Kuzin Bette. Оноре де Бальзак
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kuzin Bette - Оноре де Бальзак страница 22
![Kuzin Bette - Оноре де Бальзак Kuzin Bette - Оноре де Бальзак](/cover_pre1271404.jpg)
Tercümesi imkânsız olan, kullanmaya başladığınız bu İtalyanca “Brio” kelimesi ilk eserlerin vasfıdır. Bu, genç istidadın canlılığının, sonraları bazı mesut saatlerde bulunan canlılığın ve ateşin cesaretinin meyvesidir lakin bu Brio o saatlerde sanatkârın kalbinden çıkmaz; bununla beraber bu Brio, bir volkanın ateşlerini fışkırttığı gibi sanatkârı eserine saldırtacak yerde, sanatkâr ona tabi olur. Onu bazı vesilelere, sevdaya, rekabete, çoğu zaman kine ve bundan da ziyade edinilmiş şöhretin muhafazası için mecbur kalınan bazı gerekçelere borçludur.
Wenceslas’ın heykeli müstakil eserlerine nispetle, Mariage de la Vierge, Raphael’in bütün eserleri içinde neyse oydu; bu, çocukluk neşesiyle, hoşa giden bütünlüğüyle, annenin gülüşlerinin aksisedası gibi olan gamzelerle yer yer çukurlaşmış pembe, beyaz tenler altında gizli kuvvetiyle istidadın taklit edilmez bir zarafet içinde attığı ilk adımdır. Söylendiğine göre, Prens Eugene, Raphael’in tablolarından mahrum bir memleket için bir milyon değeri olan bu tabloya dört yüz bin frank vermiş. Onunla beraber, sanat bakımından kıymeti daha yüksek fresklerin en güzeline bu kadar para verilmezdi.
Hortense, harçlıklarından biriktirdiği parayı düşünerek hayranlığını gizledi, lakayt bir tavır takındı, tacire “Fiyatı ne bunun?” diye sordu.
Tacir, bir köşede bir taburede oturan delikanlıya bir göz işareti yaparak “Bin beş yüz frank.” diye karşılık verdi.
Bu delikanlı, Baron Hulot’nun bu canlı şaheserini görünce şaşkına döndü. Önceden haberi olan Hortense, o zaman sanatkârı ızdırapla sararmış yüzünün ifadesini başkalaştıran kırmızılıkla tanıdı. İki kurşuni gözde, sualiyle ateş çakan iki kıvılcımın parıldadığını gördü. Çile çeken bir rahibin yüzü gibi zayıf ve çekik olan bu yüze baktı; pembe ve hatları düzgün ağzına, zarif, mini mini çenesine, Slav’ın ipek lifleri gibi yumuşak kumral saçlarına hayran oldu.
“Eğer bin iki yüz franga olsaydı…” dedi. “Onu evime göndermenizi söyleyecektim.”
“Antika bu matmazel.” demekle tacir, bütün meslektaşları gibi, bu antikacı raconuyla her şeyi hallettiğini sanmıştı.
Genç kız mülayim bir eda ile “Affedersiniz mösyö.” diye karşılık verdi. “Heykel bu yıl yapılmıştır, zaten ben de bu fiyata razı olduğunuz takdirde, sanatkârı bize yollamanızı rica etmek için geliyorum çünkü kendisine oldukça mühim bazı siparişler buluruz belki.”
Dükkân sahibi babayanilikle “Bu bin iki yüz frangı ona verirsem…” dedi. “Bana ne kalacak? Ben tacirim.”
Genç kız istihzalı bir ifade ile “Evet, öyle ya!” dedi.
Livonyalı kendinden geçerek “Ah matmazel, siz alınız, ben tacirle anlaşırım!” diye bağırdı.
Hortense’ın harikulade güzelliğine, onda gördüğü sanat aşkına vurularak ilave etti: “Bunu ben yaptım; on gündür, günde üç defa kıymetini anlayacak birinin çıkıp çıkmadığını anlamak için geliyorum. Siz benim ilk hayranımsınız, alınız!”
“Mösyö, tacirle birlikte bir saat sonra geliniz. İşte, babamın kartı.” diye Hortense karşılık verdi.
Sonra, tacirin eseri bir beze sarmak için küçük bir odaya girdiğini görünce kendini rüyada sanan sanatkârı hayrete düşürerek alçak sesle şunları söyledi:
“Mösyö Wenceslas, istikbalinizi düşünerek Matmazel Fischer’e bu kartı göstermeyiniz, heykeli satın alanın da adını söylemeyiniz çünkü o bizim kuzinimizdir.”
Bu, “bizim kuzinimiz” sözü sanatkârın başını döndürdü. Yeryüzündeki Havvalarından birini görerek gözünde cennet canlandı. Hortense nasıl kuzininin âşığını hayal etmişse o da Lisbeth’in kendisine sözünü ettiği kuzinini öyle hayal etmişti. Hortense dükkâna girdiği zaman “Ah!” diye düşünmüştü. “Eğer o da böyle ise?..” İki âşığın bakışlarında sanki alev parladı çünkü faziletli âşıklarda en küçük bir riyakârlık bile yoktur.
“Eee, içeride ne yapıyorsun?” diye baba kızına sordu.
“Biriktirdiğim bin iki yüz frangımı harcadım, gel.”
“Bin iki yüz frank mı?” diye tekrarlayan babasının koluna girdi. “Hatta bin üç yüz. Ama üstünü sen tamamlayacaksın!”
“Peki, bu dükkânda neye bu kadar parayı harcayabildin?”
“Ah, bak!” diye mesut genç kız karşılık verdi. “Ya, bir koca buldumsa pahalı der misin?”
“Kızım, bu dükkânda bir koca buldun ha?”
“Dinle babacığım, beni büyük bir sanatkârla evlenmekten meneder miydin?”
“Hayır, yavrum. Büyük bir sanatkâr bugün unvansız bir prens demektir. Şöhret ve servet…” İkiyüzlü bir eda ile “Faziletten sonra en büyük iki içtimai muvaffakiyettir.” diye ilave etti.
“Tabii…” dedi Hortense. “Heykeltıraşlık hakkında ne düşünüyorsun?”
Hulot başını salladı:
“Pek kötü bir iş.” dedi. “Büyük bir istidattan başka, büyük himayeler de lazım çünkü onun en büyük müstehliki devlettir. Bugün artık büyük şahsiyetler, büyük servetler, saraylar, ‘majorat’lar10 bulunmadığı için mahreci olmayan bir sanattır. Evlerimizde ancak küçük tablolara, küçük figürlere
10
Majorat: Asalet unvanına eklenen ve onunla birlikte vârise (genellikle en büyük oğul) aktarılan devredilemez mülk.