Cellat. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Cellat - Ахмет Мидхат страница 3
İki kadından birisi hakkında verdiğimiz şu tarif ve genellemeyi aynıyla ve tamamıyla diğer kadın için de söyleyebilmek için saçlardaki beyazlar ve gözlerdeki kırışıklıklar engel sayılabilir. Eğer aralarındaki yirmi beş otuz seneden oluşan fark olmasaydı, bu kadınlar ikiz doğmuş diye düşünecek kadar aralarında bir benzerlik bulabilirdik.
İkincisi, birincisinden rahat rahat yirmi beş yaş kadar daha genç olmasına rağmen bu kadınların ikisi de aynı tipte elbise giymişlerdi. Ama öyle genç ve taze kadınlarla aynı tipte elbise giydiğinden dolayı ak saçlı kadını yermekte acele etmeyiniz. Belki elli yaşındaki kadınlar gibi giyindiği için genç kadın hakkında şaşkınlığa düşmeniz daha yerinde olur.
İki kadının ikisi de tepeden tırnağa kadar siyahlar giyinmişlerdi. Ama gerçekten tepeden tırnağa kadar! Şapkalar siyah, bunların üzerindeki dantelalar, boncuklar, çiçekler siyah; peçeler siyah, elbiseler siyah, eldivenler, yelpazeler, şemsiye, potinler siyah, hepsi siyah!
Demek ki yas ve matem kıyafetindeydiler.
Pek iyi bilemezsek de hemen, onun gibi bir şeydir diyebiliriz.
Bunlar Sen Nehri’nin sağ kıyısından sol kıyısına doğru geçerlerken karşı taraftan gayet şık giyinmiş bir delikanlı, bu iki kadına bakarak kim olduklarını tanıdıktan sonra kendinden emin bir tavır ve memnuniyetle yanlarına sokuldu.
Bu delikanlı uzun boylu, oldukça zayıf, kırmızı saçlı, kırmızı bıyıklı ve kırmızıya çalan sarı gözlü, sivri çene ve sivri burunlu, büyük ağızlı, epeyce çirkin bir adamdı. Fakat o kadar güzel giyinmiş ve süslenmişti ki bütün dünya yüzündeki kadınların bu şıklığa vurulmayacaklarını bilse, düpedüz üzüleceği kibirli tavrından anlaşılabilirdi.
Delikanlı, iki kadına dört adım kadar yaklaştığında şapkasını çıkararak son derece saygı ve nezaketle ikisini de selamladı. Yaşlıca kadın hafifçe bir baş eğişiyle selamı aldıysa da, genç kadın asla karşılık verme eseri göstermeyerek dimdik duruşunu bozmadı.
Kadının bu tavrından elbette alınarak kırılmış bulunan delikanlı, kır saçlı kadından bakışlarını çevirerek genç kadının yanına sokulup ve bir kez daha selamlayarak dedi ki:
“Stefani! Nazınız, inadınız daha ne zamana kadar devam edecek?”
Genç kadın hiçbir cevap vermeyip, onun yerine yaşlı kadın kim bilir hangi sebepten dolayı, korkusundan titreyerek dedi ki:
“Leon! Rica ederim gelenlere geçenlere karşı bizi rahatsız etmeyiniz! Bizi herkesin meraklı bakışlarına hedef yapmayınız!”
“Sizinle hiçbir alıp veremediğim yoktur Madam Tonak. Fakat kızınızla görülecek ve halledilecek hesabım vardır. Ben de saygın bir ailenin çocuğuyum. Hakkımda gösterilen bunca hakareti neden hak etmiş olayım?”
“Kızım sizi hiçbir zaman aşağılamamıştır. Özellikle de şu günler bizim uğursuz günlerimizden olduğundan…”
“Kocanız Pol Tonak için günlerden hiçbirisi uğursuz günlerden değildir. Biz çok iflaslar görmüşüzdür ki, halkın hakkı olan milyonlara sahip olmak için özellikle ayarlanmışlardır.”
“Aa! Mösyö Löpen! Sizden bu sözü de mi işitecektik?”
Bu kez genç kız da söz söylemeye cesaret buldu. Dedi ki:
“Anacığım! Sen bu türden sözleri daha ilk defa işitiyorsun da şaşakalıyorsun.”
Leon dedikleri delikanlı hâl ve tavrıyla kızın sözünü engellemeye çalışarak dedi ki:
“Annenize masal okuyacak bir yerde değiliz, Matmazel! Demin sorduğum soruya cevap verecek misiniz!? Aşağılamalarınızın sonu ne zaman gelecek?”
Leon bu sözleri söylerken isminin Stefani olduğunu yine kendisinden işittiğimiz kızın ta burnuna kadar sokulmuştu. Aynı şekilde isminin Madam Tonak olduğunu kendisinden öğrendiğimiz yaşlı kadın, böyle bir aksi tesadüften fazlasıyla sıkılarak büyük bir heyecanla etrafına bakmaya ve kurtuluş yeri arıyormuş gibi tavırlar göstermeye başladı.
Eyvah ki bulundukları yer bir köprü üstüydü. Yolun ilerisini de Leon kesmiş olduğundan geriye dönmekten başka çıkar yol yoktu.
Stefani, Leon’un ikinci sorusuna da cevap vermedi. Madam Tonak, kızının kolundan tutup geriye çektiğinden ikisi de geldikleri yere doğru beraberce hareket ettiler. Fakat Leon birkaç iri ve hızlı adımla bu taraftan da yollarını kesti ve kadınları tekrar sıkıştırmaya başladı.
Bu dakikadaydı ki orta boylu, tıknazca vücutlu, esmer yüzlü, oldukça kara kaşlı, kara gözlü ve ince, kara bıyıklı diğer bir delikanlı daha ortaya çıkıverdi. Bu delikanlı yirmi beş yirmi altı yaşlarında olduğu tahmin olunabilir ve hele ilk bakışta yüzünün pek sevimli bir yüz olduğu gözlerin dikkatinden gizli kalamazdı. Elbisesi oldukça sade; fakat pek yakışıklı olup, başında ise sadece bir siyah kurdele ile süslenmiş sıradan bir hasır şapka vardı.
Esmer delikanlı kendine özgü bir yiğitlikle gelip elini Leon’un omzuna koyarak korkusuz ve hiçbir şeyden çekincesi olmayan bir adam tavrıyla sordu:
“Efendi! Affedersiniz ama bu kadınları rahatsız etmek hakkına hangi sebeple sahipsiniz?”
Delikanlının bu atılışından Leon hem şaşkınlığa düştü hem de sinirlendi. Sordu:
“Efendi, siz kim oluyorsunuz?”
“İsmim Andre Gocafo’dur. Kalemimle yaşar; fakat korunmaya muhtaç olan mazlumları gördüğüm zaman kalemden iyi kılıç kullanır bir adamım.”
Leon, büyük bir şaşkınlıkla Madam Tonak’ın yüzüne baktı. Madam Tonak olanca korkulu tedirginliğiyle dedi ki:
“Bu isim bizce hiçbir şekilde bilinmemektedir.”
Leon, kadınları bırakıp isminin Andre Gocafo olduğunu kendi ifadesinden anladığımız esmer delikanlının yanına sokulup dedi ki:
“Saldırıda beni haksız görüyorsanız, savunmakta size hak veren nedir?”
“İnsafım!”
“Vay! Herkes insafına, arzusuna, keyfine göre mi hareket edecek?”
“İşte öyle hareket edemeyeceği için sizi bu davranışınızdan alıkoymak istiyorum ya! Ben gevezeliği sevmem Mösyö! Lafın azlığından, yapılacakların çokluğundan ve özellikle de çabukluğundan hoşlanırım. Âciz ve zayıf kadınları bırakınız da sohbetimizi