Usta ile Margarita. Bulgakov Mihail
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Usta ile Margarita - Bulgakov Mihail страница 20
Pilatus, büyük bir ustalık gösterdi. Kurumlu yüzünü süsleyen kaşları kalktı, gözlerinde bir şaşkınlık belirtisiyle, Hahambaşı’nın gözlerinin içine baktı. Hafifçe, “Bu yanıtın beni çok şaşırttığını belirtmeliyim,” dedi. “Korkarım bu konuda bir yanlış anlama var.”
Pilatus ayrıntılı bir açıklama yaptı. Roma iktidarı, yerel dinî iktidarın yetkilerine, azıcık da olsa karışmaktan çekinirdi. Hahambaşı da bu gerçeği çok iyi bilirdi. Bu durumda ortada açık bir yanılgı vardı. Bu yanılgının düzeltilmesi de açıkça Roma iktidarını ilgilendirmekteydi.
Oysa çok iyi bilinen bir şey vardı: Barabbas ile Ha-Nozri’nin suçları, ağırlık yönünden kıyaslanamazdı bile. Bu sonuncu –deli olduğu açıkça anlaşılan biri– Kudüs’te ve başka yerlerde halkı kışkırtıcı ahmakça söylevler vermekle suçlanıyorsa da birinciye yüklenen suçlar çok daha ağırdı. Doğrudan doğruya halkı ayaklanmaya itmesinin dışında, kendisini tutuklamaya çalışan bir muhafızı da öldürmüştü. Barabbas, Ha-Nozri’yle kıyaslanmayacak kadar tehlikeliydi.
Vali açıkça ortaya konan gerçekleri göz önünde tutarak Hahambaşı’dan kararı yeniden gözden geçirmesini; iki mahkûmdan daha az zararlı olanını bırakmasını istiyordu. Hiç kuşku yok, daha az zararlı olan da Ha-Nozri’ydi.
Kayafa, sakin, ama kesin bir dille yanıtını bildirdi. Olayla ilgili bütün kanıtları büyük bir dikkatle gözden geçiren Sanedrin, niyetinin Barabbas’ı salıvermek olduğunu bir kere daha belirtiyordu.
“Nasıl? Benim aracılığımdan sonra bile mi? Ağzından Roma yönetiminin konuştuğu kişinin aracılığından sonra da mı? Hahambaşı, üçüncü bir kez daha söyler misin?”
“Üçüncü kez, Barabbas’ı bırakacağımızı belirtirim,” dedi Kayafa tatlılıkla.
Her şey bitmişti, söylenecek bir şey yoktu. Ha-Nozri, bir daha görünmemecesine kaybolacaktı; Vali’nin amansız, dayanılmaz acılarını dindirecek kimse kalmayacak, bu acılardan kurtulmak için ölümden başka yol bulunamayacaktı. Ama şu sıra Pilatus’u allak bullak eden bu düşünceler değildi. Sütunlu avluda, az önce duyduğu anlaşılmaz korku yeniden üstüne çökmeye başlamış, bütün varlığı bununla kaplanmıştı. Korkusunun nedenini bulmaya çalıştı; bulduğu açıklama çok tuhaf geldi Vali’ye: Mahkûmla konuşması sırasında her şeyi söylememiş ya da her şeyi duymamış olduğuna dair belirsiz bir duygu vardı içinde.
Pilatus, bu düşünceyi kafasından attı, düşünce geldiği gibi bir anda uçtu gitti. Gitti ama, nedenini bilmediği korku olduğu yere çöreklendi. Şu çok kısa süren ve bir an kendini gösterip kaybolan öbür düşünce, duyduğu korkunun açıklaması sayılabilir miydi: “Ölümsüzlük geldi çattı…” Kimin ölümsüzlüğü? Vali sorunun yanıtını veremedi, ama bu ölümsüzlük düşüncesi kızgın güneşin altında onu üşüttü, ürpertti.
“Peki,” dedi Pilatus. “Öyle olsun.”
Bakışlarını, kendisini çevreleyen dış dünyada gezdirince, meydana gelmiş olan değişiklik karşısında şaşırdı. Dalları gül dolu çalılık kaybolmuştu; tıpkı üst taraçanın kıyısını süsleyen serviler, narağacı, yemyeşil yuvasındaki beyaz heykel ve yeşilliğin kendisi gibi. Bütün bunların yerinde lal rengi bir yoğunluk yüzüyor, içinde yosunlar dalgalanıyor, yosunların arasında da Pilatus’un kendisi çırpınıyordu. Korkunç bir kızgınlıkla, bir şey yapamamanın kızgınlığıyla sürüklendiğini, boğulduğunu, yandığını hissediyordu.
“Boğuluyorum,” diye söylendi Pilatus. “Boğuluyorum!”
Nemli, buz gibi eliyle pelerininin yakasını birleştiren kopçayı çözdü, pelerin yere düştü.
Gözlerini, Vali’nin kıpkırmızı kesilen yüzünden ayırmayan ve kendisini bekleyen dertlerin hepsini kestiren Kayafa, “Evet,” dedi, “hava çok sıkıntılı. Bir yerlerde fırtına çıkmış. Bu yıl nisan ne korkunç!”
“Hayır,” dedi Pilatus. “Hava sıkıntılı olduğu için boğulmuyorum. Senin yüzünden boğuluyorum Kayafa.”
Gözleri iki yarığa dönen Pilatus gülümseyerek ekledi:
“Kendine dikkat et, Hahambaşı.”
Hahambaşı’nın kara gözleri parıldadı, Vali’den aşağı kalmayan bir sanatla yüzüne tam bir şaşkınlık belirtisi konduruverdi. Ağır ağır, gurur dolu bir sesle, “Neler duyuyorum Vali?” dedi. “Verdiğim karardan, hem elinle onayladığın bir karardan ötürü bana gözdağı veriyorsun. Böyle şey görülmüş mü? Biz, Roma valisinin, bir şey söylemeden önce ağzından çıkacakları ölçüp biçmesine alışkındık. Ya biri konuştuklarımızı duysaydı, Hegemon?”
Pilatus, Hahambaşı’na ölgün bir bakış fırlattı, sahte bir gülümsemeyle dudaklarını büzüp, “Hadi canım,” dedi. “Neler söylüyorsun sen de Hahambaşı; burada, kim duyabilir bizi? Bugün işkenceden geçirilecek o kafadan kontak serseriye benziyor muyum ben? Çocuk muyum Kayafa? Ne dediğimi, nerede konuştuğumu bilirim. Bahçe muhafızlarla korunuyor, saray da. Öyle ki, bir sıçan bile giremez içeri. Yalnız sıçan değil, şu… Neydi adı… Kiryatlı mı ne? Hem, onu tanıyor musun sen Hahambaşı? Evet… Böyle biri saraya girse, çok, çok pişman olur. Bundan kuşkun yok ya? Bugünden sonra, rahat etmeyeceğini iyi bil Hahambaşı. Ne sana rahat var, ne halkına –Pilatus uzakta, tapınağın alev alev yandığı tepeyi gösterdi– bunu da söyleyen benim, ben Pontius Pilatus, ben, altın mızraklı şövalye.”
Kara sakallı Kayafa, büyük bir gözüpeklikle, “Biliyorum, biliyorum,” diye karşılık verdi; gözleri parladı. Parmağını gökyüzüne uzatıp, “Yahudi halkı, kendilerinden amansızca nefret ettiğini, hepsine büyük acılar çektireceğini biliyor. Ama asla onların kökünü kazıyamayacaksın! Tanrı onu korusun! Bizi dinliyor, mutlak hâkim Caesar bizi dinliyor ve cellat Pilatus’tan bizi koruyor!”
“Hayır!” diye haykırdı Pilatus; ağzından her çıkan söz, artık ona yeni bir rahatlama getiriyordu; yapmacık davranışlara başvurmuyordu, sözlerini seçmek zorunda değildi. “Benden çok şikâyet ederdin Caesar’a, şimdi sıra bana geldi Kayafa! Bir haberci hemen şimdi yola çıkacak, hem de Antakya lejyon komutanına ya da Roma’ya değil, doğru Capri’ye, imparatora gidecek. Burada, Kudüs’te herkesçe bilinen olayı, asileri nasıl ölümden kurtardığınızı anlatacak. Sizin iyiliğiniz için yapmak istediğimden vazgeçtim, Solomon Göleti’nin sularıyla yıkamayacağım Kudüs’ü. Hayır, suyla yıkanmayacak. Sizin yüzünüzden duvarlardan imparatorluk armasını sökmek zorunda kaldığımı, birliklerin yerlerini değiştirdiğimi, neler çevirdiğinizi anlamak için buraya kadar geldiğimi unutma. Şimdi söyleyeceklerimi de unutma: Kudüs’te büyük bir birlik görmeyeceksin bundan böyle Hahambaşı, hayır! Kentin duvarları dibine koca Fulminatrix lejyonuyla Arap süvarileri gelecek; sen o zaman gör ağlamaları, acılı iniltileri. O zaman Barabbas’ı kurtardığını hatırlayacak, barışçı söylevlerinden ötürü filozofu ölüme gönderdiğin için pişmanlık duyacaksın!”
Hahambaşı’nın yüzü lekelerle kaplandı, gözleri alev saçtı. O da Vali