Savaş ve Barış II. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış II. Cilt - Лев Толстой страница 7
Barışın yararlarını övmek ve imkânlarını araştırmak için değil de yalnızca haklı ve güçlü olduğunu, Aleksandr’ın hatalarını ve haksızlıklarını göstermek için konuştuğu belliydi.
Konuşmaya başlarken durumunun üstünlüğünü belirtmek ama yine de görüşmelerin başlamasını kabul ettiğini açıklamak amacını güttüğü açıktı. Ama konuştukça söyledikleri, kontrolden daha çok çıkmaya başlamıştı.
Konuşmasının şimdiki amacı ise kendisini yüceltmek ve Aleksandr’ı küçük düşürmekti, yani konuşmaya başlarken yapmak istediği şeyin tam tersiydi şüphesiz.
“Türklerle barış yaptığınız söyleniyor, öyle mi?”
Balaşef, “evet” der gibi başını eğdi:
“Barış yapıldı…” diye başladı.
Ama Napolyon sözünü kesti. Yalnızca kendi sözlerini dinlemek ihtiyacını duyduğu belliydi. Şımarmış insanların kontrolsüz belagati ve heyecanıyla devam etti:
“Evet biliyorum; Moldavya’yı, Valaşi’yi almadan Türklerle barış yaptınız. Oysa ben Finlandiya’yı verdiğim gibi bu bölgeleri de İmparator’unuza verebilirdim. Evet, Moldavya ve Valaşi’yi İmparator Aleksandr’a vermek konusunda sözüm vardı ve verebilirdim ama şimdi bu güzel bölgeleri elde edemeyecek. Oysa imparatorluğuna katabilirdi onları ve tek bir saltanat altında Rus sınırlarını, Botni Körfezi’nden Tuna ağzına kadar genişletebilirdi. Büyük Katerina daha fazlasını yapamazdı…” diye devam etti Napolyon.
Gittikçe kızışarak odada dolaşıyor ve Tilsit’te, Aleksandr’a söylediklerini kelimesi kelimesine tekrarlıyordu Balaşef’e.
“Tout cela il aurait dû à mon amitié. Ah! Quel beau règne, quel beau règne!”21 dedi ardı ardına. Durakladı, cebinden altın bir enfiye kutusu çıkardı ve açgözlülükle bir tutam çekti. “Quel beau règne aurait pu être celui de l’Empereur Alexandre!”22
Acıyarak baktı Balaşef’e ve bir söz söylemesine izin vermeden hemen yeniden konuşmaya başladı:
“İstediği ve aradığı ne olabilir ki benim dostluğumda bulmasın onu?” dedi omuz silkerek. “Ama çevresine düşmanlarımı topladı, hem de hangilerini? Steinleri, Armfeldtleri, Bennigsenleri, Wintzingerodeleri çağırdı yanına. Stein, ülkesinden kovulmuş bir haindir; Armfeldt, bir sefih ve dalaverecidir; Wintzingerode, kaçak bir Fransız uyruğu… Benningsen ötekilerden biraz daha fazla askerdir ama 1807’de elinden hiçbir şey gelmemiş olan ve İmparator Aleksandr’da korkunç anılar uyandırması gereken bir acizdir. Bir şey yapabilselerdi, yararlanılabilirdi onlardan.” diye devam etti Napolyon, haklı ya da güçlü olduğunu (Onun gözünde, bu ikisi aynı şeydi.) kendisine gösteren yığın yığın delili dile getirecek kadar hızlı konuşamadan. “Ama böyle bir durum da yok, bu adamlar ne savaşa ne barışa yarar! Barclay, hepsinden becerikli diyorlar ama ilk davranışlarına bakarak böyle bir şey söyleyemem. Peki ne yapıyor bunlar, bütün bu saray mensupları? Pfuhl teklif ediyor, Armfeldt tartışıyor, Benningsen araştırıyor ve Barclay’a gelince harekete geçmesi istendiğinde hangi tarafı tutacağını bilmiyor ve zaman geçiyor. Yalnızca Bagration bir savaş adamıdır. Kalın kafalıdır ama tecrübelidir, hemen görür ve karar verir. Bu güruh arasında Genç İmparator’unuz ne gibi bir rol oynuyor? Bu adamlar onu lekeliyorlar ve olup bitenlerin sorumluluğunu ona yüklüyorlar. Un souverain ne doit être à l’armée que quand il est général.”23 diye sözlerini bitirdi.
Son cümleyi İmparator’a doğrudan doğruya açıklanmış bir meydan okuma gibi söyledi.
“Harekât başlayalı bir hafta oldu, Vilno’yu savunmasını bilemediniz. İkiye bölündünüz ve iki Polonya eyaletinden geri atıldınız. Ordunuz sızlanıyor.”
Kendisine söylenenleri zar zor kavrayabilen ve havai fişekleri andıran bu sözleri güçlükle izleyen Balaşef “Tam tersine, sire…” dedi. “Birliklerimiz büyük bir sabırsızlıkla…”
“Her şeyi biliyorum…” diye sözünü kesti Napolyon. “Her şeyi biliyorum, taburlarınızın sayısını benimkileri bildiğim gibi kesin olarak biliyorum. İki yüz bin askeriniz yok, bende ise üç misli kadarı var; şerefim üzerine söylüyorum…” diye de ekledi, verdiği şeref sözünün hiçbir değeri olamayacağını unutarak… “Je vous donne ma parole d’honneur que, j’ai cinq cent trente mille hommes de ce côté de la Vistule.24 Türkler, size yardım edemezler! Bir işe yaramaz onlar ve bunu sizinle barış yaparak gösterdiler. İsveçlilerin alın yazısı da deli krallar tarafından yönetilmektir. Kral deliydi, değiştirdiler ve bir başkasını tahta getirdiler: Bernadotte’u. O da hemen çıldırdı çünkü bir İsveçli ancak deliyse Rusya ile ittifak yapabilir.”
Napolyon kötü kötü gülümsedi ve enfiye kutusunu yeniden burnuna götürdü.
Bu sözlere karşı çıkmak istiyordu Balaşef, konuşmak istediğini belirtip duruyor ama Napolyon fırsat vermiyordu ona. İsveçlilerin deliliği konusunda Balaşef, bu ülkenin arkasında Rusya olduğu zaman bir ada sayılabileceğini söylemek istedi. Ama Napolyon öfkeyle haykırdı onun sesini bastırmak için. Haklı olduğunu kendine kanıtlamak isteyen bir kimsenin durup dinlenmeden konuşmasına yol açan bir taşkınlık içindeydi. Balaşef’in durumu güçleşiyordu: Elçi olarak itirazlarda bulunmayarak görevini gerektiği gibi yerine getirmemekten endişeleniyordu; insan olarak da Napolyon’un, pençesine düşmüş olduğundan şüphelenilmeyecek olan gereksiz öfkesi karşısında manen büzülüyordu. Napolyon’un şu anda söylediklerinin önemli olmadığını, yatışınca bunlardan utanacağını biliyordu. Başı öne eğik, onun titreyen kalın bacaklarına bakıyor ve onunla göz göze gelmekten kaçınıyordu.
“Sizin müttefiklerinizin ne önemi var?” diye devam etti Napolyon. “Benim de müttefiklerim var: Polonyalılar. Seksen bin asker, aslanlar gibi dövüşüyorlar. Sayıları iki yüz bine çıkacak.”
Ve belki de bu sözle bir yalan söylemiş olmasına ve Balaşef’in başına gelene razı olmuş gibi karşısında durmasına daha da sinirlenerek birden geri döndü, ona iyice yaklaştı ve beyaz elleriyle enerjik ve hızlı hareketler yaparak neredeyse avazı çıktığı kadar bağırdı:
“Prusya’yı üzerime sürmeye kalkarsanız, bu ülkeyi haritadan sileceğimi bilin…” dedi öfkeden bembeyaz kesilmiş olarak ve ufacık ellerinden birini hızla ötekine vurarak. “Evet, sizi Dvina’nın, Dinyeper’in ötesine atacağım ve Avrupa’nın büyük bir cürüm işleyerek ve körcesine davranarak yıktığı seddi, size karşı yeniden kuracağım. Evet, sizi bekleyen bu işte, benden uzaklaşarak kazandığınız şey bu!”
Omuzlarını sarsarak birkaç adım attı. Enfiye kutusunu yeleğinin
21
“Bütün bunları benim dostluğuma borçlu olacaktı. Ah! Ne şahane bir saltanat, ne şahane bir saltanat!”
22
“İmparator Aleksandr’ın saltanatı ne şahane bir saltanat olabilirdi!”
23
“Bir hükümdar ancak generalse orduda bulunmalıdır.”
24
“Şerefim üzerine söylüyorum ki Vistül’ün bu yakasında beş yüz otuz bin askerim var.”