Zemheri Kadinlari. Hamza Nuh Özer

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Zemheri Kadinlari - Hamza Nuh Özer страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Zemheri Kadinlari - Hamza Nuh Özer

Скачать книгу

havayı kokluyor, çocuk arkasından Games, Games diye seslense de oralı olmadan, keskin bir havlamayla çamur izlerinin gittiği delikte kayboluyor.

      Eve ulaşsak iyi olacak, ağır geçen bugünün sonu bir türlü gelmiyor, “Şu sac kokularını takip etsek artık!” diyorum, çocuğun neşesini kaçırmamak için.

      Mustafa’nın keyfi zaten devam ediyor, gerçek bir çocuk gibi az önceki merakını yitiriyor. Kabristan onun için artık yok. Ölümden, bir ilk ölen insan korkmamıştır bir de küçük çocuklar. “Nenem valibah yapmış!” diyerek fırlıyor. Hızına yetişemiyorum, yalnız kalıyorum. İstikametim mecburi.

      İlerledikçe koku artıyor. Sonunda kokunun kaynağına ulaşıyorum, küçük avluya benzer bir açıklığa geliyor geçit ve tahta bir kapıyla sonlanıyor. Gariptir ki artık beni bir iglonun karşılayacağını düşünmeye başlamıştım. Ama karşımdaki şey basit bir tahta bile değil, daha çok el işlemeli bir antika bu kapı. Şu anda bunun üzerinde düşünemeyecek kadar bitkinim. Tunç devrinde yapılmış olması kuvvetle muhtemel tokmağı tıklatıyorum, derin bir tok sesi… İçeriden davet gelmiyor ama kapı açık.

      Yarım metre kadar uzunlukta bir kapı eşiğini geçiyorum. Hayatımda gördüğü en kalın ev duvarı, birkaç sıra kerpiçle örülmüş olmalı.

      İçerisi fazlasıyla sıcak, dışarının etkisiyle bir yanılgı değil hissettiğim. Henüz davet almadığımdan ne yapacağımı bilemiyorum. Kapının açık olmasını bir davet olarak yorumlamayı tercih ediyorum.

      Birkaç kere bağırıyorum, “Merhaba!” Acaba tünelde başka bir çıkış vardı da karanlık sebebiyle mi kaçırdım? Takatim kalmadı artık. Parkamın önünü açıp kalın yün kaşkolümü çözüyorum. Çaresizlik içindeyim, kaba davranışımın tüm sebebi bu. Terle ve karla ıslanıp sonra da donan tüm kıyafetlerim sıcaklığın tesiriyle hızla çözülüyor. İçim dışım her yerimi vıcık vıcık hissediyorum. Çorabın içinde ayak parmaklarım hissiz. Sanki yerlerinde yoklar. Morarmış uçlarla karşılaşmaya hazır olarak çıkarıyorum kalıplaşmış yün çorabımı. Neyse ki parmaklarım yerinde ve sağlıklı görünüyor. Botun sıkıştırması ve soğuk sebebiyle uyuşmuşlar. Yapışkan pisliğe dönüşmüş yün içlikten kurtulmak için biraz daha beklemem gerekecek. Evde kiminle karşılaşacağımı bilmiyorum.

      Sağda, açık görünen oda kapısından içeride yaşlı bir kadın yer sofrasında hamur açıyor. Ya başındaki kat kat yaşmaktan ya da yaşlılığın getirisi sağırlıktan dolayı seslendiğimi duymamış olmalı. Kendi kendine bir şeyler mırıldanıyor hatta yüksek sesle konuşuyor, “Yesinler… Sıcah sıcah… Velibah… Acıhmıştır…”

      Çocuk iç tarafta mavi buz parlaklığındaki pencere boşluğunda oturuyor. Kıyafetlerinden ne ara kurtulmuş? Üstündekiler üç kat iri gösteriyormuş onu meğer. Çırpı gibi incecik vücudu ortaya çıkmış. Sıcak yerinden memnun, neredeyse yarı bedeni büyüklüğünde bir kediyi kucağına sarmış okşuyor. Ben umurunda bile değilim. Ne yabancılıyor ne bir tepki gösteriyor. Bu pencere evin arka tarafına bakıyor olmalı. Önü karla kapalı değil. Manzarayı tahmin edebiliyorum.

      “Merhaba!” bu defa adeta bağırıyorum. Kadın, görünen yaşlılığıyla tezat oluşturacak bir çeviklikle fırlıyor. Korkuttuğuma üzülürken, içten yaşlı sesiyle bağırıyor. Duymakta zorlandığı kesin bir şekilde anlaşılıyor. Benden çok kendine duyurmaya çalışıyor gibi sesini. Çocuğun annesi olamayacak kadar yaşlı. Olsa olsa ninesi.

      “Vay, hoş geldin yavrım, gel gel otur hele!” Zaten beni beklediği her halinden belli, en ufak bir çekinmesi yok. Yalınayak, soyunuk dökünük, darmadağın garip halimi hiç umursamıyor. Odanın diğer ucunda duvardan biraz uzakta kurulu kuzineye doğru beni iteliyor.

      “Yeni köy öğretmeniyim, adım Muzaffer.”

      “Biliyom yavrım, biz de seni bekliyoduh, hoş geldin, hoş geldin.

      “Hoş bulduk, gerçi biraz zor bulduk ama…”

      “Gussura galma. Herkezler seni bekliyordu ama gaybımız var bugün, cenezeye gettiler, gelirler az soora.” Bir taraftan da çam kozalaklarını kuzineye döküyor. Közün üstünde biraz çıtırdadıktan sonra bir üflemesiyle canlanan alev hemen gürüldemeye başlıyor.

      “Ha evet, öğrendim, genç bir hanımmış galiba, başınız sağ olsun, böyle çabuk mu…” neden bu kadar hızla defin işine giriştiklerini merak ediyorum, sorumu bitirmeden anlıyor, “He ceneze mi? Nedecez ki yavrım? Donar galır soora. Yazıhtır.”

      “Öyle ya, başınız sağolsun, akraba mıydı?”

      “Sen sagol yavrım, goyde herkez ahraba, Ümmüşani yegenimdi, çoh dezeydi çoh,” sesi çatallanıyor. Elinin tersini diğer avucuna vuruyor. Dövünüp ağlamaya başlayacak diye endişeleniyorum. Ninenin benim için kaldığı anlaşılıyor. Karşılama komitem çocuk, nine ve köpekten oluşuyor.

      Geçiştirmek için soruyorum, aslında şu anda çok da umursamıyorum, “Vah vah, neyden öldü?”

      “Vah ki ne vah, yavrım, canavar parçaladı,”

      Bu defa gerçekten merakla yineliyorum, garip kelimeyi.

      “Canavar?” gözümde tek bir şey canlanıyor, “Kurt mu?”

      Bu sefer yanıtlayan çocuk oluyor, sesini genleştirerek, “Ulu gurt!”

      Yanan çam reçinesinin hoş kokusu odayı sarıyor. Kuzinenin hava deliklerinden süzülen ışık loş tavanda dalgalanıyor. Bir süre sadece kozalakların çıtırtısını dinliyoruz. Ama buna rağmen bir türlü rahatlamaya bırakamıyorum kendimi.

      “Kurt insana saldırır mı hiç?”

      Nine çocuğun çenesini tekrar açmaması için sesini sertleştiriyor, “Yavrım bu sıpaya bahma sen, aç galıyorlar ya gışın, aslında davara geliyolar. Şole dolu, yigit bir adama yanaşmazlar, zayıfı yahalarlarsa amma… Beçare, çeşmeye inmiş dün gece, ahmah işte, bir başına, çeşmenin başında… Bağırtısını duymuşlar ama yetişecek adam mı galdı goyde, çohtan parçalamışlar. Ben bahamadım cenezeye, içini parçalamışlar ya ta,” irkiliyor, titriyor, unutmak ister gibi saca kuruluyor tekrar, sonra konuyu değiştiriyor, “Sen otur hele bir şu guzinenin yahınına, bir gendine gel, ısın, muhtar da goyluyle cenezeye gitti, ekindiden sonra…”

      Tekrar saca ve kendiyle konuşma işine dönüyor; sıcah sıcah diyor, soğumasın diyor, adam yorulmuş, acıhmış, bi yesin hele dinlensin diyor; sacda pişirdiklerini yanan parmaklarını yalayarak yanındaki tepsiye atıyor. Sesli sesli düşünüyor.

      Yer minderine yerleşiyorum. Bir hayli yüksek ve arkaya doğru derin. Yaslanmak için geriye doğru yayılmam gerekiyor.

      Köşenin birinde döşekler üst üste yığılmış. Odanın geniş tavanını yaşlı ama sağlam iki ağaç sütun taşıyor. Sütunlardaki tahta çıkıntılardan birine yerleştirilmiş gaz yağı lambası odayı aydınlatmaya çalışıyor. Kuzinenin boruları tellerle tavana bağlı bir şekilde odayı boydan boya geçiyor. Boruların üzerinde tel bir askıda üç beş bez parçası kurutulmak için asılmış. Gürültüsü bile iç ısıtan kuzinenin üstünde büyük bir bakır

Скачать книгу