İnsanlar Maymun muydu?. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İnsanlar Maymun muydu? - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 15
“Nedir?”
“Bu adamlar epeyce paralı bir iddia üzerine suratlarını lostra ettirmiş olacaklar.”
Artık, Horhor çeşmesine yaklaşmışlardı. Onların peşlerine takılan meraklıların arasına bir polis karıştı. Yaraşıklı yaraşıksız her ağızdan çıkan bu ihtimalleri dikkatle dinliyor, bu garipliğe kendince de bir mana vermeye uğraşıyordu. Halkın şiddetle merakını uyandıracak, kimseye benzemeyen alelacayip bir kıyafetle sokakta dolaşmanın yasak olduğunu bildiğinden, kendinde peyda olan bir şüpheyi oraya biriken adamlardan sordu: “Deli olmasınlar?”
Biri cevap verdi: “Bu da olabilir, fakat yakınlarda tımarhane var mı? Nereden boşanmış olacaklar?”
“Bakırköy’de var.”
“İstanbul bu tımarhaneye yakındır.”
Gülüşmeler.
Polis önlerine çıkarak: “Durunuz bakalım. Sabahleyin böyle erken bu boyalı suratlarla nereden geliyorsunuz?”
Enis Buharî kırgınca: “Biz bir garip hâle uğradık, bir de sizinle derde girmeyelim. Polis efendi, haydi işinize, vazifenize gidiniz…”
Polis çatıklaşan bir suratla: “Vazifem işte sizin ne olduğunuzu öğrenmektir.”
“Kazara yüzlerimiz boyanmış olmakla insanlık kadrosundan çıkmadık ya! İşte iki insanız. Başka ne olabiliriz?”
“Başka ne mi olabilirsiniz? Tanınmamak için yüzlerini karalayarak gece çapuluna çıkmış iki haydut…”
Polisin bu suçlamasını duyan halkta merak artar. Birbirlerine: “İşittiniz mi? Her şey aklımıza geldi de bu türlüsünü hiç aklımıza getirmedik.”
“Polis, hırsızı gözünden anlar.”
Polis sorgusunda devam eder: “Söyleyiniz kara suratlılar, kazara yüz boyanmaz. Bu boyanmadan maksadınız nedir? Nereden gelip, nereye gidiyorsunuz?”
Ruşen Zamir: “Polis efendi oğlum, biz sizin şüphelendiğiniz insanlardan değiliz. Uğradığımız garip hâl bizce hakikattir. Fakat size masal gelir. Söylesek de inanmazsınız.”
Polis: “Tabii masala inanmam. Doğruyu söyleyiniz.”
Enis Buharî: “Biz Müslüman adamlarız. Yalan kabul etmeyiz.”
Polis: “Peki söyleyiniz doğruyu.”
Ruşen Zamir: “Efendim, biz şeytan şerrine uğradık.”
Polis: “Yüzlerinizi niçin boyadınız?”
Ruşen Zamir: “Biz boyamadık efendim…”
Polis: “Ya kim boyadı?”
Enis Buharî: “İşte onlar…”
Polis: “Onlar kim?”
Ruşen Zamir: “Şeytanlar… Efendim, şeytanlar…”
Polis sinirli: “Ha, anlaşıldı. Haydi merkeze… Cini şeytanı orada anlatırsınız.”
Enis Buharî büyük bir yalvarma hâli ile: “Polis efendi evladım, biz, baban yerinde adamlarız. Hırsızlığa çıkacak kimselerden değiliz.”
Polis: “Yüzlerinizde parmak kalınlığında boya var, kaç yaşında olduğunuz belli değil ki…”
Ruşen Zamir: “Müsaade ediniz çeşmede yüzlerimizi yıkayalım. Sonra bırakınız evlerimize gidelim.”
Polis: “Yüzlerinizin yıkanmasına müsaade edemem. Hakikatin meydana çıkması için merkeze sizi böyle boyalı götüreceğim.”
Gittikçe artan halk arasında şu sözler döner: “Bunlar adamakıllı kaçık… Yüzlerini şeytanlar boyamışmış, polis hiç böyle küllüm yutar mı?”
“Geçenlerde de Bakırköy’den bunlara benzer bir deli kaçtıydı.”
“Deli diyoruz ama bunlar ara sıra gardiyanları kafese koyabiliyorlar. Hangi taraf daha akıllı?”
“Kırk yıl tımarhane hizmetinde bulunanlar da sonunda çıldırırlarmış.”
“Tecrübesi yapılmış bir gerçek mi bu?”
“Bilmem. Tımarhanelerin doktorlarından kapıcılarına kadar istatistik tutmalı. Kırk yıl sonra iş anlaşılır.”
“Şaşılmaz. Bazı doktorların baktıkları hastalıklara sonunda kendilerinin de tutuldukları işitilmemiş bir şey değildir ya?”
Halk, bu boyalılardan türlü eğlence sözleri çıkararak gülüşmekte iken, polis, onları merkeze götürmek için uğraşıyordu. “Gidersiniz!”, “Gitmeyiz!” sözleri ile bir hayli didiştikten sonra sonunda polisin önüne düşmek zorunda kaldılar.
En yakın polis karakoluna götürüldüler, önüne çıkarıldıkları komiser muavini sordu: “Bu ne?”
Polis: “Ne olduğunu bilmiyorum. Sabahleyin sokakta suratları böyle boyalı olarak bu adamları buldum. Fakat ne maksatla boyandıklarını söylemiyorlar.”
Muavin Bey boyalılara sordu: “Müslüman mahallesinde vakitsiz karnaval mı yapıyorsunuz? Önce söyleyiniz bakayım, hangi millettensiniz? Rum mu? Ermeni mi? Yahudi mi?”
17
Enis Buharî ile Ruşen Zamir bu üç sualin sinirlerinde kopardığı fırtına ile titreşerek, ağlamalı birer sesle bağırıştılar: “Haşa efendim, haşa… Elhamdülillah kalubeladan beri Müslüman oğlu Müslüman’ız.”
“Ya bu suratlarınızdaki boya maskaralığı nedir? Asıl yüzlerinizi gizlemek istemişsiniz. Bu, apaçık görünüyor. Ama ne maksatla?”
Enis Buharî: “Biz kendi isteğimiz ile boyamadık ki bunda bir maksadımız olabilsin.”
“Bir insanın yüzü kendi isteği olmadan nasıl boyanır? Ellerinizi, ayaklarınızı tutup da mı boyadılar?”
Ruşen Zamir: “Hayır efendim. Haberimi yok iken…”
Muavin dik dik bir bakışla: “Bir adamın haberi yok iken suratı nasıl boyanır?”
Enis Buharî: “İşte oldu, numunesi önünüzde…”
Muavin Bey: “Suratlarınıza boya sürülürken hiçbir şey duymadınız mı?”
Enis Buharî: “Bizi uyuttular efendim. Sabahleyin viranelikte gözlerimizi açınca yüzlerimizi böyle boyalı bulduk.”
Muavin Bey bu sözleri tekrarladı: “Sabahleyin viranelikte gözlerinizi açınca, yüzlerinizi boyanmış buldunuz…”
Ruşen Zamir: “Evet