Usta ile Margarita. Bulgakov Mihail

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Usta ile Margarita - Bulgakov Mihail страница 22

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Usta ile Margarita - Bulgakov Mihail

Скачать книгу

kurtulduğunu anlayıp gözlerini açtı Pilatus. Mahkûmları görmesine artık olanak yoktu.

      Yavaş yavaş yatışan kalabalığın çığlıklarına şimdi de çığırtkanların tiz bağırışları karışıyordu, kimi Aramca kimi Yunanca Vali’nin o yükseltide söylediklerini yineliyordu. Üstelik atların gitgide yaklaşan kuru ve kesik şakırtılarıyla bir borunun kısa, şen çağrısını duyuyordu. Seslere, çarşıdan hipodroma giden yol boyunca sıralanan evlerin damına tünemiş çocukların kulakları sağır edici ıslıkları, “Dikkat! Kenara çekilin!” haykırışları karşılık veriyordu.

      Meydanın ıssız bölümünde tek başına ayakta duran bir asker, elindeki sancağı, tehlikeyi belirtmek için sallamaya başladı. Vali, lejyon komutanı, kâtip ve arkadan gelenler hemen durdular.

      Bir süvari birliği dörtnala ortaya çıktı. Meydanı yandan kesip halk birikmeden, asma kaplı kent duvarlarının dibinden Çıplaktepe’ye çıkan yola kestirmeden varmaktı amaçları.

      Atlarını rüzgâr gibi dörtnala koşturan süvarilerin çocuk gibi ufak tefek ve kara yüzlü Suriyeli komutanı, Pilatus’un yanında durdu, incecik sesiyle bağırarak bir şeyler söyledi ve kılıcını kınından çekti. Yerinde duramayan, ter içindeki yağız atı kasılıp birden şaha kalktı. Ani bir hareketle kılıcını kınına yerleştiren komutan, hayvanı boynundan kırbaçlayarak hizaya soktu, sonra dörtnala kaldırıp yola daldı. Ardından, üçer üçer dizilmiş süvariler, toz bulutu arasında, rüzgâr gibi geçip gittiler. Atların her adımında hafif bambu mızraklarının ucunun oynadığı görülüyordu. Pilatus’un önünden geçen bembeyaz, pırıl pırıl dişli ve şen yüzler, Vali’ye, bembeyaz sarıkların altında olduğundan da yanık gözüktü.

      Toz bulutunu havaya kaldıran süvariler yola saptı, Pilatus’un önünden geçenlerin sonuncusunun sırtında, güneşte parıldayan bir boru vardı.

      Tozdan korunmak için elini yüzüne siper eden Pilatus, yüzünü buruşturup yola koyuldu, ardında lejyon komutanı, kâtip ve muhafız kıtasıyla, hızla bahçe kapılarına vardı.

      Saat, aşağı yukarı sabahın onuydu.

      11

      . Ceza davalarıyla idam davalarına bakan Kudüs’ün eski Yahudi mahkemesi. (Y.N.)

      12

      1. (Eski Yunanca) Şef, lider. (Y.N.)

      13

      . Kudüs'ün doğusunda, eski şehrin duvarlarının en eski kapısı. Yahudi inanışına göre Mesih oradan kente gireceği için 1541'de Kanuni Sultan Süleyman tarafından ördürülmüştür. (Y.N.)

      14

      . Golgota. İsa’nın çarmıha gerildiği tepe. (Y.N.)

      3

      Yedinci kanıt

      “Evet, saat aşağı yukarı sabahın onuydu saygıdeğer İvan Nikolayeviç,” dedi Profesör.

      Şair, uykudan uyanır gibi elini yüzünde gezdirdi; Patriarşiye Göleti Parkı’na akşamın çöktüğünü gördü. Gölün suları kararıyor, hafif bir sandal suda kayarak ilerliyordu. Küreklerin şıkırtısı ve sandalın içindeki kadının inişli çıkışlı kahkahaları kulakları dolduruyordu. Ağaçlıklı yollarda, banklarda kalabalık toplanmaya başlamıştı. İnsanlar dörtgenin yalnız üç köşesinde geziniyor, bizimkilerin bulunduğu tarafa kimseler uğramıyordu.

      Moskova üstünde güneşin rengi solmuş gibi, ay tepede büyük bir açıklıkla ortaya çıkmıştı; henüz aktı, altın sarısına bulanmamıştı. İnsan büyük bir rahatlıkla soluk alıyor, ıhlamurlar altında sesler akşamın tatlılığında yumuşuyor, yankılanıyordu.

      İyiden iyiye şaşıran Biezdomni, “Bize koca bir hikâye anlattı, farkına bile varmadım. Nasıl oldu bu iş?” diye düşünüyordu. “İşte akşam da oldu!.. Belki de bir şey anlatmamıştır. Belki de dalmış, bütün bunları düşümde görmüşümdür.”

      Ama gene de Profesör’ün bir şeyler anlattığına inanmak gerekirdi. Ya da Berlioz’la da noktası noktasına aynı düşü gördüklerini kabullenmek. Çünkü yabancıyı dikkatle süzüp, “Anlattıklarınız, İncil’dekilere hiç uymasa bile çok ilginç Profesör,” dedi.

      “İnsaf!” dedi Profesör hoşgörüyle gülümseyerek. “İncil’de yazılı olanların bir tekinin bile gerçekle ilgili olmadığını sizden daha iyi kim bilebilir. İncil’i tarihsel bir kaynak olarak kabul etmeye başlarsak…” Profesör yeniden gülümsedi.

      Berlioz’un yine içi hopladı. Bronnaya Caddesi'nden Patriarşiye Göleti Parkı’na Biezdomni’yle birlikte yürürlerken tıpatıp aynı şeyleri söylemişti.

      “Bu doğru,” dedi Berlioz. “Ama sizin anlattıklarınızın gerçeğe uyduğunu doğrulayacak biri de çıkmaz nasıl olsa.”

      “Yok canım! Biri doğrulayabilir!” diye karşılık verdi Profesör. Yeniden dili çalmaya başlamıştı. Büyük bir inançla konuşuyordu.

      Birden esrarlı bir havayla iki dosta yaklaşmalarını işaret etti.

      Biri sağından, öbürü solundan ona doğru eğildiler, Profesör bu kez hiç dili çalmadan (akıl alır iş değil, şeytan bilir nasıl, yabancı şivesi beklenmedik zamanlarda ortaya çıkıyor ve kayboluyordu), “Gerçek şu!..” dedi –Profesör ürkek bakışlarını çevresinde gezdirerek, sesini fısıltıya varacak kadar alçalttı– “… bütün bu anlattıklarım olup biterken ben oradaydım. Pontius Pilatus’la birlikte avludaydım; Kayafa’yla konuştuğu sırada bahçe, kararı halka açıklarken taştan setin üstündeydim. Gizlice, kimseye fark ettirmeden durdum orada. Bu yüzden, lütfen bu konuda kimseye bir şey söylemeyin, sırrımı saklayacaksınız, şişşşt!..”

      Bir sessizlik oldu, Berlioz hafifçe sarardı. Titrek bir sesle, “Siz… siz ne kadardır Moskova’dasınız?” dedi.

      Boş bulunan Profesör, “Moskova’ya demin geldim,” dedi.

      Ancak o an iki dost, Profesör’ün gözlerinin içine iyice bakmayı akıl ettiler. Sol gözünün –yeşil olanı– delice bir anlam taşıdığına, sağ gözünün ise bomboş, kara, ölü bir göz olduğuna emin oldular.

      “Al işte! Her şey anlaşıldı!” dedi Berlioz kendi kendine. “Bu Alman delinin biri ya da buracıkta gölün kıyısında kaçırdı aklını. Amma iş!”

      Evet, gerçekten de öylece her şey açıklanmış oluyordu: Ölü filozof Kant’la birlikte yenen tuhaf yemek, ayçiçeğiyağı ve kim olduğu bilinmeyen şu Annuşka’yla ilgili aptal hikâye, Berlioz’un başının kesileceğini söylemesi, bütün öbür anlattıkları… Profesör deliydi.

      Berlioz, ne yapmak gerektiğini hemen kavradı. Geriye yaslanıp Profesör’ün arkasından Biezdomni’ye göz kırpmaya koyuldu: “Ona karşı falan çıkma” demeye getiriyordu. Oysa apışıp kalan Şair, bu işaretlerden bir şey anlamadı.

      “Evet,

Скачать книгу