Zemheri Kadinlari. Hamza Nuh Özer
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Zemheri Kadinlari - Hamza Nuh Özer страница 6
“He, garda susadığını anlaman, için gavrulmuş, hadi ye hele!” diyor bardağımı tekrar doldururken.
“Bu nedir?”
“Valibah; emaçer pattes ve hamurulan açıyoh, on denesi bi barmah galınlığında olacah, o zamanı mahbuldür.”
Çocuk tekrar ilgi gösteriyor bu söz üzerine, iştahı açılmış olmalı ki pencereden atlıyor yanımıza, eline tokadı yiyene kadar tepside dizili olanların boyunu parmağıyla ölçüyor, “Elini yıha hele, mendebura dohandın!” Kedi gibi geri sıçrıyor çocuk.
Kadın, parmaklarını yalayıp elini üfleye üfleye tepsiye bir tane de çocuk için bırakırken, “Tereyağı da bıraham mı?” diye soruyor. Zaten oldukça yağlı, gerek görmüyorum ama çocuk bağırıyor iştahla, “Bırah, nene, bırah!”
Kadın şöyle bir ters ters süzüyor çocuğu, “Arsuz!” diyor, ama sevecen bir gülüşle, kâsenin içinde köpükleri hâlâ fokurdayan kızgın tereyağını koyuyor. Ben daha ne yapacağımı anlamadan, çocuk tereyağına batırıp ağzına gömüyor valibahlardan birini.
Ayrandan aldığım tat, bu hamur işi yemekten gelmiyor. Burnum koku alma duyusunu kaybetmiş. Rahatsızlığım gittikçe artıyor. Vakit hakkında da tahmin yürütemiyorum. Saatimi yokluyorum cebimde, kurmayı unutmuşum durmuş, ama tahminen üç saat geçmiş olmalı kasabadan ayrılalı.
Sobanın sıcaklığı ve karnımın tokluğuyla iyice mayışıyorum, dik duramaz haldeyim. Yaşlı kadın garip enerjisiyle sürekli odadan dışarı çıkıyor, harala gürele bir şeylerle uğraşıyor. Ben bayıldım bayılacağım. “Muzaffer yavrım! Sana döşek serdim, yan odada, muhtar gelene kadar biraz yat istersen. Ekindi az sonra ohunur, gelince uyandırırım,” diyor sonunda. Saati doğru tahmin etmişim. Kuzinenin yanında sırtımı sütunlardan birine veriyorum.
Başka şeyler de söylüyor veya yine kendine anlatıyor; ısınsın, uyusun, muhtar, gozalah diyor. Ben yine de “Tamam,” diye yanıtlıyorum ne söylediğini anlamadan.
Ya minder altımdan kayıyor ya ev tamamen boşluğa uçuyor. Yoksa ben mi düşüyorum. Kafam ağırlaşıyor.
Düşle gerçek arasında bir yerlerdeyim. Gerçekten hasta olmalıyım.
Odadaki tüm sesler sadece bir uğultuya dönüşüyor, anlaşılmaz bir gürültüye.
Sonra kalabalık geliyor. Birileri adımı zikrediyor. Çekiştiriyorlar üstümü başımı.
Sürüklüyorlar.
Karşı koymak istiyorum, ellerim ayaklarım oynamıyor.
Yapmayın diyorum, yapıyorlar.
Sanki dallarım kırılıyor. Eklemlerimi ayırıyorlar. Canımı çıkarıyorlar.
Sonra her şey uzaklaşıyor. Tüm sesler uzak bir uğultu gibi.
Sessizlik bile bir uğultu gibi.
Kozalaklar çıtırdıyor.
Reçine kokusu,
Gözlerimi açıyorum.
Yataktayım.
Kaldırmış mı beni? Yatağa nasıl geldim? Hayal meyal hatırlıyorum birkaç kişi tarafından sürüklenerek taşındığımı. Yastık çok serin, uyuyabilir miyim artık? Dev kütükler tavanı boydan boya geçiyor, kirişler buluşup üst üste oturuyorlar. Birbirine değen yerler kenetlenerek kaynaşmış. Çam olmalı bunlar. Koyu kahverengi derin, yaşlı çizgileri var.
Güzel kokuyor bu oda, diğeri gibi karmaşık değil. Kaldırmaya çalışıyorum üstümdeki ağır şeyi, neyden yapılmış bu? Soğuk giriyor aralıklardan. Terlemişim, tekrar üşümeye ve titremeye başlıyorum. Çıkamıyorum.
Titrek uzun bacaklı örümcekler düşmeden köprüleri geçmeye çalışıyor tavanda. Tavanın kirişleri arasında onlarcası, bazılarının bacakları eksik, o kadar narinler ki kopmuşlar tutundukları yeri bırakamadan. Sekiz bacaklı örümcekler ve dört bacaklı örümcekler, kirişlerin tırnakları arasında düşmekle düşmemek arasında salınıyorlar. Nokta kadar bedenlere bağlı upuzun kıldan bacaklar. Yorganı kafama çekiyorum üstüme düşmesinler diye. Uyursam ağzıma girerler. Yutamazsın bu uzun bacakları, küçük dilinin orada bir yerlere takılırlar.
Karanlıkta titrerken Games beliriyor. Nedir ki bu Games?
Garamanis.
Karamanis.
Karames.
Karamesh.
Kames…
Güleç suratıyla sürünerek çıkıyor üstüme.
Karamesih.
Göğsümün tam ortasına oturuyor. Kalbinin atışlarını göğsümde hissediyorum. Sıcaklığı bedenimi kaplıyor. Ama ben yine de titriyorum, daha çok üşüdüğümü hissettiriyor.
Kadın geliyor sonra. Zorla açıyor üstümü. Yalvarıyorum bırak donuyorum, diye. Parçalıyor üstümdeki kıyafetleri. Çıplak koltuk altlarımı ve baldırlarımı Games’e yalatıyor. Dili derimi yırtarken, donuyor peşinden salyayla ıslanan yerler.
Kadın gidince tekrar gömülüyorum yorgana, gömüldükçe titriyorum.
Az sonra tekrar kadın geliyor. Bas bas bağırıyor dibimde. Yorganı zorla çekip alıyor üstümden ve beni hamur gibi yoğuruyor. Kasıklarıma buz basıyor ben ağlarken.
Dayanamıyorum acıya. Titremem bitene kadar hırpalıyor beni.
Ve ter boşalıyor bedenimden. Ayak parmaklarım o zaman ısınıyor. Kadın beni sarmalayıp gidiyor.
Muhtar
Yorganın altında gerinirken karnımda bir kıpırtı hissediyorum.
Kedi kurulmuş oraya; besili, ağır.
Bir Uzakdoğu geleneğinde, yeni bir ev yapılınca içine kedi bırakırlarmış. Hayvan, doğası gereği evin en sıcak noktasına kurulurmuş ve orada uyurmuş. Tüm ev içinde yatağın serileceği en uygun yer o şekilde belirlenirmiş. Hava akımlarını hisseden kedi, cereyanın olmadığı en sıcak yeri belirleyebiliyormuş. Daha uygun bir yöntem olabilir mi, bu tür bir belirleme için? Tamamen deneysel ve bilimsel… Bin yıl sonra da kullanılabilecek bir yöntem.
Ağır bir yün yorganın altında uyanıyorum. Kediye tespit ettirilen yer burası olmalı, karnımın tam ortası. Geniş bir tavanın altında ama odanın merkezine kurulmuş bir yatak, bir duvar kenarında değil. Kafamın altında uzun, sert bir yastık var. Yastık değil sanki bir ağaç kütüğü.