İnsanlar Maymun muydu?. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanlar Maymun muydu? - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 10

Жанр:
Серия:
Издательство:
İnsanlar Maymun muydu? - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

bağırsın…”

      Şeref Efendi: “İş böyle giderse bir gün o da olur.”

      11

      Vahit birkaç adım yürüdükten sonra, Ali Şeref’e rastlar. Bu gürbüz delikanlı, feylesofun kızı Selase’ye tutkun, bunun için de Vahit’in samimi dostudur.

      Ali Şeref: “Nen var Vahit? Betin benzin uçmuş.”

      Vahit: “Nasıl uçmaz kardeş. Şurada kahvenin karşı sırasından geçiyordum. Bana ağza alınmaz laflar atmaya başladılar. Kahveci oğlanı Mehmet’i bana karşı kışkırtıyorlar. O da bana pis pis ağzını bozuyor. Aldırmadım yürüdüm, ama ığıl ığıl kanım içime aktı. Tıpkı kıs kıs köpek kızıştırır gibi…”

      “Yine aldırma. Ben o tayıncının ağzının tadını veririm.”

      “Silah taşımaya başladım. Bir gün dayanamayacağım, elimden bir kaza çıkacak…”

      “Pöh! Öyle ite karşı silah ne olacak? Avurduna iki yumruk, belinin ortasına üç tekme… İşte bu kadar! Onun pis kanını döküp de başına mesele çıkarmaya ne lüzum var? Hele sen dur, şuradan seyret.”

      Ali Şeref, iri adımlarla yürüdü. Kahvenin ortasında dolaşan Mehmet’in suratına, Yaradan’a sığınarak bir patlangaç patlattı, bir de öbür tarafına… Şakırtılar tavanda çınladı. Kahve fincanları titredi. Çırağın iki dudağı arasından, kırmızı bir sicim uzandı.

      Kahveci Emin Ağa koşarak bağırdı: “Ne o Şeref Bey, bu kadar gözün önünde çırağımı öldürecek misin?”

      “İktiza ederse…”

      “Kabahati nedir?”

      “Yediği haltı o bilir.”

      Şeref tekrar Mehmet’i ensesinden kavrayarak: “Ulan inek, söyle bakayım, kahvenin önünden gelene geçene bir daha o pis dilini uzatacak mısın?”

      Mehmet eliyle ağzının kanlarını sile sile ağlayarak: “Şeref Bey tövbe… Vallahi benim kabahatim yok. Bu efendiler ‘Söz at!’ dediler, ben de attım.”

      Şeref’te gözler dönmüştü. Oradaki ellilik altmışlık çürük çarık müşterilerden kimse kalkıp da işe karışmaya cesaret edemiyordu.

      Ali Şeref, ensesinden Mehmet’i hâlâ, “Söyle bakayım!” diye kuvvetle sarsarken sonunda Salih Efendi: “Bu kadar kişinin gözü önünde bağırta çağırta adam dövmenin kanunca bir cezası olsa gerektir.”

      Ali Şeref, Mehmet’i hızla kahvenin ortasına kaktıktan sonra cevap verdi: “Bana uygun gördüğünüz cezadan siz kendinizi hariç tutmayınız. Bu itin şimdi ne dediğini işittiniz ya: ‘Benim kabahatim yok. Bu efendiler söz at dediler, ben de attım…’ Benim için düzeceğiniz iddianameye bu sözü de ilave etmeyi unutmayınız. Bu sersem oğlan, dayak yiyorsa, sizin yüzünüzden yiyor. Ben böyle bir dayağa alet oluyorsam, buna da yine sizin terbiye dışındaki hareketiniz sebep oluyor…”

      Kahveciye dönerek devam etti: “Emin Ağa, çırağını böyle bir hayvanlığa kışkırtırlarken sen de: ‘Burası herkese mahsus bir kahvedir. Kimseyi gücendirmek istemem. Mehmet’in ahlakını bozmayınız efendiler.’ dedikten sonra, ‘Ulan sus dilini koparırım şimdi…’ tekdiriyle çırağını da içeri çağırmalıydın. İş bu şekildedir. Şimdi ne isterseniz onu yapınız. Bu mahalle kahveleri artık böyle dedikodulara, dil uzatmalarına, gelen geçenlere sarkıntılık etme rezaletlerine mahal olmaktan kurtarılmalıdır.”

      Ali Şeref, oradakilerin suratlarına öfkeli öfkeli birer göz gezdirdikten sonra çıktı gitti.

      O zamana kadar tıs duran kahve halkının dilleri yine çözüldü.

      Osman Efendi: “Hepimize ağır ders verdi.”

      Salih Efendi: “Âdeta attı kantarlıyı gitti. Bir iki laf söylemek istedim. Bana hiç yardım eden olmadı. Niçin sustunuz?”

      Murat Efendi: “Bu oğlan futbolcudur, atlettir, boksördür. Daha ne değildir ki, baksanıza aygıra benziyor, içimizde onunla belaya girmeye kalkışabilecek bir babayiğit göremiyorum.”

      Şerif Efendi: “Boksör olsun, ne bok soyu olursa olsun, biz bir kahve halkı o edepsizden ders almak zilletine katlanmamalıydık.”

      Salih Efendi: “Vaktiyle onun anası Naciye için az lakırtı söylenmedi.”

      Osman Efendi: “Bu Ali Şeref’in babasının oğlu olduğuna şüphem vardır doğrusu…”

      Şerif Efendi: “Benden de al o kadar…”

      Nuri Bey: “Yahu bu genç, bize kahve dedikodusu hakkında epeyce acı bir ders verdi gitti. Bari arkasından yarım saat olsun dilimizi tutalım.”

      Kahvenin iç musluğunda ağzının kanlarını yıkamaya uğraşan çırak Mehmet oradan bağırarak: “Vay babasının canına, iki ön dişim sallanıyor. Ben ona gösteririm, yarın sabah köşe başında bekleyeyim de…”

      Salih Efendi: “Haydi miskin sen de, dayağı yerken maymun gibi titriyordun da şimdi mi pehlivan kesildin?”

      Şerif Efendi: “Terbiyesiz, bana onlar öğrettiler diye bizi neden lafa karıştırdın sanki?”

      Mehmet: “Birdenbire şaşırdım. Şimdi aklım başıma geldi. Benim ona ne yapacağımı görürsünüz.”

      Salih Efendi: “Yediği tokatlar yüzünden oğlanın ağzından kanlar aktığını hepimiz gördük. Bir avukat bulalım da hep şahit yazılarak bir dava açalım.”

      Nuri Bey: “Beni şahit yazmayınız. Ben geceleri buradan evime yalnız gidip geliyorum. Ali Şeref’in kendi çapında bir sürü arkadaşı var. Onun anası için laf söyleyen de düşünsün… Lakırtı Şeref’in kulağına giderse bilmem artık neler olur.”

      Salih Efendi: “Benim sözüm yirmi sene evvele ait geçmiş bir laf…”

      12

      Enis Buharî ile Ruşen Zamir veyahut asıl adıyla Hayrullah Efendi, bu iki yobaz eskisi ilk görüşmelerinden sonra pek kaynaşarak, âdeta canciğer olmuşlardı.

      Enis Buharî haftada birkaç defa Unkapanı’na bu yeni dostunu ziyarete geliyor, kahvede gürül gürül konuşurlarken arada bir etrafa göz gezdirerek ağızdan kulağa fısıldaşıyorlardı. Aralarında gizli olduğu kadar ehemmiyetli bir iş başlıyordu. Ama nedir?

      Artık lakırtılarına karışmayan Ali Hulki Bey, biraz uzaktan bu hâli seyrediyor, bu fiskostan şüphelenerek iki yobazın arasında dönen sırrı anlamak merakından kendini alamıyordu.

      Uzun uzadıya kulak misafirliğiyle tecessüslerde bulunarak sonunda bu sırra erdi, insanları kandırarak ortaya attığı maymunluk günahından dolayı Feylesof Mualla Efendi’yi şeytana benzeterek recme karar vermişlerdi. Bir tasımına getirip, onu bir yerde taşlayacaklardı. Böyle bir kâfirliği işitip de ona karşı hareketsiz

Скачать книгу