Savaş ve Barış II. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış II. Cilt - Лев Толстой страница 8
Balaşef sözünü bitirince Napolyon enfiye kutusunu yeniden çıkardı, bir tutam çekti ve işaret olarak ayağıyla parkeye iki kere vurdu. Kapı açıldı; saygıyla iki büklüm olmuş bir mabeyinci, şapkasını ve eldivenlerini uzattı İmparator’a; bir başkası da mendilini verdi. Napolyon onlara bakmaksızın Balaşef’e döndü.
“Benim adıma, geçmişte olduğu gibi şimdi de kendisine sadık olduğumu İmparator Aleksandr’a iletiniz. Kendisini çok iyi tanır ve yüksek niteliklerini çok takdir ederim. Je ne vous retiens plus, Général, vous recevrez ma lettre à l’Empereur.”26
Ve Napolyon hızla kapıya yöneldi. Salonda bulunanların hepsi, merdivenlerden aşağıya koşuştular.
VII
Balaşef; Napolyon’un bütün söylediklerinden, öfkelenmelerinden ve soğuk bir şekilde söylenen “Je ne vous retiens plus, Général, vous recevrez ma lettre!” sözlerinden sonra; İmparator’un kendisini görmek istemeyeceğinden ve üstelik, küçük düşürülmüş ve özellikle yakışık almaz davranışlarına şahit olmuş bir elçi olarak da kendisinden kaçınacağından şüphe duymuyordu. Ama aynı gün, Duroc tarafından, İmparator’un masasına davet edilince şaşırdı.
Yemekte Bessière, Caulaincourt ve Berhier vardı.
Napolyon, neşeli ve güleç bir yüzle karşıladı Balaşef’i. Sabahki öfkesinden ötürü zerre kadar sıkıntı ya da pişmanlık duymuyordu ve üstelik Balaşef’in sıkıntısını da gidermeye çalışıyordu. Napolyon’un hiçbir zaman aldanmadığından uzun süredir emin olduğu ve bütün yaptıklarını, iyilik ya da kötülük kavramıyla ilişkisi bakımından değil de kendisi yaptığı için iyi olarak gördüğü besbelliydi.
İmparator, kalabalıkların kendisini coşkuyla karşıladığı ve izlediği Vilno’daki bu at gezintisinden sonra çok neşeliydi. Geçtiği bütün caddelerde pencereler, halılarla, bayraklarla ve armasıyla donatılmıştı ve Polonyalı hanımlar, mendillerini sallayarak selamlıyorlardı onu.
Balaşef’i yanına oturtmuştu ve sadece nezaket göstermiyor; onu, kendi saray mensuplarından, tasarılarını doğru bulan ve başarılarından sevinç duyanlardan biri olarak sayıyormuş gibi davranıyordu. Bir ara, Moskova’dan söz etti ve Balaşef’e, Rus başkenti konusunda sorular sordu. Hem görmeyi tasarladığı bir yer konusunda bilgi edinen meraklı bir yolcu hem de Rus olduğu için Balaşef’in bu meraktan gurur duyması gerektiğine inanıyormuş gibi soruyordu bu soruları.
“Moskova’da kaç kişi yaşıyor, kaç ev var? Bu kente ‘Kutsal Moskova’ dendiği doğru mu? Kaç kilise var?” dedi Napolyon.
İki binden fazla olduğu söylenince yeniden sordu:
“Niçin bu kadar çok kilise var?”
“Ruslar çok dindardır…” dedi Balaşef.
“Zaten, kilise ve manastır sayısının çokluğu geri kalmış halklara özgü bir şeydir…” dedi Napolyon, doğrulaması için Caulaincourt’a bakarak.
Balaşef, nazik bir şekilde, Fransa İmparatoru’nun görüşüne katılmadığını belirtti.
“Her ülkenin kendine özgü töreleri vardır…” dedi.
“Ama Avrupa’da böyle bir şey yok…” diye cevap verdi Napolyon.
“Özür dilerim Majestelerinden ama Rusya’nın yanı sıra İspanya var; kiliseler ve manastırlar, orada da aynı ölçüde çoktur.”
Fransızların İspanya’daki son yenilgisine telmih olan bu sözler, kendisi anlattığı zaman Aleksandr’ın sarayında çok beğenilmiş ama sessizce geçiştirildiği Napolyon’un masasında ilgi uyandırmamıştı.
Sayın mareşallerin ilgisizlik ve şaşkınlık okunan yüzlerinden, Balaşef’in ses tonuyla belirginleştirdiği bu sözün iğneleyici yanının neresi olduğunu kendilerine sordukları belli oluyordu. Yüzleri, “Bu sözlerde bir incelik varsa bile anlayamadık ve hiç de esprili değil bunlar.” der gibiydi. Balaşef’in cevabı o kadar önemsenmedi ki Napolyon dikkat bile etmedi ona ve Moskova’ya doğrudan giden yolun hangi kentlerden geçtiğini safça sordu. Yemek boyunca diken üzerinde oturan Balaşef, “Comme tout ehemin mène à Rome, tout chemin mène à Moscou…”27 dedi.
Birçok yol olduğunu, bunlardan birinin Poltava’dan geçen ve XI. Charles’ın seçtiği yol olduğunu söyledi ve taşı gediğine koymuş olmanın verdiği hoşnutlukla yüzünün kızarmasını engelleyemedi. Ama henüz “Poltava” demişti ki Caulaincourt, Petersburg-Moskova yolunun kötülüğünden söz etmeye, Petersburg anılarını anlatmaya koyuldu.
Yemekten sonra, kahve içmek için Napolyon’un çalışma odasına geçtiler; burası dört gün önce Aleksandr’ın çalışma odasıydı. Napolyon oturdu, Sevres fincanı içindeki kahvesini hafifçe kımıldatarak Balaşef’e, yanında bir yer işaret etti.
İnsanda öğle yemeği sonrasında duyulan malum bir keyif vardır ki onu kendisinden memnun olmaya, herkesi dost saymaya makul bütün sebeplerden daha kuvvetli zorlar. Napolyon da bu ruh hâli içindeydi. Kendisine tapan insanlarla çevrili olduğunu sanıyordu. Masasında yemek yedikten sonra Balaşef’in de kendi dostu ve hayranı olduğundan şüphe duymuyordu. Tatlı ve hafifçe şakacı bir tebessümle Balaşef’e döndü.
“İmparator Aleksandr’ın odasıymış burası, öyle dediler. Garip değil mi General?” dedi.
Aleksandr’dan daha üstün olduğunu gösteren bir delil olduğu için bu sözü Balaşef’in hoşuna gideceğini bilerek söyler gibiydi.
Balaşef, buna bir karşılık bulamadı ve başını öne eğdi.
“Evet, dört gün önce Wintzingerode ve Stein danışma hâlindeydiler bu odada…” diye devam etti Napolyon, aynı alaycı ve kendinden emin tebessümle. “İmparator Aleksandr’ın, çevresine benim düşmanlarımı toplamasını aklım almıyor. Bunu anlayamıyorum… Benim de aynı şeyi yapabileceğimi düşünmedi mi?”
Bunu hatırlaması, henüz izleri silinmemiş olan sabahki öfkesini yeniden duymasına yol açmıştı şüphesiz.
“Bunu yapacağımdan şüphesi olmasın…” dedi ayağa kalkarak ve kahve fincanını iterek. “Almanya’dan bütün akrabalarını kovacağım; Wurtembergleri, Badeleri, Weimarları… Evet, kovacağım onları. Onlara sığınacak yer arasın Rusya’da!”
Balaşef, ayrılmak istediğini davranışıyla göstermek isteyerek başını önüne eğdi. Başka bir şey yapamadığı için söylenenleri dinliyordu. Napolyon, onun bu davranışını fark edemedi; karşısındakine, sanki düşmanın elçisi değil de şimdi kendisine bütün varlığıyla bağlanmış olan ve eski efendisinin küçük düşürülmesinden memnuniyet duyan bir kimseymiş gibi hitap ediyordu:
“Ordularının komutasını niçin üzerine aldı İmparator Aleksandr? Neye yarar bu? Savaş benim mesleğimdir, onunki hüküm sürmektir,
26
“Sizi alıkoymayayım General, İmparator’a götüreceğiniz mektubumu alacaksınız.”
27
“Bütün yollar Roma’ya çıktığı gibi bütün yollar Moskova’ya da çıkar…”