduramazsa ayıp olacağını söyleyerek gitmeye kalkmıştı. Şakire Hanım’la aralarında daimî bir çekişme vardı: Mutlaka Şakire Hanım dönme dolaptan harç verirken kavga olur, Hacı Necip ikide birde “Ya kiler dışarıya çıksın ya mutfağı büsbütün içeriye alın!” derdi.

      Bazı defalar bu mücadeleler o kadar şiddet kazanırdı ki Şakire Hanım’ın kocası, Vekilharç Süleyman Efendi, barış için aracılığını kullanmaya lüzum görürdü. Bu mücadelelerden evin içinde iki kişi pek memnun idi. Bülent’le Beşir… Hatta onlar biraz, iki tarafı kızıştırmaya yardım ederlerdi.

      Şakire Hanım’dan bir şey istenilse Nihal yalvarırdı:

      “Kuzum, bacı, beni bekle, emi? Beraber yapalım…” O gün Nihal, Cemile, Nesrin hatta ara sıra Nesrin’e çıkışmak için gelerek dönüşte geciken Şayeste, Şakire Hanım’ın etrafında dönerler, küçücük mutfağı bir mahşere çevirirlerdi.

      Burası yalının ikinci katında, bahçeye nazır, bol güneşli pencerelerini sarmaşıklar kaplamış, beyaz mermer döşeli, daima son derece temiz, bir naziflik havasıyla insana iştah veren bir yerdi. Bazar Alleman’dan alınmış tencereler, sahanlar, bütün o bir salon eşyası zannolunacak kadar zarif ve narin şeyler, sarmaşıkların yeşilliklerden süzülerek giren güneş ziyaları altında nazifliklerinin şaşaalarını serperlerdi. Artık burada ve sevimli mutfağın içinde, kendisine bağlılıklarını bütün ruhuyla hissettiği bu mahlukların arasında latifelerle, sahte kavgalarla, itişip kakışmalarla, kahkahalarla geçen saatleri Nihal bütün kalbini ısıtan bir saadet duyarak geçirirdi.

      Akşam babasının dönüşünü sabırsızlıkla bekler, ta merdivenlerin üstünden bağırırdı:

      “Baba!.. Bugün size bir şey pişirdim ki… Şakire Hanım’a, sorunuz da bakınız, onlar hiç karışmadılar.”

      Güzel havalarda babalarıyla beraber akşam seyranlarına çıkarlardı. Mlle de Courton, bu saatleri yalının bahçesinde Alexandre Dumas’nın hikâyelerine ayırırdı.

      Genç kızlara roman okutmamak Mlle de Courton için en ziyade uygulamalı bir terbiye kaidesiydi ki şiddetle Nihal hakkında geçerliliğini muhafaza ederdi, fakat kendisinin hikâyelere, özellikle Alexandre Dumas’ya derin bir tutkunluğu vardı. Nihal’in suallerinden azade kalabilmesine müsait fırsatları bütün hikâyelere hasrederdi. Bu itiyadın neticesiyle onun hayatına, hissiyatına Alexandre Dumas ve ona benzeyenlerden bir şeyler sirayet etmişti. Sanki hikâyeler ihtiyar kızın gözlerine renkleri değiştiren bir gözlük takmıştı; o ancak kenarından hisse aldığı hayatı hep bu gözlüğün arasından görür, önüne tesadüf eden çehreleri anlamak, hayatının ufak tefek vakalarına bir hüküm vermek için bütün zihninde yaşayan hikâye hatıralarına müracaat eder, onlarla bir benzerlik nispeti kurduktan sonra bir netice çıkarırdı. Hemen hikâyelerinden birinin bir sahifesiyle uyuşamayan vakalar ehemmiyet verilmeyecek bir yalan derekesine inerdi.

***

      Nihal o akşam Adnan Bey’in kendisini görmek istediğini haber verince işte altı seneden beri birinci defa olarak böyle talep olunan görüşme için ihtiyar kız derhâl bir şüphe duydu. Bunun hikâye hatıralarından hangisinde bir tatbik zemini bulabileceğini hemen düşünmüştü.

      Adnan Bey hayatının bu şartlar içinde devam edemeyeceğine dair bir dolaşık nutukla ihtiyar kızı kendi düşünceleri dairesine çekmeye çalışırken o hâlâ düşünüyordu, nihayet izdivaç fikri bu nutkun bulutları içinden bir şimşek parıltısıyla nazarında tutuşunca Mlle de Courton şaşkın, mütehayyir, ağzı yarı açık durdu. Hayır, hikâyelerinden hiçbirinde bu vakaya bir tatbik zemini bulamıyordu, inanmadı ve kendisini zapt edemeyerek Adnan Bey’le bütün resmî özenişlerine rağmen “Latife ediyorsunuz…” dedi.

      Bu latifenin müthiş bir hakikat olduğunu anladıktan sonra ihtiyar kız duramadı, ayağa kalktı. “Lakin Nihal, lakin Nihal!.. Bu onu öldürür, anlıyor musunuz?” diyordu.

Скачать книгу