İnsanlar Maymun muydu?. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İnsanlar Maymun muydu? - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 18
“Aman hanım, söyle o çılgınlara böyle deliliklerden vazgeçsinler. Sonra evi büsbütün başımıza yıktıracaklar.”
“Onlara söz geçirilebilir mi? ‘Evet… Ha… Hı…’ derler, sonra yine bildiklerini yaparlar. Ama en ehemmiyetli mesele bu değil…”
“Daha ehemmiyetlisi mi var?”
“Evet, evet…”
“Ne imiş bakalım?”
“Ali Şeref, Selase’yi istiyor.”
“Bu malum. Yeni bir şey değil…”
“Yeni bir şey değil, ama artık bugünlerde istiyor.”
“Kız da ister gibi değil mi?”
“Ziyadesiyle… Oğlanlar da evlenmek perdesinden nağmeler tutturdular.”
“Âlâ… Âlâ… Demek bizim evin içi minimini maymunlar… Küçük küçük şeytanlarla dolacak. Tabiat babanın maksadı yalnız insandan, hayvandan dünyaya döl yetiştirmektir. Ateşlendirir, birleştirir, doğurtur. Artık ötesine pek aldırış etmez. Yaşamak için dövüşsünler, boğuşsunlar dursunlar. Nüfus fazlalaşırsa birkaç kişinin kararıyla harp açılır. Milyonlarca hayat ekin gibi biçilir, kalanlar nişan alır, kumandanlar şöhret kazanır, diplomatlar gururlanır. Ölenlerin kim oldukları sayıya gelemeyeceği için, onlar adsız sayılırlar. Topuna birden bir taş dikilir.”
“Efendi, siz her şeyi felsefe tarafından görüyorsunuz. Fakat çok defa bu dedikleriniz, yaşanılan hayata uymaz. Çocuklarımız, baş göz edilecek yaşa geldiler, ama âlemin kötü gözleri hep bize dikilmiş. Etraftan üzerimize lanetler, nefretler yağıyor. Bu hâlde biz onları nasıl evlendirebiliriz?”
“Kızın yavuklusu malum. Oğlanlar hangi dilber kızlara gönül vermişler?”
“Açıkça söylemiyorlar, ama ben sezinliyorum.”
“Her sıkıntı içinde bir de boş yere başımıza üzüntü çıkarmayalım.”
“Ne demek istiyorsunuz?”
“Biz kızı Ali Şeref’e vermeye razıyız, fakat delikanlının anası, babası bu evlenmeye hiçbir zaman izin vermeyeceklerdir.”
“Ali Şeref bu gönül işinde ana baba sözü dinler boydan bir genç değildir.”
“Biz kızı veriyoruz. Oğlan alabilirse alır. Alamazsa ne yapalım? Bu meseleyi kendi hâline bırakalım.”
“Ya oğullarımız için?”
“Onlar için de hiç üzüntü çekme.”
“Niçin?”
“Bu mahallede ve civar semtlerde buradan birkaç yüz kilometre uzaklara kadar adımızın kötülüğü yayılmıştır. Kimse Vahit’le İsneyn’e kız vermez. Olamayacak bir şeyi düşünüp de zihnini yorma.”
“Zihnini yorma olur mu? Böyle söylediğiniz şekilde iş bitmiyor. Mesele büsbütün sarpa sarıyor. Oğullarımızı seven kızlar da varsa, en sıkı yasaklara karşı birbirini almak için akla gelmez çılgınlıklara kalkışacaklar, türlü felaketlere uğrayacağız.”
“Olacak şeyleri, olmazdan evvel düşünmek lazım gelirse, dünyada bu düşüncenin ucu bucağı bulunmaz. Bununla beraber, ben, aile geçimini idarede becerikli de değilim, ustalığım da yoktur. Ben, daha ehemmiyetli işlerle uğraşıyorum. (önündeki kocaman kitabı göstererek) Felsefedeki vahidi bilir misin? Dikkat et, bu bizim oğlumuz Vahit değil… Felsefede ‘bir’ niçin her zaman bir, yani tek kalmıyor. Niçin hakikat kendi cevherinde gerilerek sonuna kadar hakikat kalmıyor. Çünkü her şey birtakım devreleri mutlaka geçirecektir. Pozitif, negatif oluşların sonunda her şeyden başka bir şey doğar. Yine sonunda maddenin, maddeden gayrı bir hâl alabilmesi sırrına dayanıyor. Buna ne dersin hanım?”
“Benim bu meselelere aklım ermez. Sizin yalnız böyle şeyler düşünmenizle ne mahalledeki şöhretimizi düzeltebiliriz, ne de ev idaresini…”
20
Mualla Efendi, dünya işlerine metelik vermeyen dalgın bir adamdır. Kendine karşı olan insanlığa sığmaz saldırmalara bile çok defa güler. Çünkü onun gözünde bütün insanlar acınacak akıl hastalarıdır. Tabiatta her şeyin ağır bir kemale ermeye bağlı olduğunu görüyoruz. Besbelli ki, insanlık daha çocukluk devresindedir. Hayattaki düzelmez sanılan karışıklıklar hep cahillikten doğuyor. Bu cahil sürüleri içinde zaman zaman birkaç akıllı çıkabilir. Fakat imlaya gelmez bu bozuk düzen, milyonlarca dimağlar arasında doğru işleyen bir iki büyük kafanın görecekleri işler ihtiyaca karşı çok az kalır. Cahillik, dehanın, ilmin baş düşmanıdır. Sürüler, kendi ananelerinden edinmiş oldukları fikirlerinden başka türlü düşünenlere amansız düşman kesilirler. Kalabalığı idare eden kuvvet, dirilerden ziyade ölülerdir. Mezardakilerin kafalarımıza miras bıraktıkları izlerle yaşıyoruz. Kemalleşmeye en zor teslim olan inatçı bir damga… İnsanların ananelerini ve yüzlerce yıllardan beri körü körüne nelere inandıklarına, nelere tapındıklarına bakınız, ahmaklıklarına gülersiniz. Siz de onlardan iseniz, bana kızarsınız.
Feylesof bu yolda tutturduğu vaazını dallandırır budaklandırırdı. Ona göre baş bilgi, felsefedir. Hakikati aramaları derecesinde hep öbür ilimler onun hizmetkârıdırlar.
Öfkelendiği bazı zamanlarda şöyle bağırırdı: “Kabahat kimde? İnsanlık adam olmayı istemiyor, ne yapalım. Bu maddi hayattaki düzelmeyi bırakıp da, saadetini manevi bir âlemden bekliyor. Hakikati, rüya ile değişiyor.”
Erkek kız, üç çocuğu babalarının bu söylenmelerine, kös dinler gibi çok dalgın, asık bir kulak verirler. Feylesofun ilmi o kadar sevmesine karşı, tahsilleri şöyle böyledir. Evlerindeki zengin bir kütüphaneden bir cilt çekip de okuduklarını gören yok gibidir. İş söze gelince, babalarının bilgisiyle övünürler.
Feylesofun uzun çehresi, gagavari burnu, soluk rengi, meşhur İtalyan şairi Dante’yi andırır. Çenesinin sivriliğini gür sakalı örter.
Karısı Müride Hanım, bir göbek aşırı Kafkas cinsi düzgün yüzlü bir kadındır. Onun güzelliği çocuklarda, babadaki yüz organlarının nispetsizliklerini düzeltmiştir. Üç kardeş gürbüzdürler, birbirine benzerler. En güzelleri İsneyn’dir. Kız da şimdiki yarı çıplak kadın elbiselerinin içinde pek körpe vücuduyla gönül çekecek bir alımdadır.
Feylesof perhiz eder. Eski stoisyenleri beğenir. Çocuklarına her şeyde ortalama davranmayı öğütler. Zamane gençliğinin gem almaz bazı taşkınlıklarında Müride Hanım, baba ile çocukları arasında tampon işini görür. Feylesof çok defa etütleriyle o kadar dalgındır ki, olup bitenlerden haberi olmaz. Kulağına bağırsanız, çakaralmaz bir hâlde söyleneni işitmez, o kendi kafasındaki kaynayanları tekrarlar durur. Anneleri, çocuklarının evlenme isteklerinden söz açtıkça, Mualla Efendi haykırır:
“Aceleleri ne? Evlenmenin en büyük tadı, onun olmasından evvelki çekilen arzudur. O, olup bittikten sonra, çok