Grimm Masalları. Братья Гримм

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Grimm Masalları - Братья Гримм страница 37

Жанр:
Серия:
Издательство:
Grimm Masalları - Братья Гримм

Скачать книгу

ve demiş ki: “Bendeki altınlar yeterli ve hâlimden gayet memnunum. Şimdi bir efendi olarak sevgilimle evlenecek ve mutlu bir adam olacağım.”

      Ne var ki ısrarlara dayanamayıp arkadaşını memnun etmek için bir gün daha kalmış.

      Akşam, kuyumcu daha fazla altın taşıyabilsin diye omuzlarına bir çift çanta asmış ve tepeye giden yola çıkmış. Bir gün önce olduğu gibi küçük insanları şarkı söyleyip dans ederken görmüş. Yaşlı adam tekrar onları tıraş etmiş ve biraz daha kömür almalarını işaret etmiş. Kuyumcu da çantaları olabildiğince doldurmuş ve hâlinden oldukça memnun bir şekilde geri dönmüş.

      “Altın ağır gelse bile…” demiş. “Memnuniyetle buna katlanırım.”

      Nihayet, sabah son derece zengin bir adam olma hayaliyle uykuya dalmış. Gözlerini açınca ceplerini yoklamak için aceleyle kalkmış fakat siyah kömürlerden başka bir şey bulamayınca çok şaşırmış. “Nasıl olsa bir gün önceki altınlar hâlâ duruyor.” diye düşünerek gidip bakınca onların da kömüre dönüştüğünü görmüş ve hayrete düşmüş! Kirli, kara elleriyle alnına vurmuş ve o an tüm kafasının kel olduğunu fark etmiş. Aynı şekilde sakalı da gitmiş. Talihsizliği bununla da bitmemiş. Sırtındaki kambur kadar büyük bir kambur da göğsünün önünde çıkmış. Sonunda kuyumcu, açgözlülüğünün bedelini ödediğini anlamış ve bağıra çağıra ağlamaya başlamış. O sırada uyanan iyi terzi, elinden geldiğince mutsuz arkadaşını sakinleştirerek ona demiş ki: “Bu seyahat süresince bana arkadaşlık ettin, benimle kalıp servetimi paylaşacaksın.”

      Terzi, sözünü tuttuysa da zavallı kuyumcu hayatı boyunca iki kamburu taşımak ve kel kafasını da bir şapkayla kapatmak zorunda kalmış.

      Cin

      Bir zamanlar, her gün saray bahçesine yürüyüşe giden zengin bir kralın üç kızı varmış. Kral, her türden güzel ağaca çok düşkünmüş. Ancak bir tanesine öyle bir düşkünmüş ki biri dalından bir elma koparsa o kişinin yerin metrelerce altına girmesini diliyormuş. Ekin zamanı gelince bu ağaçtaki elmalar kan gibi kıpkırmızı olurmuş. Üç kız her gün ağacın altına gidip rüzgâr bir elma düşürmüş mü, düşürmemiş mi diye bakarlarmış. Ağacın kırılacak kadar elmayla dolup taşmasına ve dallarının yerlere sarkmasına rağmen toprağa düşmüş tek bir elma bile bulamazlarmış.

      Kralın en küçük kızının canı çok elma çekiyormuş, kız kardeşlerine: “Babamız bizi yer altına gönderemeyecek kadar çok seviyor, bence bize bir şey yapamaz.” demiş ve konuşurken irice bir elmayı koparmış. Sonra kız kardeşlerine koşarak: “Sadece tadına bakın kardeşlerim, hayatımda hiç bu kadar lezzetli bir şey tatmamıştım.” demiş. Diğer iki kardeş de elmanın birazını yer yemez üçü birden toprağın dibine batıvermişler.

      Öğlen olunca kral, kızlarını yemeğe çağırmak istemiş fakat onları hiçbir yerde bulamamış. Çok tasalanan kral, tüm ülkeye kızlarını her kim geri getirirse o kişinin kızlarından biri ile evlenebileceğini duyurmuş. Bunun üzerine pek çok genç delikanlı onları aramak için ülkeyi altüst etmiş fakat tek bir ize bile rastlayan olmamış. Ülkedeki herkes, kendilerine daima kibar davranan kızları çok severmiş.

      Üç genç avcı seyahat ederlerken içinde muhteşem odaların olduğu, şahane bir kaleye varmışlar. Odalardan birinde bir masa, üzerinde de hâlâ dumanı tüten sıcak ve leziz yiyecekler varmış. Fakat kalenin içinde tek bir insan bile görmemişler.

      Yarım gün orada bekledikleri hâlde yiyecekler hâlâ sıcak ve dumanı tüterek masada duruyormuş. Sonunda o kadar acıkmışlar ki oturup yemekleri yemişler ve sonra da bu kalede kalıp yaşamaya karar vermişler. İçlerinden kurayla çekilen biri evde kalacak, diğer ikisi de kralın kızlarını arayacakmış. Kura çekmişler ve kura yaşça en büyüklerine çıkmış, böylece ertesi gün daha küçük olan diğer ikisi kızları aramaya gittiğinde en büyükleri de evde kalmak zorundaymış.

      Öğlen, küçük mü küçük bir cüce gelmiş ve bir parça ekmek dilenmiş. Avcı, orada bulduğu ekmekten bir parça kesip tam cüceye verecekmiş ki adam ekmeği düşürmüş ve avcıya bir parça daha verip veremeyeceğini sormuş. Avcı yine aynısını yapmak üzereyken cüce onu bir sopa darbesiyle durdurmuş ve adamı saçından yakalayıp iyice dövmüş.

      Ertesi gün, ikinci avcı evde kalmış ama onun günü de pek iyi geçmemiş. Diğer ikisi akşam dönünce ona: “Günün nasıl geçti?” diye sormuşlar. O da büyük kardeşine başına gelenleri anlatmış ve birlikte talihsizliklerinden yakınmışlar ama en küçüklerine hiçbir şey dememişler. Onu sevmiyorlar ve çok saf olduğu için ona, Aptal Hans diyorlarmış.

      Üçüncü gün, en genç olanları evde kalmış ve tekrar küçük cüce gelip bir ekmek parçası dilenmiş. Genç ona ekmeği verince cüce önceki gibi onu düşürmüş ve tekrar bir parça verip veremeyeceğini sormuş. Sonra Hans, küçük cüceye: “Bu parçayı kendin niye almıyorsun ki? Eğer yiyeceğin ekmek için bu kadar sıkıntıya bile giremiyorsan ona sahip olmayı hak etmiyorsun demektir.” demiş. Cüce çok sinirlenip avcının bunu yapmak zorunda olduğunu söyleyince avcı yapmamış ve cüceyi bir güzel pataklamış. Sonra cüce acı içinde bağırarak: “Dur, dur; bırak gideyim, sana kralın kızlarının nerede olduğunu söyleyeceğim.” demiş.

      Hans, bunu duyunca cüceyi dövmeyi bırakmış. Cüce, kendisinin bir orman cini olduğunu; kendisi gibi binlercesinin bulunduğunu ve eğer kendisiyle gelirse ona kralın kızlarının nerede olduğunu gösterebileceğini söylemiş. Sonra Hans’a derin bir kuyu göstermiş fakat içinde hiç su yokmuş. Cin, Hans’ın diğer arkadaşlarının onunla adil bir şekilde mücadele etmeyeceklerini bildiğini ve dolayısıyla kralın kızlarını götürmek istiyorsa bunu tek başına yapması gerektiğini söylemiş. Diğer iki kardeş, kralın kızlarını bulmak için herhangi bir tehlikeye girmek istemeyeceklermiş. Hans’ın büyük bir sepet alıp askısıyla, ziliyle içine oturması ve aşağı salınması gerekiyormuş. Aşağıda üç oda varmış, her birinde ise kafalarını keseceği çok kafalı bir ejderha ile bir prenses varmış. Cüce, tüm bunları söyledikten sonra ortadan kaybolmuş.

      Akşam olunca iki kardeş gelip gününün nasıl geçtiğini sorunca Hans: “Şu ana kadar oldukça iyi.” demiş ve öğle vaktinde bir parça ekmek dilenen küçük bir cüceden başka kimseyi görmediğini, ona birazcık ekmek verdiğini; ekmeği yere düşürdüğünde dediğini yapmayınca cücenin sinirden gözünün döndüğünü, sonra cüceyi dövdüğünü ve cücenin de kralın kızlarının nerede olduğunu söylediğini anlatmış. Diğerleri sinirden kıpkırmızı olmuşlar.

      Ertesi sabah birlikte kuyuya gitmişler ve ilk önce sepete kimin bineceğine karar vermek için kura çekmişler. Kura yine en büyüklerine çıkmış. O da sepetin içine girip yanına bir de çan almış. Diğer kardeşlerine de: “Çanı çalarsam beni tekrar yukarı çekin.” demiş. Aşağıya birazcık inince çanı çalmış ve hemen onu yukarı çekmişler. Sonra sepete ikincisi binmiş fakat o da ilki gibi yapmış. Sonra en küçük kardeşin sırası gelmiş ve o neredeyse dibe kadar inmiş. Sepetten inince hançerini almış ve yürüyüp ilk kapının dışında durup dinlemiş. Yüksek sesle horlayan ejderhanın sesini duymuş. Kapıyı yavaşça açmış. Prenseslerden biri orada, kucağında dokuz ejderha kafası ile oturuyor ve onların saçlarını tarıyormuş. Adam hançerini alıp savurunca dokuzu da düşmüş. Prenses yerinden sıçrayıp, kollarıyla

Скачать книгу