Gürcü Kızı yahut İntikam. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Gürcü Kızı yahut İntikam - Ахмет Мидхат страница 6
Şu müşahede beni biraz rahatsız etti. Medeni memleketler için cezaen adam dövmek artık külliyen terk olunmuş ve vahşetlerden uzak bulunmasıyla şu geldiğimiz yerde ilk müşahede ettiğim şey böyle bir vahşet eseri olmasından dolayı bir suizanda bulundum. Hatta bu üzüntümü tercümana da iki kelime ile anlattım. Mihran Baron manidar bir tebessüm ile dedi ki:
“Buralarda o kadar medeniyetperest olmaya gelmez. Buraların terbiye tarzı arasında şu dayak patırtısından daha müthişleri de vardır. Dövülen kim bilir ne kabahat etmiş ki bu cezayı görüyor.”
Hane halkı kapıdan içeriye yabancılar girdiğini görünce nadir vukuatlardan bir hâl olmuşçasına bazıları bize doğru koşup gelmeye, bazıları farklı yerlere doğru koşup gitmeye başladılar. Gidenlerin varacakları yerlere misafirlerin vardığını ihbara gittikleri ve gelenlerin de bizi karşılamaya geldikleri anlaşıldı. Bunlar gerek tercüman ve gerek delil ile biraz sual ve cevapta bulundular ki konuştukları şeyler arasında benim anlayabildiklerim “Rus” ve “Frenk” kelimelerinden ibaret idiyse de soru cevap esnasında gösterilen tavırlardan anladım ki herifler benim kim olduğumu öğrenmek istiyorlar da tercümanla delil de benim bir Frenk seyyahı olduğumu anlatıyorlar.
Nihayet bizi bir odaya götürdüler ki kapıdan girildiği zaman karşı tarafta topraktan yapılmış epeyce muntazam bir ocak görülüp odanın iki tarafı da üzerleri kilimler, abalar, ayı, kurt ve keçi postlarıyla düzenlenmiş setler suretinde yapılmıştır. Odanın dört tarafı tavana bir arşın kadar mesafeden raflar ile bölünüp üzeri ya tabak, çanak, çömlek kalaylı sahan, maşrapa, şişe ve bardak gibi eşya yığılmış ise de bunların her gün kullanmak için değil sadece süs için oralara konulmuş oldukları ilk bakışta anlaşılıyor.
Biz odaya girer girmez kır sakallı gayet güzel yüzlü bir zat gelip ellerini sakalı hizasına kadar kaldırarak ve sonra kalça başlarına kadar indirip kollarını sallayarak ve bu sırada kendisi de biraz eğilerek birkaç defa selamladıktan sonra tercümanın tercümesine göre Prens Danyal adına bize: “Hoş geldiniz, sefa geldiniz. Teşrifinizden prens pek memnun oldu, istirahat buyurunuz da kendileri de hizmetinize gelirler.” iltifatlarıyla tebliğe memur olduğu anlaşıldı. Ben de tercümana bizim tarafımızdan söylenmesi nezakete muvafık olacak sözler neden ibaret ise söylenmesini emrettiğimden tercüman uzun uzadıya bir söz söylemeye başladı ki bir karşı teşekkürün o kadar uzun sürmesine hayret ettim.
Prens Danyal’ın kâhyası olduğunu öğrendiğim ihtiyarla biz bu sözleri ederken, birkaç delikanlı odanın sağ ve sol taraflarındaki setler üzerinde bulunan postları alelacele toplayıp kaldırmaya başladılar. Diğer birkaç tanesi âlâ canfesten ve Suriye’nin ipekli kumaşlarından mamul yastıkları, yorganları getirip bize iki mükellef yatak yaptılar. Bir delikanlı da kocaman leğen, ibrik, sabun, havlu falan getirmekle tercümanın tarifi gereğince ikimiz de derhâl silahlarımızı çıkarıp rafların altındaki çivilere asarak, çizmelerimizi ve talanlarımızı çıkararak ellerimizi, ayaklarımızı bol su ve sabun ile yıkadık ki böyle bir temizliğe zaten ihtiyaç görmekte bulunduğum için hakikaten memnun oldum.
Delikanlıların alelacele yatak yapılırken kaldırdıkları postlar ocak önüne serilen bir büyük hasır üzerine tekrar konulup tanzim olundular. Ocak da yakıldı ki, gerçi ocağın ve kapının iki tarafında birer kandil yakıldı ise de bunların odayı aydınlatmaya yetmedikleri ve asıl aydınlatmanın ocak tarafından görülmesiyle ortaya çıktı.
Tam ortalık gereği gibi kararmış olduğu bir zamanda Prens Dan-yal da yanımıza geldi. Gayet uzun boylu, iri yarı ancak otuz beş otuz yedi yaşlarında güzel yüzlü bir kahraman görünümündeydi. İltifatlı olan tebessümleri ile bana el uzattı ki bu hareket Rus modası veyahut alafranga olması lazım geliyor idiyse de bu gibi taltif hareketlerinin epeyce acemisi olduğu anlaşılıyordu.
Rusça bana birkaç lakırtı söyledi. Tercümanım vasıtasıyla Rusça bilmediğimi anlattım. O vasıta ile konuşmaya başlayarak bir yandan da adamlarına birçok emirler veriyor idi ki bu emirler gümüşten yapılma, ikişer mumlu iki şamdan götürülüp hem sandık, hem masa hizmetini görmek üzere yapılmış bir şey üzerine konmakla biraz sonra rakı takımı olduğu anlaşılan sürahi, kadeh gibi şeyler de getirilip bu sandık üzerine yerleştirilmek üzere icra olunmaya başladılar.
Rakı içmek âdetim değilse de burada kendi âdetlerime değil misafir olduğum yerin âdetine uyma mecburiyetinde bulunduğumdan prensle beraber kadeh tokuşturmaya başladık. Nereden gelip nereye gittiğimi sordu. Hamburg’dan gelip Bakü’ye gitmekte bulunduğumu söyledim. Hatta memuriyetim Bakü taraflarındaki petrol madenlerine dair incelemeden ibaret bulunduğunu da anlattım.
Fakat memuriyetimizin bir diğer kısmı da Kafkas Dağları’nda mevcudiyeti söylenen altın madenleri değil midir? Zemin ve zaman gözeterek buralarını da prensten sordum. Dedi ki:
“İhtiyarların rivayetine göre kim bilir kaç yüz veyahut kaç bin sene evvel Rumlar mı hangi akıllı kavim ise buralarda altın madeni işletirlermiş. Ama bu madenlerin nerede olduklarına dair bizce kimsede malumat yoktur. Şu kadar var ki bazı dereler coştuktan ve suları da sonra azalınca bazı düzgün yerlere külliyetli kum bıraktığı zamanlar bu kumların içerisinde incecik soğan kabuğunu hurda hurda kırmışlar gibi parlak ve altına benzer şeyler görülür. Bundan başka buralarda altın madenlerine dair malumatımız yoktur.”
Yarım saatten ziyade prensle işret ve sohbet ettikten sonra verdiği emir üzerine yemek getirildi. Keçi etinden yapılmış kebaplarıyla bir nevi yumurtalı köfteleri gayet iştah açıcı şeylerdi. Gerek bunların ve gerek bilhassa et ile pişirilmiş kuru fasulyenin kırmızı biberleri ziyadece olması bizim Avrupa kibarlarına muvafık düşmüyor idiyse de yorgunluk ile derecesi artan açlık bu yemekleri bize büyük bir lezzet ile yedirdi.
Yemekten sonra Prens Danyal bizi rahatımıza terk ederek kendi odasına çekildi. Gerçi biz de istirahate pek muhtaç olduğumuzdan o ipekli yataklara serilip yattık ki günlük ve bazı yeni kokular sürülmüş bulunmaları insanın göğsünü tıkayacak şeylerden idiyse de o yorgunlukla böyle küçük şeylere ehemmiyet vermeyeceğimizden biraz sonra horul horul derin bir uykuya daldık gittik.
4
Yorgunluğumuz pek ziyade ve uykumuz pek derin olmalı imiş ki o gece ta sabaha kadar hemen hiç uyanamayarak deliksiz bir uyku çekmişiz. Sabahleyin beni uykumdan uyandıran şey akşam işittiğim ses ve feryat olmasın mı?
Dövülenin ne diye bağırdığını gerçi anlayamıyor isem de insanlar arasında umumi bir lisan vardır ki onu anlayabilmek için kamuslara falanlara ihtiyaç yoktur. Bir adamın korku hâlinde sövüp sayması veyahut zillet hâlinde yalvarıp yakarması, ızdırap hâlinde feryat figan etmesi gibi ki, insan o adamın lisanını hiç bilmediği hâlde de çıkarmış olduğu bu yoldaki lafızların içeriğini derhâl anlayabilir.
Prens Danyal tarafından gördüğüm hürmet ve rağbetten ne kadar memnun kalmış isem barbar herifin bu müthiş işkencelerinden de o nispette müteessir olduğumdan ve dövülen adamın avlu içinde dövüldüğünü feryat ve figanın o taraftan gelmesiyle anladığımdan yerimden fırlayıp oda kapısını aralayarak