Eski Mektuplar. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Eski Mektuplar - Ахмет Мидхат страница 9
Mektebin başlamasına daha bir hafta kadar vakit vardı. Kenan bu bir haftayı nasıl geçireceğini düşünüyordu. İstanbul’da tanıdığı kimse yoktu. Daha önce eniştesinin verdiği tavsiye ile Faiz Bey’in hanesinde birkaç gece misafir kalabilirdi. Lakin Kenan, bundan hazzetmiyordu. Daha çocukluğundan beri başkasına yük olmaktan ya da misafir kalmaktan nefret ediyordu. Bu sebepten Saim Bey’in tembihinin hilafına olarak İstanbul cihetindeki otellerden birine inmişti. Geceleri uyku zamanının başlamasına kadar okumayla yazı ile vakit geçirirdi. Gündüzleri ise şehrin görülmeye değer mahallerini ziyarete ayırıyordu. Bu hayat Kenan’a pek ıstıraplı geliyordu. Ne okuduğu kitaplardan bir şey istifade ediyor, ne gezdiği yerlerden bir letafet hissediyordu. O zannediyordu ki İstanbul’a, o gönül alan şehre giderse bir şey düşünmeye vakit bulamayacak. Hiç hasret, hüzün çekmeyecekti. Ne kadar yanılıyordu! Daha vapurdan kayığa binip bin korku ve heyecan ile Sirkeci’ye çıktığı zaman manzara büsbütün başkalaşmıştı. Büyük bir iştiyakla nazar ettiği çehreler ona pek soğuk, pek yabancı görünüyordu. Eşyasını alıp gideceği mahalle götürmek üzere etrafını alan hamalların, arabacıların bağrışmalarından, hele kayıkçıların müşteri almak için ettikleri büyük vaveylalardan âdeta alıklaşmış, ne yapacağını, nereye gideceğini şaşırmıştı. Bir müddet yevmiyelerini tedarik için canavarlar gibi birbirlerine saldıran bu herifleri hayretle temaşa etmişti. Artık duracak dermanı kalmamıştı. Seyahat yorgunluğuna denk gelen, can sıkan bu gürültü ve patırtılar onu perişan etmişti. Etrafını sarmış gözlerini gözleri içine dikerek ufak bir işareti bekleyen arabacılardan nispeten daha sessiz bekleyen bir arabacıya: “Civardaki güzel otellerden birine!” demişti. Asıl kıyamet o zaman kopmuştu. Zavallı çocuk bu gürültüden kurtulup da otele girdiği zaman geniş bir nefes almıştı.
Bir, iki saat kadar istirahat edip sevdiği kahvesini aldıktan sonra hem gazete okumak, hem de etrafı temaşa etmek üzere otelin altındaki kıraathaneye inmişti. Üzerine teveccüh eden nazarlar hep yabancı idi. Kenan hiçbir tarafa bakmayarak, hatta aşağı indiğine pişman olarak bir köşeye çekildi. Gözlerini yerden ayıramıyordu. Bir müddet bu hâlde kaldı. Nihayet masa üzerinde duran gazetelerden birini alabilmişti. Okuyordu. Gözüne ilişmiş olan bir ilan onu telaşa düşürmüştü. Çünkü o ilan, Mülkiye Mektebi kaydını yapma arzusunda bulunanların o günden itibaren Maarif Nezaretindeki hususi birime müracaat etmelerini ve buraya kayıt başvurusunu bir hafta geciktirenlerin müracaatlarının geçersiz sayılacağı bildiriyordu. Kenan hemen yerinden kalkıp yukarıya çıkmış, çantasından şahadetnamesini alıp bir arabaya bindikten sonra Maarif Nezaretine koşmuştu. Müracaatı alan hususi salon hıncahınç doluydu. Ve bunların hepsi mektep efendileri idi. Kenan bu kalabalığı görünce canı sıkıldı. Zira bunların hepsinin mektebe kabul olunmayacağını ve dolayısıyla bir müsabaka imtihanının yapılacağını anlamıştı. Aradan bir buçuk saat geçer geçmez, orada bu gibi meselelere bakan memur olanlardan biri bu seneki taliplerin çokluğundan müsabaka imtihanı icra kılınacağını ve bugün isimlerini kaydettirenlerin üç gün sonra imtihana girmek üzere burada hazır bulunmaları gerektiğini hatırlatıyordu.
Kenan bu üç günü fevkalade bir ıstırap ve intizar içinde geçirdi. Zira imtihanların ne suretle icra olunacağını bilmiyordu. İstanbul’da kabul imtihanlarının kendi memleketinde verdiği imtihanlar gibi belki onlardan daha kolay olacağını bilseydi bu kadar gam yemez, büyük bir tevekkülle vaktin gelmesini beklerdi.
Vakit geldi. Kenan o sabah eski mektebe mahsus olan resmî elbisesini giydi. Kalbinde muvaffak olacağına dair tatlı bir heyecan duyuyordu. Daire önüne geldiği zaman nezaret daha resmen açılmamıştı. Bir saat kadar Divanyolu’ndaki kıraathanelerin birinde oturdu.
İmtihan başlamıştı. Evvela usulü gereği İstanbul rüştiyelerinden mezun olanlar kabul olunuyordu. Bunlar tamamlandıktan sonra sıra taşralılara gelmiş, diploma başarısı gereği arkadaşları arasında Kenan önde gözüküyordu. O kadar parlak bir imtihan vermişti ki jüri heyeti kendisini alenen tebrike mecbur olmuştu. Arkadaşları Kenan’ın gayet iyi bir çehreden yetiştiğini gördükleri, hele jüri heyeti tarafından nail olduğu tebrik ve teveccühü işittikleri zaman kimisi gıptadan, kimisi de hasetten kaynaklanan bir hisle, hayretler içerisinde çocuğu baştan aşağı süzdüler. Bu muvaffakiyetini hâliyle tavrıyla hiç münasip bulamadılar.
Kenan daha o gün göstermiş olduğu başarısını tafsilatıyla eniştesine bildirmişti. Artık mektebin açılışına kadar istediği gibi gezip eğlenebilirdi. Hâlbuki kendisine yol gösterecek kimse yoktu. Bilmediği yerlerde yalnız başına gezmeyi hem terbiyesine, hem de yaşına pek uygun bulmuyordu. Bundan başka taşralıların cehalet saikasıyla İstanbul’da uğradıkları zor durumları daha memleketinde iken hikâye suretinde dinlemişti. Dolayısıyla bu kadar garip hadiselerin meskeni olan şu İstanbul’u görmeyi merakla arzu ederdi. Kenan İstanbul’u letafet cihetiyle tasavvurunun kat kat fevkinde bulmuştu. Yalnız küçükten beri ülfet, ünsiyet peyda ettiği sakin hayattan birdenbire bir gulguleye, bir şamataya bir ticaret merkezine tesadüf edince canı sıkılmıştı. Geçim noktasında da İstanbul’u emellerine pek muvafık bulmamıştı.
Mevsim, haziran öncesi olması münasebetiyle Boğaziçi’nde, Kadıköy’de, Şişli’de tiyatrolar ve çalgılar başlamıştı. Kenan bu eğlencelere, mesirelere ne vasıta ile gidileceğini bulunduğu otel sahibinden istemişti. Onun verdiği bilgiye göre Boğaz’a ve Kadıköy’e vapurla gidiş ve gelişin mecburi olduğu, ancak son vapura yetişilemediği zaman orada kalmak lazım geleceği, Şişli’ye ise herhangi saatte olursa olsun gidip gelmek mümkün bulunduğu cevabını almıştı.
Kenan can sıkıntısından Bahçekapısı’nın bitmek tükenmek bilmeyen hayhuyundan çatlamak derecelerine gelmişti. Hâl böyle iken müsabaka imtihanları münasebetiyle mektebin başlaması gereken tarihten bir hafta daha tehir etmiş olduğu haberini almıştı. Otelciden aldığı malumat üzerine Kenan öyle hiç bilmediği yerlerde kalabilmek ihtimali mevcut olan eğlencelerden sarfınazar ederek bir pazar günü Şişli’ye gitmeyi kararlaştırdı. Galata’ya geçti. Bir arabaya binerek “Şişli’ye!” dedi. Çocuk İstanbul’un Avrupa’sı diye işitip durduğu Beyoğlu’nu bütün kuvvetiyle tetkik ve temaşa ediyordu. Güzellik, tertip ve düzen itibariyle Beyoğlu’nu bittabi daha muntazam buluverdi. Fakat oranın yaşantısı, sefahat hayatı ona büsbütün sıkıcı gelmişti. O âlemden hiç haz ve lezzet bulamamıştı. Sohbet yok, dostluk yok, samimiyet hiç yok. Herkes çıkılmaz bir girdap içinde yuvarlanıyor, dönüp duruyor. Saat on bire varmadan, yani orada kalabalığın, izdihamın bitmesini beklemeden bir an evvel yine arabasına binerek otele dönmüştü. Hiç eğlenmediği için bir liraya yakın ettiği masraf yanına kâr kalmıştı. Artık çarnaçar mektebin açılmasını bekleyecekti.
Kenan için en emin yer olan mektep açılmıştı. O sabah büyük bir şevk ile eşyalarını topluyor, mektebe naklettiriyordu. Oh! O gün gönlü ne kadar da rahatlamıştı. On, on beş günden beri otel köşelerinde çektiği azapları, ıstırapları unutmuştu. Şimdi dersler başlayacak, beş sene bu kadar uzun müddet kendisiyle beraber bir muallimin ilim irfan halkasından feyizler alacak; Arkadaşları gelecek, onlarla hemhâl olacak, düçar olduğu daüssıladan belki kurtulacaktı. Her gün alışkanlık hâline getirdiği gibi mektebin önünden geçip de beslediği umutları, sevinçleri, hevesleri ve merakları artık son bulacaktı.
Eşyası önünde kendi de arkada, İstanbul içinde en ziyade tanıdığı pek çok kat ettiği yolu takip ediyordu. Mektebe gidiyordu. Demir parmaklıklı kapı önüne geldiği vakit kendi gibi hâlinden, tavrından acemi