Savaş ve Barış II. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış II. Cilt - Лев Толстой страница 10
“Yanında bulunmaması gereken kim? Ha? Bakıyorum konuşmuşsunuz! Ha?”
“Efendim, yargılamak istemiyorum…” dedi Prens Andrey hırçın ve sert bir şekilde. “Ama bu sözü siz açtınız ve ben de Prenses Mariya’nın değil, bu Fransız kadının kabahatli olduğunu söyledim ve söyleyeceğim…”
“Demek yargıladın! Suçlu buldun beni ha!” dedi İhtiyar Prens alçak sesle.
Ve Prens Andrey onun utandığını sandı ama birden ayağa fırladı, haykırdı ihtiyar:
“Defol! Defol! Bir daha gözüm görmesin seni!..”
Prens Andrey hemen ayrılmak istedi ama Prenses Mariya, bir gün daha kalmasını rica etti. O gün, ortada görünmeyen Matmazel Bourienne ile Tihon’dan başka kimseyi yanına almayan ve gidip gitmediğini birçok kere soran babasını görmedi. Ertesi gün ayrılmadan önce Prens Andrey, oğlunun yanına gitti. Annesi gibi kıvırcık saçlı olan gürbüz oğlan, kucağına oturdu. Prens Andrey de Mavi Sakal masalını anlatmaya başladı ona ama bitirmeden düşüncelere daldı. Dizlerindeki bu güzel çocuğu, oğlunu değil; kendini düşünüyordu. Babasını sinirlendirmesinden ötürü pişmanlık duyup duymadığını anlamaya çalışıyor ama içinde böyle bir şey veya ondan ayrıldığı için bir esef duygusu bulamıyordu. (Hayatında ilk defa arası bozuluyordu onunla.) Daha da kötüsü, küçük çocuğu okşarken ve dizlerine alırken yeniden duyacağını umut ettiği eski sevgisini boş yere arayıp durmasıydı.
“E hadi anlat…” diyordu oğlu.
Prens Andrey, bir şey demeden dizlerinden indirdi onu ve odadan çıktı.
Günlük uğraşlarını bıraktıktan ve özellikle mutlu olduğu zamanlardaki yaşam şartlarına döndükten sonra Prens Andrey, daha önce olduğu kadar güçlü bir tiksinti duymuştu yaşamaya karşı ve bu anılardan kaçıp en kısa zamanda bir uğraş bulmak için acele ediyordu.
“Gerçekten gidiyor musun Andrey?” diye sordu kız kardeşi.
“İyi ki gidebiliyorum!” dedi Prens Andrey. “Senin de böyle yapamamana esef ediyorum.”
“Niçin böyle diyorsun?” diye haykırdı Prenses Mariya. “Bu korkunç savaşa katılmak için giderken ve onun bu kadar yaşlanmış olduğu bir zamanda, niçin şimdi söylüyorsun bunu? Matmazel Bourienne, seni sorduğunu söyledi.”
Bu konuya değinir değinmez Prenses’in dudakları titredi ve gözlerinden yaşlar boşandı. Olduğu yerde dönüp odayı arşınlamaya başladı Prens Andrey.
“Ah Tanrı’m, Tanrı’m! Ne aşağılık insanlar! Başkalarının mutsuzluğuna yol açıyorlar!” dedi, Prenses Mariya’yı korkutan bir hınçla.
Küçük gördüğü bu aşağılık insanlardan söz ederken huzurunu kaçıran Matmazel Bourienne’in yanı sıra mutluluğunu yıkan adamdan da söz ettiğini anlamıştı Prenses Mariya.
“Andrey, yalvarıyorum sana, bir tek şey rica ediyorum.” dedi kardeşinin dirseğini tutarak ve gözyaşları içinde parıldayan gözlerle bakarak. “Anlıyorum seni… Başını önüne eğdi. İnsanların mutsuzluğuna başka insanların neden olduğunu sanma. İnsanlar, Tanrı’nın elinde birer araçtırlar.”
Bir portrenin bulunduğu bilinen yere çevrilen kendinden emin bakışlardan biriyle Andrey’in başının biraz üzerine baktı.
“Acılar bize, onun tarafından gönderilmiştir; insanlar tarafından değil. İnsanlar onun elindeki araçlardır ve suçlu değillerdir. Birisinin sana karşı suç işlediğine inanıyorsan unut ve bağışla. Ceza verme hakkımız yok bizim. O zaman bağışlamanın mutluluğunu anlayacaksın!”
“Kadın olsam yapardım bunu Mariya. Kadınların erdemidir bu. Ama bir erkek unutmamalıdır ve bağışlamamalıdır ve böyle yapamaz.” dedi.
Ve o ana kadar Kuragin’i düşünmemiş olduğu hâlde intikamı alınmamış hınç, yüreğinde ansızın kabardı. Prenses Mariya, beni bağışlamaya yöneltmek istediğine göre çoktan cezalandırmam gerekirdi… dedi kendi kendine. Ve daha fazla konuşmayarak Kuragin’le karşılaşacağı büyük öfke anını düşünmeye başladı. (Onun orduda olduğunu biliyordu.)
Prenses Mariya, bir gün daha kalmasını rica etti kardeşinden; Andrey kendisiyle barışmadan giderse babasının ne kadar mutsuz olacağını bildiğini söyledi. Ama Prens, kısa bir zaman sonra ordudan geri dönebileceğini; babasına yazmaktan geri kalmayacağını ve burada daha fazla kalırsa aralarının daha da bozulabileceğini belirtti.
“Adieu, André! Rappelczvous que les malheurs viennent de Dieu et que les homines ne sont jamais coupables.”30
Ayrılırken kız kardeşinden duyduğu son sözler, bunlar oldu.
Başka türlü olamazdı… diye geçiriyordu içinden Prens Andrey, Lisi Gori’nin ağaçlık yolunu geride bırakırken. Zavallı ve masum kız, çocuklaşmış bir ihtiyarın pençesinde. Babam suçlu hissediyor kendisini ama değişemez. Benim oğlan, bütün ötekiler gibi aldatan ya da aldatılan olacağı bu hayattan memnun büyüyor. Orduya gidiyorum ama niçin? Bilmiyorum ve küçümsemediğim bir insanla, ona, beni öldürmek ya da maskara etmek fırsatı vermek için karşılaşmak istiyorum! Eskiden de hayatının ögeleri aynıydı ama birbiriyle uyum içindeydiler o zamanlar, şimdi ise her şey çözülüp dağılıyordu. Yalnızca aralarında hiçbir bağ bulunmayan, anlamdan yoksun görüntüler geçiriyordu kafasından.
IX
Prens Andrey, ordu genel karargâhına haziran ayı sonunda geldi. İmparator’un bulunduğu birinci ordu birlikleri, Drissa’daki tahkim edilmiş ordugâhtaydı; ikinci ordununkiler ise birinciye ulaşmaya çalışarak geri çekiliyordu ve iki kuvvetin arasına sayıları kabarık yabancı birliklerin girmiş olduğu söyleniyordu. Harekâtın gelişiminden hiç kimse hoşnut değildi ama hiç kimse de Rus eyaletlerinin işgali tehlikesini düşünmüyor ve savaşın, Polonya’nın batı eyaletlerinin ötesine kayabileceğini aklına getirmiyordu.
Prens Andrey; yanında görevlendirildiği Barclay de Tolly’yi, Drissa kıyılarında yerleşmiş olarak buldu. Ordugâh yakınında hiçbir büyük köy, bir yerleşme yeri olmadığı için orduda bulunan çok sayıda general ve saray mensubu, on verst çapında bir alan içinde, ırmağın iki yakasında bulunan en iyi köy evlerine yerleşmişlerdi. Barclay de Tolly, İmparator’dan dört verst uzakta bir evde kalıyordu. Bolkonski’yi soğuk bir şekilde karşıladı ve görevini belirlemesi için İmparator’a başvuracağını ama bu arada kendi kurmayında yer alacağını söyledi. Prens Andrey’in orduda rastlamayı umut ettiği Anatol Kuragin, orada yoktu; Petersburg’daydı ve Bolkonski, bundan memnun oldu. Yürütülmekte olan büyük harekâtın içine girince ilgi duymaya başladı. Kuragin’i düşünmekten bir süre kurtulduğu için memnun olmuştu. Hiç kimsenin kendisini çağırmadığı ilk dört gün, tahkim edilmiş ordugâhı baştan aşağı gezdi ve hem kendi bilgilerinin hem de uzmanlarla yaptığı konuşmaların yardımıyla, kesin bir fikir edindi. Ama ordugâhın
30
“Güle güle Andrey! Mutsuzlukların Tanrı’dan geldiğini ve insanların hiçbir zaman suçlu olmadığını unutmayın.”