Dünya’nın Merkezine Seyahat. Жюль Верн
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Dünya’nın Merkezine Seyahat - Жюль Верн страница 9
Duyduklarımın doğruluğu konusunda ikna olmuş muydum? Profesör Lidenbrock’nun etkisi altında kalıp boyun eğmiyor muydum? Onun bu koca kürenin merkezine gitme konusunda ciddi olduğuna inanmalı mıydım? Bir delinin çılgınca varsayımlarını mı yoksa cesur bir dâhinin bilimsel çıkarımlarını mı dinlemiştim? Gerçek nerede son bulmuş ve yanılgı nerede başlamıştı?
Karşıt binlerce varsayımın içinde yüzüyor ama birine bile tutunmayı başaramıyordum.
Coşkumun azalmaya başlamasına rağmen, bazı konularda ikna olduğumun farkındayım. Hemen başlamak için tarifsiz bir istek duyuyordum, düşünerek zaman kaybetmek veya cesaretimi yitirmek istemiyordum. Sırt çantamı omzuma atıp yola çıkmaya yetecek kadar cesaretim vardı.
Fakat bir saate kalmadan bu aşırı heyecanın son bulduğunu itiraf etmeliyim. Sinirlerim yatıştı ve derin uçurumlardan çıkıp tekrar yüzeye ulaştım.
“Bu gerçekten saçma!” diye bağırdım. “Hiç akıl kârı değil. Mantıklı hiçbir genç adam, böylesine bir teklif karşısında bir dakika bile düşünmez! Tüm bunlar hiç yaşanmadı. Kötü bir gece geçirdim ve kâbus gördüm o kadar!”
Elbe’nin kıyısından şehre yürüdüm, limanı da geçince Altona yoluna çıktım. Sanki bir önsezi beni yönlendiriyordu! Evet gerçek bir önseziydi çünkü az sonra hafif adımlarla ve cesaretle Hamburg’a dönmekte olan sevgili Gräuben’imi gördüm.
“Gräuben!” diye seslendim.
Genç kız bu ıssız yolda adının haykırılmasından ürkerek durdu. On adımda yanına vardım.
“Axel!” diye haykırdı şaşkınlıkla. “Beni karşılamaya mı geldin? Bu yüzden mi buradasın beyefendi?”
Ama bana baktığı anda, içinde bulunduğum tedirginliği ve gerginliği hissetti.
“Sorun nedir?” diye sordu elimi tutarak.
“Sorun ne mi Gräuben?” diye bağırdım.
Birkaç dakika içinde, benim güzel Virlandalım durumdan haberdar olmuştu. Bir süre sessiz kaldı. Onun kalbi de benimki kadar hızlı çarpmakta mıydı? Bilmiyordum ama avcumdaki ellerinin titremediğinin farkındaydım. Tek kelime etmeden yüz adım kadar ilerledik. Sonunda; “Axel!” dedi.
“Tatlı Gräuben’im!”
“Bu mükemmel bir yolculuk olacak!”
Bu sözler beni yerimden sıçratmıştı.
“Evet Axel, bir bilim adamının yeğenine yaraşır bir yolculuk; bir erkeğin büyük işler başararak diğerlerinden farklı olması iyi bir şeydir.”
“Nasıl yani, böylesi bir şeye girişmeme karşı değil misin?”
“Hayır, sevgili Axel, aksine sizle gelmeyi çok isterdim ama bir genç kız size sadece ayak bağı olur.”
“Ciddi misin sen?”
“Evet, ciddiyim.”
Ah! Kadınlar ve genç kızlar, sizin kadın kalbinizi anlamak ne güç! Utangaç olmadığınız zamanlarda, en cesur yaratık oluverirsiniz! Sizin yaptıklarınızda mantık aramamak gerek! Ne yani? Bu genç kız beni bu yolculuk için cesaretlendiriyor mu? Bize katılmaya korkmuyor mu? Ve beni, sevdiği adamı, buna mı yönlendiriyor!
“Gräuben, yarın da aynı şekilde konuşup konuşmadığını göreceğiz.”
“Yarın, sevgili Axel, bugün ne söylüyorsam aynısını söyleyeceğim.”
Gräuben ve ben, el ele fakat tek kelime etmeden yolumuza devam ettik. O gün hissettiklerim yüzünden bitkin düşmüştüm.
Her şey bir yana, temmuzun ilk günlerine daha çok var diye düşündüm, bu arada amcamı yerin altına gitme tutkusundan kurtaracak birçok şey olabilirdi.
Königstrasse’deki eve vardığımızda akşam olmuştu. Evi tam bir sessizlik içinde, âdeti olduğu üzere amcamı yatağında, Martha’yı ise tüyden yapılma fırçasıyla sona kalan yerlerin de tozunu alırken bulmayı bekliyordum.
Ama amcamın sabırsızlığını hesaba katmamıştım. Onu ağaçlıklı yola eşya indiren birçok hamal arasında bağırıp dururken buldum. Yaşlı kâhyamız oldukça şaşkın bir durumdaydı.
“Gel, Axel gel!” diye bağırdı amcam beni görür görmez, “Seni zavallı! Daha valizini bile toparlamadın, evraklarım düzenlenmedi, valizimin anahtarı nerede? Ve tozluklarıma ne yaptın?”
Yıldırım çarpmışa döndüm. Dilim tutulmuştu. Güçlükle şu cümleyi kurabildim:
“Gerçekten gidiyor muyuz?”
“Elbette, seni zavallı oğlan! Hazırlanacağına dolaşmaya mı çıktın yoksa?”
“Gidecek miyiz?” diye tükenen bir umutla tekrar sordum.
“Evet, yarından sonra, erkenden.”
Kulaklarım artık duymuyordu. Kendi küçük odama sığındım.
Tüm umutlarım artık tükenmişti. Amcam, bütün öğleden sonra bu umutsuz girişim için gerekli araç gereci tedarik etmeye çabalamıştı. Ağaçlıklı yol; ip merdivenler, düğümlü ipler, meşaleler, mataralar, demir kramponlar, kazmalar, demir uçlu bastonlar ve en az on adamın taşıyabileceği malzemelerle doluydu.
Berbat bir gece geçirdim. Ertesi sabah erkenden uyandırıldım. Kapıyı açmamaya kararlıydım. Ama kulağıma her zaman bir melodi gibi gelen tatlı sese nasıl karşı koyabilirdim?
“Sevgili Axel?”
Odamdan çıktım. Solgun yüzümün ve kırmızı gözlerimin Gräuben’i etkileyeceğini ve fikrini değiştirmesini sağlayacağını düşünmüştüm.
“Ah sevgili Axel!” diye söze girdi, “Daha iyi gördüm seni. Güzel bir uyku sana iyi gelmiş.”
“İyi mi gelmiş!” diye bağırdım.
Aynaya koştum, aslında gerçekten beklediğimden iyi görünüyordum. Gözlerime inanamadım.
“Axel…” diye devam etti, “Vasimle uzun uzun konuştum. O cesur bir filozof, bir cesaret timsali ve sen de damarlarında onun kanının aktığını unutmamalısın. Bana planlarından, umutlarından, amacına niçin ve nasıl ulaşacağından bahsetti. Şüphesiz başaracak. Sevgili Axel, insanın kendisini bilime adaması yüce bir şey! Bay Lidenbrock’ya ve dolayısıyla yoldaşlarına nasıl bir şeref verecek düşünsene! Geri döndüğünüzde Axel, sen de onun gibi bir adam olacaksın; onun dengi, özgürce konuşup hareket edebilen ve özgürce…”
Zavallı kız, cümlesini bitirdiğinde kıpkırmızı olmuştu. Onun bu sözleri beni canlandırmıştı. Ama yine de yola koyulacağımıza inanmak istemiyordum. Gräuben’i profesörün çalışma odasına götürdüm.
“Amca,